Türkiye’de Anlaşılamayan Bir Aydın: Zekeriya Sertel

Türkiye’de Anlaşılamayan Bir Aydın: Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel üzerine kapsamlı bir doktora çalışması hazırlayan Serdar Kara: Sözünü sakınmaması onu kimi zaman İstiklal Mahkemesi’ne düşürmüş, kimi zaman Sovyetler’de başına işler açmış, Türkiye’de dışlanmasına,...

Zekeriya Sertel üzerine kapsamlı bir doktora çalışması hazırlayan Serdar Kara: Sözünü sakınmaması onu kimi zaman İstiklal Mahkemesi’ne düşürmüş, kimi zaman Sovyetler’de başına işler açmış, Türkiye’de dışlanmasına, kahrederek ölmesine yol açmıştır.

Gazete Pencere’de Türkiye’de bir dönem demokrasi mücadelesi vermiş, yazdıklarıyla çok konuşulmuş, tartışılmış, yargılanmış iki isim, Cumhuriyet dönemi basın yayın dünyasının en etkili kalemleri Sabiha ve Zekeriya Sertel’i tanımaya ve mücadelelerini anlamaya çalışacağız. Onları tanımanın, yazdıklarını bugün de tartışmanın Türkiye’nin demokrasi tarihine ışık tutacağını düşünüyoruz.

Serteller ne için mücadele etti? Nasıl bir entelektüel miras bıraktılar? Çok sevdikleri ülkelerinden neden ayrılmak zorunda kaldılar? Basın tarihimizin utanç verici olayı Tan Matbaası baskınının 4 Aralık 78. yıldönümüydü. Onca yıl sonra dahi Tan Gazetesi baskınını konuşmak bugün fikir ve basın özgürlüğü anlamında neden önemli? Tüm bu soruların yanıtlarını arayacağımız söyleşiler dizisine Gazete Pencere’nin YouTube kanalından da ulaşabilirsiniz. İlk bölümde Zekeriya Sertel’i tanıyacağız. Zekeriya Sertel üzerine kızı Yıldız Sertel’in yazdığı ‘Susmayan Adam Babam Gazeteci Zekeriya Sertel’ isimli kitabın yanı sıra Korhan Atay’ın kaleme aldığı ‘Serteller’ kitabı var. Ayrıca Gün Benderli’nin yazdığı ve o döneme tanıklık edenlerin anılarında Serteller’e rastlayabiliyoruz. Fakat Zekeriya Sertel’e odaklanan, onun yaşamını, eğitimini, düşün hayatını ve yazılarını konu alan, politik yönünü analiz eden kapsamlı bir çalışma ancak 2021 yılında yapıldı. Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nden Akademisyen Serdar Kara bu çalışmayı hazırladı. Kara’nın araştırmasının henüz kitaplaşmadığını belirtelim. Farklı kaynaklardan beslenen, uzun yıllara yayılan bir emeğin ürünü Kara’nın çalışması ve Serteller’i tanımaya onun araştırması ışığında Zekeriya Sertel’le başlıyoruz.

Zekeriya Sertel’in hayatını ve fikirlerini bir bütün olarak ele alan kapsamlı bir çalışmanın olmadığını görüyoruz. Sizin çalışmanız bu anlamda öncü olabilir mi?

Bu tez konusunu neden kararlaştırdım. Önce onu açıklayarak başlayabilirim.

Evet, sorularım arasındaydı.

Esasında Zekeriya Sertel ismine yabancı değildim. 1930’lu, 1940’lı yılların sol hareketleri üzerine çalışma yapmıştım. Onların isimlerini duyuyordum ve daha çok Tan Gazetesi’yle onları biliyordum. Kafamda yarattıkları imaj, o dönemin basın kavgalarına baktığımızda Sertellerle ilgili anlatım komünist oldukları yönünde bir anlatımdı. Doktora aşamasındayken hatıratlarla ilgili bir çalışma yapıyorduk. Zekeriya Sertel’in “Hatırladıklarım” isimli kitabını okudum. Komünist, sosyalist bir Zekeriya Sertel imajı vardı. Oysa Türk Ocakları’nda yer alan bir isim, Ziya Gökalp’in öğrencisi, hem de sıkı bir hoca öğrenci ilişkisi var. Farklı bir Zekeriya Sertel gördüm, şaşkınlığa uğramıştım. Bu değişimi anlamak istedim, buradan yola çıktım. Başlangıçta tarama yaparken mutlaka Zekeriya Sertel ile ilgili çalışmalar yapılmıştır diye düşünmüştüm ama hakkında bütüncül bir çalışma olmadığını gördüm. Sadece Türkiye tarihine değil dünya tarihine bile yerinde şahitlik etmiş birisinin yaşamı hakkında bütüncül bir çalışma olmamasına çok şaşırmıştım. Resimli Ay’ı çalışanlar, Yeni Felsefe Mecmuası ya da Tan Gazetesi üzerine çalışmalar vardı. Daha sonra bir yüksek lisans çalışması yapıldı, bir de Korhan Atay’ın Serteller çalışması var.

Zekeriya Sertel, Selanik’te büyüyor. Selanik, Osmanlı’nın önemli liman şehirlerinden biri. Refah düzeyinin yüksek olduğu ve buna bağlı olarak da sınıf bilincinin oluştuğu bir kent. O dönemin Selanik’i hakkında bilgi vererek başlayalım. Nasıl bir kent Selanik, Zekeriya Sertel’in yaşamını nasıl şekillendiriyor?

Zekeriya Bey, Ustrumca’da bir toprak ağasının çocuğu olarak dünyaya geliyor. Ustrumca, Selanik’e bağlı, bugün Makedonya’da bulunan bir yer. Adı Zikri aslında daha sonra isim değişikliği yapıyor. Selanik’e daha sonra girecek ve bu şehir hayatında izler bırakacaktır. Önce annesini kaybediyor daha sonra da genç yaşta babasını kaybedecek. Küçük kardeşi Yusuf’u da yanına alıp Selanik’e gider. Selanik kozmopolit, çok kültürlü bir yer. Osmanlı’nın Batıya açılan liman şehri. İstanbul başkent olsa da sıkı kontrol altında tutulan bir şehir. Liman kenti olduğu için bu durum baskıyı biraz gevşetiyor. Batıdan Avrupa’dan yayınlar geliyor Selanik’e. Dolayısıyla orada bulunmak çok kültürlülük ve batıya açılma anlamında önemli. Meşrutiyet’in ilanından sonra da orada olmasının faydalarını görecektir. Özellikle Ziya Gökalp’in çevresinde Yeni Hayat çevresi kurulacaktır, onun çevresindeki isimlerden biri de Zekeriya Bey’dir.

Ziya Gökalp’le İlişkisi

Ziya Gökalp’le ideolojik anlamda da birbirlerine yakınlar. Dostlukları uzun yıllara dayanıyor. İlişkileri nasıl gelişiyor?

Bir hoca-öğrenci ilişkisi. Ama belki şunu iddia edebilirim: Zekeriya Sertel, Gökalp’in en sadık ve en has öğrencilerinden biri. Bu ilişkinin karşılıklı olduğunu da söyleyebiliriz. Zekeriya Bey de öğrendiklerini Gökalp’e zaman zaman aktarıyor, kitaplar, dergiler getiriyor, çeviriler yapıyor ve bunları Gökalp’le paylaşıyor. Zekeriya Bey’in de Gökalp’i beslediğini düşünüyorum. Ölene kadar da birlikteler hatta Gökalp 1924’te vefat ettiğinde sitem dolu bir yazı yazacaktır. Etrafındaki birçok ismin onun etrafından ayrıldığını söyleyecektir. Kendisi son ana kadar yanında olacaktır. Limni Adası’nda ya da Malta’da sürgündeyken Zekeriya Bey’in Ziya Gökalp’e mektup yazdığını, kitap gönderdiğini biliyoruz. Hatta ABD’deyken de gönderiyor.

Zekeriya Sertel’in yaşamını takip etmek kolay olmasa gerek. 19 yaşında gazeteciliğe başlıyor. 90 yıllık yaşamına dolu dolu bir yazım hayatı sığdırıyor. Çok sayıda gazete ve dergi çıkarıyor, gezip gördüğü ülkelere ilişkin yazılar yazmış, röportajları var, felsefi problemlere, uluslararası meselelere, sosyolojiye, pedagojiye, edebiyata dair yazıları var. Çalışma yaparken kaynakları bulmakta zorlandınız mı? Nasıl bir yol izlediniz? Ya da hâlâ yeni belgelere ulaşıyor musunuz?

Her bilgiye ulaşmaya çalıştım ama ulaşamadığım kaynaklar oldu. Örneğin yurtdışı arşivlerinde Zekeriya Bey’e ait belgeler olduğunu tahmin ediyorum. Onun dışında bugün dahi çıkan belgeler var, farklı yerlerde yazılarını buluyorum. Bir de Zekeriya Bey sizin de söylediğiniz gibi çok yönlü bir isim, kendi hatıralarında da bunu görüyoruz. Gençliğinde de öyle, okumaya çok hevesli bir isim. Paris’e gittiğinde; “Havada ne buluyorsam kapıyordum” diyor.  Sürekli bir şeyler öğrenme açlığı içerisinde. İlk çıkardığı dergi ‘Yeni Felsefe’. Orada yeni bir hayat kurmaya çalışıyorlar. Meşrutiyet ilan edildi, siyasal bir inkılap yaptık ama hayat bununla bitmez. Yeni bir ahlak, pedagoji, yeni bir felsefe, yeni bir aile oluşturmalıyız diye düşünüyorlar. Yeni Felsefe Mecmuası’nda 1911-1912’de çok farklı konuları ele almıştır. Henüz 19-20 yaşlarındayken Osmanlı gençlerine yönelik “Hayat ve Şebab” (Hayat ve Gençlik) isimli bir kitap yazacaktır. Bu gençliğe öğütler niteliğinde bir kitaptır. Feminizmle, ahlakla ilgili yazıyor, Durkheim’dan etkileniyor onunla henüz Sorbonne’da karşılaşmadan yazılarını okuyor. Fransa’da bir başka önemli filozof, sosyolog Alfred Fouillée ile mektuplaşıyorlar. Mektuplarını yayınlamıştır, yazılarını da çevirmiştir. 1932’de Hayat Ansiklopedisi’ni çıkaracaktır. Eğitimle ilgili öğretmenlere yönelik kitaplar yazacaktır. Tan’da dış politika ile ilgili yazıyor. Zekeriya Bey hakkında son sözü söyleme iddiasında değilim. Ben bir tarihçiyim o yönde bir araştırma yaptım fakat bir sosyoloğun, uluslararası ilişkiler uzmanının, bir pedagogun da Zekeriya Sertel’in yaptığı çalışmaları farklı gözle değerlendirmesinin faydalı olacağını düşünüyorum.

Hatıralarında pratik ve gündelik politikadan elinden geldiğince uzak kalmaya çalıştığını okuyoruz.  Hiçbir siyasi parti ve örgüte dâhil olmuyor. Fakat karısı Sabiha Sertel TKP’li, kızı Yıldız Sertel de partiye katılıyor. Onun yaşamını bu durum nasıl etkiliyor? Gündüz Vassaf’la yaptığımız ilk görüşmede “Dayım dokuz köyden kovuldu” demişti.  Sizin izlenimleriniz neler?

Kendisi de muhalif, sözünü sakınmıyor. O dönemin koşullarını elbette hesaba katarak söylenebilecek kadarını söylüyor. Bir fırsatını bulduğunda da muhalif kimliğiyle kendi düşüncelerini söylemekten geri kalmayacak. Bu sebeple de İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacak, hapse de girecek, sürgün de yaşayacak. En yakın dostlarıyla ömrünün sonunda arası bozulacak, baskıya, dışlanmaya maruz kalacak.  Muhalifliğinden de vazgeçmiyor. Her daim muhalif.

Yurtdışına gittiği dönemde belki dönebilirdi, hatta ülkesine dönmek de istiyor.

Hatta gitmeyebilirdi de. Sabiha Hanım’la ciddi bir yol arkadaşlığı yapıyorlar. Zekeriya Bey 1919’da Büyük Mecmua’yı çıkarırken hapse düşüyor. Resimli Ay’ı çıkarırken İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp sürgün edildiğinde Sabiha Hanım zorlukları üstlenip yayınları çıkarmayı başaran bir isimdi. Sabiha Sertel, Türkiye Komünist Partisi’ne 1930’lu yıllarda üye olup, organik bağ kurduktan sonra Zekeriya Bey komünist olmasa da eşiyle hareket etmekten geri kalmamış, oradan doğacak zorlukları üstlenmiştir. 1950’de yurtdışına çıkma kararı alınıp, daha sonra aile 1951, 1952 sürecinde parça parça yurtdışına çıkacaktır, Zekeriya Bey çıkmayabilirdi. TKP’ye yönelik yapılan 1951 tevkifatında, bu bir tutuklama dalgasıdır, Sabiha Hanım ve kızları Yıldız’ın da tutuklanacağı haberi ona ulaşıyor. Zekeriya Bey, ülkesinde kalıp yeniden gazete ve dergi çıkarabilirdi ama eşinin ve kızının tutuklanacağını öğrenince yurtdışına çıkmak zorunda kalacaktır.

Columbia Üniversitesi’nde Gazetecilik Eğitimi

Eğitimine dönecek olursak ABD’de aldığı eğitim onun yaşamında nasıl bir pencere açıyor? Aslında orada da boş durmadığını görüyoruz. Bir haberleşme bürosu kuruyor ve Millî Mücadele’ye destek sağlayacak çalışmalar yapıyor. Orada bulunduğu ilk günden itibaren İstanbul ve Anadolu basınına yazılar yazıyor. Hatta Amerikan basınında çıkan haberleri taraflı buluyor. Yalan yanlış haberler yapıldığını düşünüyor. Amerikan gazetelerine mektuplar gönderiyor.

Lobi faaliyeti yapıyor.

The New York Times’ta Milli Mücadeleyi Savunan Yazılar

Kalemiyle savaşmaya devam ettiğini görüyoruz. Aldığı eğitim yaşamını nasıl etkiliyor?

Bunu birkaç boyutuyla ele alabiliriz. Columbia Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimi alıyor. Gençlik yıllarından itibaren işe mutfaktan başlayan birisi. Yunus Nadi’nin yanında Rumeli Gazetesi’nde işe başlıyor. Amerika’da aldığı eğitimle gazetecilik mesleğini profesyonel hale getirecektir. Türkiye’de gazeteciliğin profesyonelleşmesinde üç beş isim sayacak olsak kesinlikle bunlardan biri Zekeriya Sertel’dir, çok büyük katkıları vardır. Amerika’dan döndükten sonra bu mesleğin daha profesyonel yapılmasına dair, gazetecilerin örgütlenmesine ilişkin yazılar da yazmıştır. Bu işin bir boyutu. Resimli Ay’da halka yönelik bir yayın yapıyor. Sadece belirli elit tabakanın okuduğu yayınlardan ziyade herkesin ilgisini çeken bir yayın politikası benimseyecektir. Bir diğer boyutu lobi faaliyeti. Dergiler kurup Müslümanları örgütlemeye çalışmışlar, dernekler kurmuşlardır. Millî Mücadele için aralarında para toplamışlar, Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin gelişmesine katkı sağlamışlardır. Fuat Umay Ankara’yı temsilen ABD’ye gelmiştir, ona mihmandarlık yapan Zekeriya Bey olmuştur, tabii Sabiha Hanım’ın da katkısı vardır. The New York Times’ta ve “Current History” adlı dergide Ankara’yı, Millî Mücadele’yi savunan yazılar yazmıştır.

Atatürk’le Yaşadığı Polemik

Yurda döndükten sonra Matbuat Umum Müdürlüğü yapıyor. Fakat Hakimiyet-i Milliye gazetesiyle ilgili bir eleştiri getiriyor ve Atatürk’le bir polemik yaşıyor. Nedir bu polemik?

Hakimiyet-i Milliye ile ilgili önce İsmet Paşa ile ufak bir sürtüşmesi var. “Ben böyle bir gazete tanımıyorum” diyecektir. İronik diyebileceğimiz bir eleştiri yapıyor. Atatürk’le de bir sorun yaşayacak. Orada da gazetenin başına kimin getirileceği ve ne gibi bir ıslahat yapılacağı konusunda fikir istenecektir. Toplantıda Zekeriya Bey dışında başka gazeteciler de vardır. Atatürk son tahlilde Recep Peker’i uygun görecektir, herkes uygundur diye yanıt verirken Zekeriya Bey yine sözünü sakınmıyor “Recep Peker iyi bir askerdir ama gazetecilik onun mesleği değildir” diyecektir.

Daha sonra Basın Yayın Umum Müdürlüğü’nde “Basına sansür uygulanmayacak” diye bir açıklama yapacaktır. O dönem İstanbul-Ankara arasında ciddi çekişmeler söz konusudur. İstanbul basını, Ankara’yı eleştiren yayınlar yapmaktadır. Zekeriya Bey muhalif basından birini Abidin Daver’i İstanbul Matbuat Müdürlüğü’nde istihbarat bölümünün başına getirecektir. Bu durum aslında onun gazeteciliğe profesyonel bakış açısını göstermektedir. Kendisi eleştirildiğinde “Muhalif olabilir ama bu işin ehlidir” diyecektir.

Sansürle ilgili açıklamasından sonra bir uyarı alıyor ve istifa ediyor değil mi?

Önce istifa etmeyi düşünüyor. Uyarı alıyor. İstifa etmeyecek. Görevden alınmayı bekliyor. Onun belgesine de ulaşmıştım.

Zekeriya Sertel’e getirilen eleştirilerden biri de 1915’te Ermenilerle yaşananlara ilişkin olumlu veya olumsuz herhangi bir görüş belirtmemesi. Dostlukları var aslında Ermenilerle. Siz çalışmanız sırasında bu konuyla ilgili herhangi bir bulguya ulaşabildiniz mi? Bu tutumunu nasıl açıklamak gerekir?

Benim için de en karanlık kısımlardan biri bu. Yalnızca Amerika basınına yazdığı yazıda ufak bir kısım var. Orada mukatele yani bir nevi karşılıklı katliam olduğunu söylüyor. Ermeni dostları var. Vartan İhmalyan, Aram Pehlivanyan TKP’li olup sürgün yıllarında onunla mesai arkadaşlığı yapmış isimler. Onlarla yakın dostluklar kurmuş. Bu konuda Zekeriya Bey eleştirilebilir ama Ermeni kökenli isimler arasında da 1915’e yönelik bir anlatım yok ki. Hatırlanmak istenmeyen, kötü bir dönem olarak gördükleri için sonraki yıllarda da buna ilişkin bir şey söylemiyorlar. Daha çok susmayı tercih etmişler. 1915’te olanlara ilişkin bilgisi olmayan bir isim değil, o dönem Aşair ve Muhacirin Umum Müdürlüğü’nde (Aşiretler ve Muhacirler Genel Müdürlüğü) Şükrü Kaya’nın yardımcısı. Sadece Current History’e yazdığı bir yazıda mukatele benzeri bir tez savunuyor.

Serteller Yönetimindeki Tan Gazetesi

Zekeriya Sertel’e göre, Tan gazetesinde, önceden köşe başlarını tutmuş olan Burhan Felek, Fikret Adil ve Eşref Şefik gibi isimler ileriyi göremeyen eski Osmanlı tipi yazarlardır. Kendilerinin çizgisi bu yazarlardan farklı. Sabiha Sertel’in de bu durumdan rahatsız olduğunu okuyoruz ve bu dönemki Tan Gazetesi’ni “Babil Kulesine” benzetiyor. Sonra onların yönetimi devraldığı Tan dönemi başlıyor.  Sertellerin yönetimindeki Tan Gazetesi nasıl bir gazete?

Tan’ın hikâyesi daha eskiye dayanıyor, İş Bankası’nın girişimiyle Mahmut Soydan tarafından kurulmuş, daha sonra 1935’te Halil Lütfi Dördüncü, Zekeriya Sertel, Ahmet Emin Yalman yönetiminde bir gazeteye dönüşüyor, Tan adını alıyor. 1935-1938 yıllarında Ahmet Emin Yalman yönetiminde çıkan, başyazılarını Yalman’ın yazdığı bir gazete. Zekeriya Bey’in yazıları 1936’dan sonra iç sayfalarda gözükmeye başlıyor. Serteller daha geri planda. 1938’e kadar bu böyle devam edecek. 1938’de Tan Gazetesi’nin üç aylık bir kapanma süreci oluyor. Atatürk hastadır ve basına bu konuda yazılmamasına ilişkin kesin bir emir verilmiştir. Ahmet Emin Yalman, Atatürk’ün rahatsızlığıyla ilgili her ne kadar iyi niyetli bir yazı gibi gözükse de bu konuyu dillendirdiği için gazete üç ay kapatılıyor. Bu kapanış, Tan Gazetesi’ndeki dönüşümü başlatacak. Ahmet Emin Yalman’ın gazete açıldıktan sonra birkaç yazısına denk gelmiştim ama sonrasında yönetim Sertellere geçecektir. Gazetenin yazı kadrosunda da değişiklikler olacaktır, yeni isimler yazı kadrosuna katılacaktır.

Zekeriya Sertel 1940’larda Türkiye’nin totaliter rejimlerle demokrasi arasında bir tercih yapması gerektiğini yazıyor.

1938’den 1940’lara kadar olan süreçte II. Dünya Savaşı’ndaki dış politika konusunda hükümetin hassas olduğu bir konu bu, çizilen sınırlar var, biraz aştığınızda kapatılırsınız. 1943’e kadar bu böyle. Sertellerin baştan beri destekledikleri çok partili sistemler üstün duruma geçene kadar bu böyle devam ediyor. 1943-1944 yıllarında Tan Gazetesi’nde rahat bir şekilde hükümeti eleştirmeye başlayacaklar.

“Zekeriya Sertel Bir Solidaristtir”

Sonrasında da Hüseyin Cahit Yalçın imzalı ‘Kalkın Ey Ehli Vatan’ başlıklı bir yazı yayımlanıyor. O sürece nasıl geliniyor? Zekeriya Sertel, Lütfi Kırdar’la iletişim halinde. Kırdar her şeyin kontrol altında olduğunu söylüyor ama öyle olmadığını görüyoruz. Neler oluyor o süreçte?

Lütfi Kırdar’la Türk Ocakları’ndan arkadaş. Tan, başından itibaren Serteller için önemli. Meslek hayatlarının zirvesi diyebiliriz. Geniş kitlelere ulaşıyorlar. Türkiye’de önemli gazetecilerden biri haline geliyorlar. 1942’ye kadar kontrollü, başta söylediğim gibi söylenebilecek kadarını söylemek gibi, kontrollü bir muhalefet durumu söz konusu ama Stalingrad’da Hitler orduları mağlup olup müttefikler üstün duruma gelince Serteller hükümeti net bir şekilde eleştirmeye başlıyorlar. Özellikle dış politikaya yönelik eleştiriler yapıyorlar. Bunlar sonra rejime, tek partili sisteme, otoriterliğe yönelik eleştirilere dönüşüyor. Burada bir şeyi de düzelteyim. Zekeriya Bey’le ilgili sosyalistlik, komünistlik suçlamaları dile getirilir. Aslında Zekeriya Bey’in o dönemde daha farklı bir anlayışı, arayışı var. Zekeriya Bey bir solidaristtir. Liberalizmle-sosyalizm arasında bir orta yolu bulmaya çalışır. Liberalizmin olumlu gördüğü, eleştirdiği yerleri var. Sosyalizm de keza öyle. Bunlar arasında üçüncü bir yol arıyor. II. Dünya Savaşı yıllarındaki yazılarına baktığımızda yine Zekeriya Bey’in benzer bir anlayışta olduğunu görüyoruz. Çok bilinmez Zekeriya Bey’in hakkında en çok olumlu yazı yazdığı ülkelerden biri ABD’dir. Sovyetler için de yazdıkları var.

ABD’yi eleştirdiği yerler de var. Doğu halklarına oryantalist bakışı eleştiriyor.

Tabii. ABD ile Sovyetler Birliği’nin birlikte savaşı kazanan taraf olarak daha iyi bir dünya kuracağı bakış açısı var ama ne yazık ki gerçekleşmeyecek, Soğuk Savaş’a doğru gidilecektir. Kritik nokta şu: 1944 yılından itibaren hükümetin hassas olduğu dış politikaya ilişkin sert eleştiriler yapmaya başlıyor. Kendisine Eski Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras da destek verecek, dış politika konusunda yola çıkarak rejimi eleştirmeye başlayacaktır. Hükümetin o dönemde dokunulmasını istemediği ne kadar yer varsa Tan’da sert eleştiriler yapılacaktır.

Zekeriya Sertel: Gençtik, heyecanlıydık, yeniyi kurmak istiyorduk

Nâzım Hikmet’le dostlukları var. Sertellerle Nâzım Hikmet’in nasıl bir dayanışması var?

Yanlış hatırlamıyorsam Vâlâ Nurettin aracılığıyla 1927 yılında tanışıyorlar. Nâzım Hikmet, Vâlâ Nurettin’le birlikte Moskova’ya gidip eğitim görüyor. Döndükten sonra Nâzım Hikmet Babıali’de kolay iş bulamıyor. Biraz uzak duruluyor ondan. Zekeriya Bey söz hürriyeti konusunda çok hassas olduğu için sansür meselesinde de olduğu gibi “Ona da söz hakkı verelim” diyor. Vâlâ Nurettin onları tanıştıracak ve Nâzım, Resimli Ay’da çalışmaya başlayacaktır. Tashih, redaksiyon işleriyle uğraşıyor, daha sonra bazı şiirleri yayınlanıyor. ‘Putları Yıkıyoruz’ yazı dizisi çıkacaktır. Abdülhak Hamit, Mehmet Emin Yurdakul, hatta Namık Kemal gibi isimlere sert eleştiriler getirecekler ve basındaki bazı isimlerin tepkisini çekeceklerdir. Zekeriya Bey, hatıralarında bu konuda öz eleştiri yapmıştır. “Gençtik, heyecanlıydık, yeniyi kurmak istiyorduk” diye yazar. Bu yazı dizisi Nâzım Hikmet’le Zekeriya Bey’in kader ortaklığını pekiştirecek. Sonraki yıllarda da Nâzım, Serteller’e özellikle sürgün yıllarında yardım edecektir, sürekli görüşeceklerdir. Tan baskınından sonra “Onlar ümidin düşmanıdır” şirini yazacaktır. Ölene kadar da dostlukları devam edecektir. Yıldız Hanım aileyi temsilen Nâzım Hikmet’in cenazesine katılır.

Bizim Radyo’da da birlikte çalışıyorlar.

Bizim Radyo Leipzig’de, Budapeşte Radyosu’nda da birlikte çalışmışlar, radyoculuk serüvenleri var. Zekeriya Bey hiçbir zaman TKP üyesi olmamakla birlikte demokrat bir isim olarak bazı çalışmalara dahil oluyor. Ancak çok uzun ömürlü olmayacak yine Zekeriya Bey’in sözünü sakınmaması nedeniyle komünizme, Sovyetler’e yönelik eleştirilerini açık açık dile getirmesi bir yerden sonra tasfiye edilmesine sebep olacak. Daha sonra Sabiha Hanım ve Yıldız Hanım da pasif bir duruma getirilecektir.

Zekeriya Sertel Kahrederek Öldü

Son yıllarında da Nâzım Hikmet’le ilgili yazdıkları nedeniyle eleştiriliyor.

Ömrünün sonunda Nâzım Hikmet’le ilgili Milliyet Gazetesi’nde bir yazı dizisi hazırlamıştır. Bu yazı dizisi sol çevrelerde hatta kendi arkadaşları arasında tepkiyle karşılanacak ve yalnızlığa itilecektir. Nâzım Hikmet’i suçluyor denilecektir. Oysaki yazı dizisine baktığımızda pek de Nâzım Hikmet’le ilgili kötü bir şey yoktur. İnsani yönlerini dile getirmiştir ama Sovyetler’e yönelik ciddi eleştirileri vardır. O eleştiriler hoş karşılanmamış, üzerine epeyce gidilmiştir. Biraz da buna kahrederek öldüğünü söyleyebiliriz. Türkiye’deki sol çevrelerin bununla ilgili bir öz eleştiri yapması gerekir. Nâzım Hikmet meselesi orada sadece paravan olarak kullanılmış, Sovyetler’e ilişkin eleştirileri asıl olarak tepkiyle karşılanmış ama bunu dahi söylememişlerdir.

Zekeriya Bey hep yeninin peşinde koşan, nostaljiyi sevmeyen bir isim. Sosyalizme ilgi duyuyor, onun getirdiği eleştirileri dikkate alıyor, sosyal meselelerin çözülmesi ve sosyal adaletin sağlanması konusunda sosyalizmden etkilendiğini söyleyebiliriz. Ama hiçbir zaman söz hürriyetinden vazgeçmiyor. ABD’ye hayran olduğu şeylerden biri budur. Fakat yanlış tanınmış, sözünü sakınmaması onu kimi zaman İstiklal Mahkemesi’ne düşürmüş, kimi zaman Sovyetler’de başına işler açmış, Türkiye’de dışlanmasına, kahrederek ölmesine yol açmıştır.

Paris’ten Türkiye’ye geldiği zaman havaalanından geri gönderiliyor. Çok üzücü bir durum. Solu birleştireceği için korkuluyor ondan.

Evet, ilk gelişi 1969’da. Yeşilköy’den geri gönderiliyor. Ona da çok üzülmüştüm.