Hiç utanman yok mu Harari!

Harari’ye göre 21. yüzyıl, savaşın en temel insanlık sorunlarından biri olmaktan çıkacağı asır olacaktı. Şöyle yazmaktaydı: “İyi habere gelince, savaşların da sonu yakın. Tarih boyunca insanlar savaşların varlığını hep kanıksadı, oysa barış sadece geçici ve kırılgan bir durumdu. Orman Kanunu tamamen ortadan kalkmamış olsa da 20. yüzyılın ikinci yarısında nihayet geçerliliğini yitirdi. Birçok bölgede savaşlar hiç olmadığı kadar seyrekleşti. Görünen o ki artık şeker, baruttan daha tehlikeli…” 2016’da bunları yazıp “çoksatar” olduktan ve ününe ün kattıktan yedi yıl sonra Harari şimdi “teorik olarak” bir nükleer savaşın belki 24 saat içinde başlayabileceği uyarısıyla karşımıza çıkıyor. Bu yüzden biz de ona diyoruz ki hiç mi utanmıyorsun, yazık!..

Sapiens ve Homo Deus başlıklı çoksatarlarıyla dünya çapında popülarite kazanmış İsrailli tarihçi-yazar, kamusal entelektüel ve kimilerince “enfoteynır”[1] Yuval Noah Harari Gazze’de iki haftadır süren çatışma dehşetinin ortasında ha bire arz-ı endâm ediyor. BBC’den Washington Post’a, CNN’in “International” olanından “Türk” sürümüne, oradan oraya seğirtiyor. Savaşın dehşetinden ve barış umutlarının nasıl çok ama çok uzaklarda kalıp adeta bir serapa döndüğünden; Netanyahu’nun kendi siyasi kariyeri için nasıl tüm ülkeyi kutuplaştırırken böylesi bir dehşete de davetiye çıkardığından; ve Hamas’ın da İsrail’e gaddar saldırısı, IŞİD’i aratmayan kelle uçurmalarıyla hem barış görüşmelerini dinamitleyip hem de kendi varlığını nasıl pekiştirme imkanı yarattığından dem vurmakta o… Washington Post’taki yazısına “Hamas savaşı kazanıyor mu?” başlığını atmış. Eğer örgütün amacı İsrail-Suudi barış anlaşmasını ve buna bağlı olarak normalleşmeye/barışa gidişi sabote etmek idiyse bu takdirde onun “savaşı nakavtla kazanma” yolunda olduğunu yazmış. Dahası, eğer halen devam eden savaşa Hizbullah ve İran da çekilip onlar İsrail’i vururlarsa Tel Aviv’in de nükleer silah kullanabileceği kaygısını paylaşmış.

“Nükleer savaş teorik olarak belki 24 saat içinde başlayabilir” diye ürkücü bir not düşmekten de geri kalmamış.

Hani savaşların sonu yakındı?!

Harari’nin yazdıklarını okurken, söylediklerini dinlerken onun adına ben utandım.

Daha öncesinde neler neler yazdığını satır satır bildiğim için utandım.

Söze önce mahcubiyet içinde “Ben dün böyle yazmıştım, şimdi bu olanlar karşısında her şeyden önce o yazdıklarımı revize etmem gerekir” diye başlamayıp, pişkin pişkin adeta tek kişilik bir “think-tank” gibi oradan oraya koşturup devletlerin-örgütlerin savaş arzusu, savaşın dehşeti ve nükleeriyle daha da felaket ölçeklere ulaşabileceği riski üzerine ahkam kesmesi nedeniyle utandım.

Çünkü Harari, söze başlarken kaydettiğimiz ve açık ki tarihçiliğinden çok daha büyük olan şöhretini, 21. yüzyılda insanlığın Homo sapiens olmaktan Homo deus (Tanrı-insan) olmaya ilerleyip dünyada savaşı başat bir olgu olmaktan çıkaracağı iddiasına borçludur. Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens’den sonraki çoksatarı; çok alınan, çok okunan ve kendisine çok ama çok para kazandıran Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi kitabının özü budur.

Harari’ye göre 21. yüzyıl, savaşın en temel insanlık sorunlarından biri olmaktan çıkacağı bir asır olacaktır. Şöyle yazmaktadır:

“Üçüncü iyi habere gelince, savaşların da sonu yakın. Tarih boyunca insanlar savaşların varlığını hep kanıksadı, oysa barış sadece geçici ve kırılgan bir durumdu. Uluslararası ilişkiler, iki devlet barış halinde olsa dahi, savaşın her daim bir seçenek olarak kenarda durduğu Orman Kanunu’yla işliyordu. (…) Orman Kanunu tamamen ortadan kalkmamış olsa da 20. yüzyılın ikinci yarısında nihayet geçerliliğini yitirdi. Birçok bölgede savaşlar hiç olmadığı kadar seyrekleşti. (…) Görünen o ki artık şeker, baruttan daha tehlikeli.” [2]

2016’da bunları yazdıktan yedi yıl sonra Harari şimdi “teorik olarak” bir nükleer savaşın belki 24 saat içinde başlayabileceği uyarısıyla karşımıza çıkıyor.

Bu yüzden biz de ona diyoruz ki hiç mi utanmıyorsun, yazık!..

Savaş, salgın, kıtlık yok mu artık?!

Harari, Homo Deus’ta insan türünün 21. yüzyılda tanrı mertebesine ulaşacağı iddiasını şöyle dillendirir:

“İnsanlığı hayatta kalma mücadelesinde yukarılara taşıdık. Şimdi artık insanları tanrı mertebesine yükseltmek için çalışıp Homo sapiens’i Homo deus’a dönüştürebiliriz.” [3]

Bu iddiayı temellendirme yolunda Harari, insanlığın uzun tarihsel varoluş serüveninden bugüne onun yaşam akışının seyrini belirleyen üç temel sorunla mücadelede artık başarıyı ulaştığını öne sürmektedir. Çevrenize hemen şöyle bir baktığınızda; mahallenizden başlayıp ta “Fizan”a kadar her yere kuş bakışı göz attığınızda hepinize inanılmaz gelecek bu artık “aşılmış” üç sorun şunlardır: Açlık, salgın ve savaş…

Harari’ye göre günümüzde çok yemekten ölen insan sayısı gıdasızlıktan ölen insan sayısından fazladır; 2014 itibarıyla aşırı kilodan mustarip 2,1 milyar insan varken, yetersiz beslenen insan sayısı 850 milyondur. Her ne kadar AİDS, Ebola, SARS, kuş gribi gibi felaketler yakın zamanlarda kendini göstermişse de salgınlarla mücadelede ibre insanlığın lehine dönmüş, doğal salgınlar karşısında çaresiz günler geride kalmıştır (Harari bunları yazdığında ortalıkta Covid-19 yoktur). Ve evet, savaşların da sonu yakındır; eskiden barış, savaşın geçici yokluğu olarak değerlendirilirken bugün barışa savaşın mantıksızlığı olarak bakılmaktadır. 1945’ten beri atılmamış bombalar-fırlatılmamış füzelerle dolu bir dünyada yaşamaktayızdır; terör bile sonuçta Coca-Cola ya da obezite kadar ciddi bir tehdit değildir artık. Dolayısıyla “Orman Kanunu”, yani savaşın daimî, barışın geçici olma durumu, insan dünyasında geçerliliğini yitirmiştir.[4]

Bu tespit, sav ve temellendirmelerin ardından Harari artık kıtlık, salgın ve savaşların mesele olmaktan çıktığı bir dünyada onların yerini insanlığın yeni meseleleri olarak ölümsüzlük, mutluluk ve tanrılaşma aldı demektedir. Yani 21. yüzyılda yaşlanmayı geciktirme, hayatı uzatma ve ölümü yenme yolunda da; yaşarken mutluluk seviyesini her koşulda yükseltme yolunda da; robotlar, siborglar, yapay zekalarla tanrı mertebesine ulaşma yolunda da biyokimyasal, biyoteknolojik ve biyomühendislik doğrultulu çalışmalar insanlığın gündemini işgal etmektedir. Giderek daha da fazla edecektir ve buradan bir üst-sürüme, artık sadece insan olmanın ötesinde “tanrısal” bir aşamaya, “Homo Deus”a geçilmesi de yakındır.

Malthus’un hayaleti Harari’nin koynunda

Harari’nin insanlığın artık “aşılmış” üç ezeli sorunu bahsinde bir “gizli özne” olarak 18. ve 19. yüzyıllarda yaşamış İngiliz siyasal-ekonomist, nüfusbilimci ve aynı zamanda rahip Thomas Malthus’un izlerinin hissedildiğini belirtmeden geçmemek gerekir. Savaş, salgın ve açlığın asırlar boyu insanlığın aşılmaz sorunları olduğunu ve insan nüfusunun da bu üç sorunun koşullayıcı dinamiğiyle “plânlandığını” söyleyen Malhtus’u hatırlamamak mümkün değil Harari’yi okurken…

Malthus’un 1789’da yayımlanmış Nüfusun İlkeleri Üzerine Bir Deneme adlı eseri, insan nüfus artışıyla doğal yaşam kaynakları arasındaki dengeye ilişkin bir açıklama önerisidir. İnsan nüfusunun katlanarak (“geometrik”) artışına karşılık gelemeyen sınırlı (aritmetik) artış içindeki yaşam kaynakları nedeniyle kendini gösteren dengesizlik Malthus’a göre savaşlara, salgınlara ve açlığa bağlı kırılmalarla aşılmaktadır. Dolayısıyla savaş, açlık ve salgın bir taraftan muazzam insani kayıplara yol açsa da sonuç itibarıyla nüfus ile yaşam kaynakları arasında bir denge oluşturduğu için çok da kötü sayılmazlar Malthus tarafından… O, bunları “olumlu kontrol mekanizmaları” (positive checks) olarak nitelendirir.[5]

“Kapitalizm harikalar yarattı, kabul etmeliyiz!”

İşte Harari bu üç “Malthus’tan mülhem” sorunun insanlığın bugün sahip olduğu “biyoteknolojik” yetkinlikle artık aşıldığını söylemekte. Ama bu yetkinliğin, kullanılış biçimi ve yörüngesi itibarıyla, yeryüzüne ölümü indirecek şekilde korkunç bir ekolojik yıkıma yol açtığını, dolayısıyla hemen her yerde ekonomik sorunları ve siyasal, askeri, paramiliter ya da terörist kapışma ve çatışmaları tetiklemekte olduğunu ihmal ediyor o… Daha doğrusu, hadi haksızlık etmeyelim, ihmal etmese de öncelemiyor, marjinalleştiriyor geri plâna itiyor. Mesela şunları da okuyoruz kitabında:           

“Anlatılmak istenen; kıtlık, salgın ve savaşların yeryüzünden silindiği ve artık bu konularda rahat olabileceğimiz değil. (…) En önemli mesele, insan türünü ve gezegeni bir bütün olarak kendi gücümüzden korumak olacaktır. (…) Kıtlık, salgın ve savaşlar azalsa da elitler sonsuz gençlik ve ilahi güçler peşinde koşarken, gelişmekte olan ülkelerde ve köhne mahallelerde milyarlarca insan yoksulluk, hastalık ve şiddetle mücadele etmeye devam edecek. (…) Kapitalistlerin, ‘Yeterince büyüdük, artık yavaşlayabiliriz’ diyeceği bir an asla gelmeyecek. (…) Gelişme ve büyüme sonucunda ekosistem yok olursa bedelini sadece vampir yarasalar, tilkiler ve tavşanlar değil Sapiens de ödeyecek.” [6]

Harari bunları kaydetmektedir ama satır aralarında kaydetmektedir! Kitabın hâkim vurgusu, öyle ya da böyle, açlık, salgın ve savaşın insan dünyasında (nihayet bulmasa bile) sönümlenmekte olduğudur. Dahası böyle bir şeyin vuku bulmuş olmasında asla “Artık yavaşlayalım” demeyecek olan o kapitalistlere de ne kadar teşekkür edilse azdır! Şöyle ki:

“Kıtlık ve salgınların önüne geçilmesinde, büyümeye inanan gayretli kapitalistlerin rolü büyüktür. İnsanların arasındaki şiddetin azalması, anlayış ve işbirliğinin artması konusunda da kapitalizm övgüyü hak eder [ve] insanların ekonomiye bakışını değiştirerek küresel barışa inanılmaz katkılar sağlamıştır. (…) Kapitalizmi eleştirirken faydalarını ve marifetlerini görmezden gelemeyiz. Gelecekte yaşanacak muhtemel ekolojik felaketi saymazsak ve ölçütümüz üretim ve büyümeyse kapitalizmin şu ana dek harikalar yarattığını kabul etmeliyiz. (…) Ara ara ekonomik krizler ve uluslararası savaşlar yaşasak da kapitalizm uzun vadede kıtlığı, salgınları ve savaşları engellemekle kalmadı, onları yenmeyi başardı. Binlerce yıl boyunca din adamları insanların bu illetleri kendi başlarına yenemeyeceklerini öne sürdüler. Yeni dönemin aktörleri bankacılar, yatırımcılar ve sanayicilerse iki yüzyıl içinde tümünün üstesinden gelmeyi başardılar.” [7]

Sistemi eleştir, ama incitme!

Yukarıda art arda aktardığımız ve aynı zihinden çıkmakla birlikte birbirine ters istikametlere savrulan bu iki alıntıya ne demeli, onları nasıl değerlendirmeli?.. Anlaşılan o ki Harari, tarımdan endüstriye ve özellikle son 250 yılda giderek ivme kazanıp şiddetlenmiş şekilde, bizim doğal çevreye/ekolojik sisteme karşı yıkıcı ekonomi-politik insan pratiği olarak kavramlaştırmayı tercih ettiğimiz bir olguyu, özcesi kapitalizmi sorgulama-aklama gelgitinde tatlı tatlı ve “eleştirsen de incitme” şiarıyla sörf yapmaktadır. Ürettiği metnin karakteristiği budur ve belki çoksatar olmanın sırrı da burada saklıdır!..

Zaten Homo Deus başlığı da nelerin öne çıkarıldığı ve nelerin daha geri plânda işlendiğine bakılarak anlaşılırlık kazanır. Çünkü geri plâna itilen ve satır aralarında zikredilenler öne çıkarılıp onlar üzerinde daha güçlü vurgularla yol alınmış olsaydı kitabın adı Homo Deus olmaz, olsa olsa “Homo Demonus” olurdu.

Homo Demonus

“Demonus”, “deus”tan farklı olarak uydurma bir tabir. Latince deus, Yunanca ve Antik Yunan’da tanrıların tanrısı Zeus ile aynı kökten çıkış bulan ve tanrı/kutsallık (deity) anlamı taşıyan bir sözcük. Deus ile ikili-karşıtlık içinde kullanılabilecek ve Yunanca daemon’dan çıkış bulup zamanla kötü ruh ya da şeytan anlamını kazanmış sözcük olarak “demon” var. Ama Harari’nin başlığındaki “(Homo) deus” ile etkileşimsel mahiyette ve onunla uyaklı olması itibarıyla “demon”dan “demonus”u türeterek “Şeytan-İnsan” karşılığı “Homo Demonus”u kendi çalışmamızda ve Harari’yr nazire mahiyetinde önerdik ve hanidir de kullanıyoruz.[8] İnsanın, bir parçası olduğu doğa ile kurduğu ilişki ve etkileşimde yörüngesinin tanrılaşmaktan ziyade şeytanlaşmaya yönelik olduğu görüşünden hareketle yapıyoruz bunu.

Harari diyor ki: “2016 dünyasının tıpkı 1916’daki gibi açlık, hastalık ve şiddetle dolu olduğunu iddia edenler, eski asırların bozguncu düşüncelerini ebedileştiriyorlar yalnızca. Bu görüş, insanların 20. yüzyılda sarf ettiği tüm çabaların boşuna olduğunu, tıbbî araştırmaların, ekonomik düzenlemelerin ve barış girişimlerinin beyhude olduğunu ima ediyor. Durum böyleyse neden zaman ve kaynaklarımızı daha fazla tıbbî araştırmaya, ekonomik yatırımlara ve barış girişimlerine harcıyoruz?” [9]

Öncelikle, bu satırları okuduğumuz 2016’dan sonra patlayan Covid-19 pandemisini de, her geçen gün kendisini daha belirgin hissettiren küresel açlık-susuzluk tehlikesini de, bir yıldır ateş, barut, füze, bomba ve ölüm gölüne boğulmuş Ukrayna’ya şimdi eklenen Filistin topraklarını ve ABD’nin dünyanın her tarafında savaşları/savaşanları fonlayan kararlarını da hatırlatıp takdiri size bırakalım!.. Fakat esas vurgulamak istediğim husus, Harari’nin bu söylediklerinin, eğer insanı “Homo Deus” değil de “Homo Demonus” olarak değerlendirmeye daha yatkınsanız farklı bir içerik kazanacağıdır. Şöyle ki insanların 20’nci yüzyılda sarf ettiği tüm çabalar, tıbbî araştırmalar, ekonomik yatırımlar beyhude değilse de yalnızca güçlü-zengin elitlerin ve onların hizmetindeki ekonomi-politik işleyişin hayrına-çıkarına; yoksul insanlığın, aciz hayvan ve bitkilerin ve de çaresiz doğanın zararına-yıkımınadır. Barış girişimleri ise artık çok açık-seçik şahit olduğumuz üzere, sadece ve sadece savaşın devamlılığına yönelik sürdürülmektedir.

Otur, kitabını yeniden yaz!

Ne diyordu Harari, savaş-barış dengesinde dünden bugüne değişmeye ilişkin o “tozpembe” yaklaşımında, tekrar hatırlayalım: “Eskiden barış, savaşın geçici yokluğuydu…”  

Harari’ye sormalı, şimdi ne fark var acaba; tüm dünyada ama özellikle de yaşadığın topraklarda?!.. Siyasi-askeri adı İsrail olan, coğrafi-kültürel adı Filistin olan yerde 75 yıldır olanlara bakıldığında da ara sıra beliren barış girişimleri, özünde savaşın sürekli varlığına işaretten öte başka ne anlam ifade etmekte?..

İşte şimdi de bir barış-girişimi “fasılası” ardından savaşa tekrar dönüldü. Ve sen bize o çoksatan kitabında, “Artık atılmamış bombalar, fırlatılmamış füzelerle dolu bir dünyada yaşamaya alıştık” dedikten sonra bugün bombaların-füzelerin ortasında nasıl etsek de barışa tekrar imkân yaratsak diye yazıyor-çiziyor, konuşuyorsun!..

Sen iyisi mi orada burada konuşmayı bırak, geç masanın başına, kitabını al, içindekileri tepetaklak ederek onu yeniden yaz ve üzerine “Homo Demonus” başlığını oturt!..   


[1] “Enfoteynır”, malumat haline gelmiş bilgiyi hoşça vakit geçirme imkânı verecek tarzda (entertainment olarak) sunanı tanımlayan ve İngilizce information (malumat) ile entertainer (eğlendirici) sözcüklerinin bileşiminden çıkan “infotainer” karşılığı olarak Türkçe kullanıma soktuğumuz bir tabir.

[2]Yuval Noah Harari, Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi (Çev. Poyzan Nur Taneli), Kolektif Kitap, 2016, s. 26-27.

[3] Harari, Homo Deus, s. 32.

[4] Harari, Homo Deus, s. 29-30.

[5] Thomas R. Malthus, An Essay on the Principle of Population, J. M. Dent & Sons Ltd, 1973.

[6] Harari, Homo Deus, s. 31, 68, 222, 225.

[7] Harari, Homo Deus, s. 221, 231-2.

[8] Tayfun Atay, Yeryüzüne Ölümü İndirdik Gülüm! – Homo Demonus Üzerine Antropolojik Serzenişler, Oğlak Yayınları, 2022.

[9] Harari, Homo Deus, s. 31.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi