Babadan oğula Erbakan ve Millî Görüş

AKP kültürel-ideolojik olarak Erbakan mirasının taşıyıcısıymış gibi kendini takdim etmekle birlikte esasen 1980-sonrasında Turgut Özal’la birlikte önü açılan kapitalizme dost, onu “helâl” sayan bir neoliberal/neomuhafazakâr güzergâhtan bu toplumun karşısına çıkmıştır. Özal’la birlikte 1980’lerden itibaren önü açılmış, 1990 başlarında kurumsallaşmış, 2000’lere gelindiğinde ise artık iyice palazlanmış dindar-muhafazakâr burjuvazinin tam desteği ve itici gücüyle iktidar olmuştur. Elbette kent yoksullarını da onları muazzam rantlardan nasiplendirme vaatleriyle kendine razı kılarak…

Temel Karamollaoğlu, Yeniden Refah Partisi Başkanı ve Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan için “babalarının genel başkan olduğu partiye ihanet ettiler” demiş. “Babasının kitabını alıp okuyup her gittiği yerde bunu anlatmak Millî Görüşçü olduğu anlamına gelmez” diye de devam etmiş.

Bunu bir tık ileri götürmek gerek. Oğul Erbakan’ın aslına bakılırsa sadece babasının partisine değil, fikriyatına ihanet içinde olduğu da ileri sürülebilir. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi, evet, Erbakan hareketinin içinden, ama onu “değilleyerek”, ondan bir “mutant” olarak siyaset sahnesine çıkmıştır.

Bir başka deyişle, doğuşu itibarıyla Erdoğan liderliğindeki AKP, İslamcılıkla halelenmiş olmakla birlikte Millî Görüş’ün “ruhuna Fatiha” okuyarak çıkış bulmuş bir “ekonomi-politik” harekettir.

Bu durum “zarf ve mazruf” mecazıyla da anlatılabilir. AKP’nin zarfı ya da dış görünüşü, onun önde gelenlerinin bağrından çıktıkları Erbakan ve Millî Görüş hareketi olabilir. Ama AKP’nin mazrufu, 1980-sonrası dönemde karşımızdaki Özal ve neo-liberalizmdir. Bu da AKP’yi Necmettin Erbakan söz konusu olduğunda “devam”ın değil “kopuş”un karşılığı, fikri açıdan da bir mutabık değil “muarız” kılar.

Kısaca ve satır başlarıyla açmaya çalışalım.



Anti-kapitalist Millî Görüş
Fatih Erbakan özellikle toplumsal ve kültürel konularda, “İstanbul Sözleşmesi” ya da 6284 sayılı yasa gibi başlıklar dolayımıyla muazzam bir taassup içinde kendince babasının sıkı sıkıya takipçisi gibi bir resim verirken, yöneldiği AKP bünyesinde Kur’an’la “Bakara-Makara” diye dalga geçmiş olanların, dışlanmak bir yana, hâlâ bol bol ödüle mazhar kılındıklarını nasıl görmezlikten gelmekte, bu ayrı bir konudur. Fakat asıl önemli mesele, baba Erbakan’ın AKP tarafından tamamen terk edilmiş ekonomi-politik önerileridir ve Millî Görüş’ün de onun 1990’lara uyarlaması sayılabilecek “Adil Düzen”in de esasını bu oluşturur.

Erbakan, liberal-kapitalizme karşıydı. Siyasi serüveninin ilk göz ağrısı olan Milli Nizam Partisi (1970) programında “sermaye hareketlerini insanlığın maddi ve manevi gelişmesine zarar verecek şekilde başıboş bırakan sermayeye ve bir kısım kimselere meşru esaslar dışında çalışmadan tufeyli şekilde istismar imkânları sağlayan materyalist-kapitalist görüşlere” karşı olunduğu kaydedilir.1

Çünkü Erbakan 1970’ler Türkiye’sinde önce Milli Nizam Partisi, sonra da Milli Selâmet Partisi ile ekonomik değişmeden rahatsız kesimlerin hissiyatına siyaseten tercüman olarak ortaya çıkmıştır. O yıllarda giderek ivme kazanan kapitalistleşme süreci (ki burada belki TÜSİAD’ın 1971’de kurulmuş olduğunu da not etmek uygun olur) ülkede, özellikle de taşrada küçük toprak sahibi çiftçilerin, küçük esnafın ve zanaatkâr zümrenin aleyhine bir gidişatın önünü açmıştır. Kendilerini tehdit altında hisseden bu kesimler, eskinin güven ve huzurunu “millî” bir yenileşme (sanayileşme) vaadiyle, kültürel kimlik ve moral değerler bağlamında İslâm’a vurgu yapmayı da ihmal etmeden birleştiren Erbakan’a meyletmişlerdir.

Erbakan’ın konuşmalarından derlenmiş ve Karamollaoğlu’nun belirttiği üzere şu aralar oğlunun da elinden düşürmediği anlaşılan Millî Görüş adlı kitapta da şunlar kaydedilir: “Liberal görüş Batıdaki sömürücü, koyu faizci kapitalist görüşlerden ilhamını almaktadır. Dolayısıyla milli bünyemizin kendisini temsil eden milli görüşe karşılık sol ve liberal görüşler milli ihtiyaca cevap vermekten uzak olup saadet ve selâmet getirmezler”2.

Aynı yaklaşım, Erbakan’ın bu defa “taşra”nın değil on yıllardır devam eden iç göçün sonucu olarak kent varoşlarına yığılmış yoksul kitlelerin çaresizliğini, tepkisini, öfkesini siyasete taşıdığı ve “Adil Düzen” projesiyle şekillenen 1990’ların Refah Partisi programında da karşımıza çıkar: “İnsanlık Batı medeniyetinin kurduğu Komünizm ve Kapitalizmin iflası karşısında yeni bir düzen arayışındadır; bu düzen RP’nin siyasal platforma taşıdığı ‘adil düzen’dir”.3



AKP’yi Özal’da ara!
Elbette bir siyasi-ideolojik doktrin olarak gerek “Millî Görüş” gerek “Âdil Düzen” ne kadar gerçekçidir ne kadar ütopiktir ne kadar tutarlıdır ne kadar fantastiktir; bütün bunlar tartışılabilir. Ama bunun sosyalizme olduğu kadar, hatta ondan daha belirgin mahiyette kapitalizme karşı “üçüncü yol” arayışından çıkan bir ideolojik formül olduğu, yukarıda sıralanan alıntılardan da anlaşılacağı üzere tartışılmazdır.

AKP ise kültürel-ideolojik olarak Erbakan mirasının taşıyıcısıymış gibi kendini takdim etmekle birlikte esasen kapitalizme dost, onu “helâl” sayan bir neoliberal/neomuhafazakâr güzergâhta bu toplumun karşısına çıkar. O, Özal’la birlikte 1980’lerden itibaren önü açılmış, 1990 başlarında (MÜSİAD’la) kurumsallaşmış, 2000’lere gelindiğinde ise artık iyice palazlanmış dindar-muhafazakâr burjuvazinin tam desteği ve itici gücüyle iktidar olmuştur. Elbette kent yoksullarını da onları muazzam rantlardan nasiplendirme vaatleriyle kendine razı kılmıştır. Bugün de bir tek adam güdümünde tamamen bir sermaye-şantiye-rantiye Müslümanlığının temsilcisi, deyiş yerindeyse “beyaz Müslümanlığın” çıkarlarının savunucusu “4Y” (yoksulluk-yolsuzluk-yasaklar-yozlaşma) partisi olarak karşımızdadır.

Erbakan’ın ise 1980’lerde Özal’la birlikte önü açılmış süreçte dindar-muhafazakâr kesim bünyesinde derinden derine devam edip sonra yüzeye çıkan, kapitalizm yörüngesinde ve yüzü Batı’ya dönük bu ekonomik değişimi değerlendirmekte ne çok yeterli ne de çok istekli olmuş olduğu söylenebilir. Belki bir itiraz, bütün bu sürecin “ön-tarihi”nin 1994’ten itibaren Refah Partisi bünyesinde, özellikle iki büyük şehir, İstanbul ve Ankara’da belediyelerin kazanılmasıyla başladığı vurgulanarak yapılabilir. Doğrudur, ama işte bu “kazanım”la önü açılan, kendilerine “Yürü ya kulum” denmiş “Yenilikçiler”, söz konusu yeni ekonomi-politik yörüngeyi daha etkin ve engelsiz işlerliğe sokma yolunda Erbakan’ın tarihe gömüldüğü 28 Şubat-sonrası dönemde Beyaz Saray’dan da icazet alarak Refah’tan “mutant” AKP bandırası altında mamur, mağrur ve muktedir olmuşlardır.


Millî Görüş’ü önce gömüp sonra hortlattılar
Sonuçta 21 yıllık AKP iktidarınım aşağı yukarı ilk on yılında Millî Görüş “ruhuna Fatiha” okunup toprağa gömülürken Erbakan da siyasal-ideolojik anlamda “yaşarken ölmüş” hale getirildi denilebilir. Fakat sonrasında daha beterini yaptıkları da söylenebilir: 2010 dönümünden ve 2011 seçim zaferinin ardından Suriye iç savaşına neo-Osmanlıcı maceraperestliklerle angaje olurken ve 2013’te de ülke içinde Gezi direnişi karşısında saldırgan-kutuplaştırıcı siyasetin önünü iyice açarken o ruhuna Fatiha okudukları Millî Görüş’ü “hortlatma” çabasına da girişmişlerdir.

AKP’nin Baba Erbakan’ın “Millî Görüş” hareketiyle ilişkisi kabaca bundan ibarettir ve Oğul Erbakan bugün babasını fikren, manen ve ruhen bitirmiş olanlarla birlikte hareket etmektedir.

1 Akt. Ali Y. Sarıbay, Türkiye’de Modernleşme, Din ve Parti Politikası-MSP Örnek Olayı, 1985, ss. 103.
2 Sarıbay, Türkiye’de Modernleşme, ss. 113-114.
3 İhsan D. Dağı, Kimlik, Söylem ve Siyaset – Doğu-Batı Ayrımında Refah Partisi, Ankara, 1998, s. 26

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi