BİR MASAL KAHRAMANI OLARAK SEÇİLECEK ADAY

BİR MASAL KAHRAMANI OLARAK SEÇİLECEK ADAY
Tarihin bu ülkeyi ve toplumu sürüklediği kritik dönemeçte değişimin toplumsal enerjisini örgütleyecek yüksek siyasi fikirlere burun kıvırmak moda oldu. Kazanacak aday kim, bunun peşine taktılar hepimizi, bütün enerjimizi insafsızca...

Tarihin bu ülkeyi ve toplumu sürüklediği kritik dönemeçte değişimin toplumsal enerjisini örgütleyecek yüksek siyasi fikirlere burun kıvırmak moda oldu. Kazanacak aday kim, bunun peşine taktılar hepimizi, bütün enerjimizi insafsızca soğuruyorlar. Oysa, kazanacak aday diye bir şey yoktur ve olamaz! Bu, saçma sapan, köhnemiş bir siyasal mitolojidir, bizi bugünümüze mahkum eden meşum kült arayışının kötü bir tercümesidir bu.

NEREDESİN KELOĞLAN?

Bugünlerde, kazanacak aday tartışmalarını sıradan bir seçmen olarak acı acı gülümseyerek seyretmek düşüyor bizlere. Kazanacak adayı kendinden menkul bir masal kahramanı olarak hayal ediyorum. Devleri, canavarları yenip bin türlü doğa üstü badireyi atlattıktan sonra padişahın kızıyla evlenen Keloğlan gibi bir şey midir bu? Bunca beceriyi nasıl bünyesinde topladığına akıl sır erdiremediğimiz ama nihayetinde hedefine ulaşmayı başardığı için hepimizin gönlünü kazanan, çaresizliğimizin yarattığı ataletin yükünü kendi sırtına alıp bize umudun ışığını gösteren bir kahraman. Nihayetinde Keloğlan tüm kötülükleri ortadan kaldırıp istediğini alır, bizler de içimiz rahatlamış şekilde sıradan yaşantılarımıza, gündelik yoksulluğumuza ve kimsesizliğimize geri döneriz. Şimdi akla şu soru geliyor, böyle acayip güçleri olan bir kazanacak aday mevcutsa eğer, altılı masaya, o geniş tabanlı siyasal ittifaklara, üzerinde çalışılan onca yapısal, yasal düzenlemeye, sistem tartışmalarına, politika belgelerine ne gerek var ki? Kahramanımız hepimizin yerine, hepimiz adına mücadele edip bize istediğimizi versin yeter, altılı masa ve diğer ittifaklarla birlikte toplum olarak bizler de kulağımızın üstüne yatıp seçim gününü bekleyelim. Kazanacak aday seçim günü dev bir mıknatıs gibi hepimizin oyunu kendine çeksin ve bu iş bitsin. Öyle olamayacağına göre net bir şekilde söylemek lazım: Kazanacak aday önermesi köhnemiş bir siyasal mitolojinin ürünüdür. Bize kazanacak adayın kazanacağı seçimden bir hayır gelmez. Seçimi, kazanacaksa eğer toplumun değişim isteğini taşıyabilecek siyasi proje kazanmalıdır. Kazanacak aday, ona bütün gücüyle arka çıkacak politik enerjiyi üretenlerle birlikte toplumsal muhalefetin ufkunu, tahayyüllerini doğru okuyabilen adaydır.

GENÇ SİYASET BİLİMCİLER RAHATSIZ!

Kazanacak aday önermesini kamusal tartışmanın gündemine siyasetçiler soktu, kanaat baronları da bunun üstüne balıklama atladılar. Gazetecileri, medya mensuplarını bir yere kadar anlamak mümkün, çünkü bu önerme matruşka bebekleri gibi içinden gündem içre gündemler çıkaran çok kullanışlı, sürdürülebilir bir spekülasyon alanıdır. Spekülatif konular medyanın mazotudur, gazeteciler depolarını böyle konularla doldururlar, ama bu konuları gündeme inandırıcı bir biçimde iliştirecek, halkı, kendi gündemlerini bırakıp gazetecilerin belirlediği konularla ilgilenmeye ikna edecek uzmanlara da ihtiyaçları vardır. Seçim sathı mahalline girdiğimizi anladığımız son aylardan itibaren bir takım genç, “muahlif” siyaset bilimciler ekranlarda daha çok görünür olmaya başladılar. Hepsi de yakışıklı, prezantabl, heybelerini özgüvenle doldurmuş çocuklar, belagatleri de pek kuvvetli. Ancak konuşmalarından, kanaat bildirme şekillerinden anlıyoruz ki, stüdyoya girerken bilim insanı kimliklerini portmantoya bırakmışlar, içeride, kameranın karşısında Bourdieu’nun deyişiyle fast-thinkerlar olmaya soyunmuşlar. Medyanın kendilerinden faydalanma amaçlarına boyun eğmiş halde anket yorumluyorlar, sahnedeki siyaset parodisinin yapı sökümünü yapıyorlar ve kazanacak aday toto oynuyorlar. Seçime ve kazanacak aday konseptine indirgenmiş bakış açılarıyla muhalefetin nasıl da beceriksizce davrandığını anlatıyorlar bize. Altılı masanın iktidardaki siyasetin dahiyane stratejileri karşısındaki acziyetini ortaya koyan yaratıcı tezlerinin uzman dudaklarından dökülüşüne tanık oluyoruz her akşam. Ara ara, bu tartışmalardan bıkan, değişim arzularının böyle kısır çekişmelere meze edilmesinden gına gelmiş izleyiciler mesajlarıyla itirazlarını dile getirdiğindeyse bozuluyorlar. Ya hemen o anda ekranda ya da bilahare çok takipçili sosyal medya hesaplarında portmantoya bıraktıkları cübbeyi omuzlarına atıp milleti tembihlemeye kalkıyorlar. Saygınlıklarına halel getiren bu yorumlara içerlediklerini ve birer bilim insanı olarak görüşlerine itibar edilmemesinin haksızlık olduğunu dile getirmeye başlıyorlar. Oysa saygın bir bilim insanı araştırmalarıyla, özgün akademik çalışmalarıyla konuşur; iddiasını, tezlerini toplumun kılcal damarlarına kadar uzanan bilimsel sondajlarına dayandırır, önüne konulan tartışmalı bilgilere veya verilere değil. Ayrıca, hatırlatmak gerekir ki, bütün bu hoşnutsuzluk yaratan etkileşim üstlendikleri veya kabullendikleri rollerin gereği ve doğal sonucudur. Paçasını, bu gündem belirleme ve kanaat oluşturma süreçleri boyunca medyaya kaptırmış olan bilim insanları akademik kimliklerinden feragat etmek durumundadırlar. Nitekim, kendilerine çizilen sınırlı alan içerisinde mecburen bir anket yorumcusuna, buyur edilmiş fikirleri uzman diline tercüme eden kanaat baronlarına dönüşürler. Bir de tabii, milyonlara seslenmeye evet dediğiniz bir durumda milyon tane aykırı tepki almayı da göze almışsınız demektir. Hiçbir sağlam bilimsel temele dayanmayan kanaatleriniz veya dayatmalarınızla, iyiliğini düşündüğünüz insanların pamuk ipliğine bağlı umutlarını kırdığınız için bir anda onların nefretini kazanabilirsiniz, bu da doğaldır. O vakit kalkıp da, biz gerçekleri söylüyoruz, gerçekler umutları yıkıyorsa bu bizim suçumuz değildir demeye de kalkmayın. Çünkü, gerçekleri dile getirdiğinizi söylediğiniz ortamlar çoğunlukla gerçekliğin çarpıtılmış versiyonlarının kurgulandığı yerlerdir.

SARAÇHANE DÜĞÜMÜ

Sonuçta işin buraya varacağı belliydi; ve mesele döndü dolaştı Saraçhane Düğümü olarak gündemin tam ortasına düştü. Gazeteciler belediye başkanına soruyor, Saraçhane Düğümü çözüldü mü? Aslında medyanın uğraşmaktan en çok hoşlandığı şey oluyor: Yapay gündemlere dair harcıalem tartışmalar ve spekülasyonlar üzerinden ilerleyen söylem savaşlarıyla halkı felç etmeye devam ediyorlar. İnsanları, bunca sıkıntılara rağmen kendi gerçek gündemleri üzerine düşünmekten alıkoyan bu beyanat bombardımanı değişim arzularının çağlamasının önüne set çekmekten başka ne işe yarıyor olabilir? Medyada, Altılı Masa diye bilinen siyasal ittifakın bir arada ilk görüntüyü verdiği günden bu yana sadece ve sadece aday tartışıyoruz. Kanaat baronlarının o günden beri ortaya konan siyasi projeyi eni konu incelediği bir ortam hiç oluşmadı bugüne kadar. Bunu yapmaya çalışanlarsa küçümsendi, Türkiye’deki siyaseti bilmemekle, halkı tanımamakla itham edildiler. Ne çelişkidir ki, ülkenin bu açmazdan kurtulması için çaba sarf ettiklerini söyleyenler, muhalefetin ancak memleketi buralara sürükleyen geleneksel siyasal davranış biçimlerini tekrarlayarak ülkeyi aydınlığa çıkarabileceğini iddia edebiliyorlar. Güçlendirilmiş parlamenter sistemin yapısal, yasal çerçevesi nedir, toplumun sorunlarına deva olacak siyasal dönüşümler nasıl gerçekleşecek, kurumlar nasıl ayağa kaldırılacak, demokrasiye dönüşü mümkün kılacak yeni bir toplumsal sözleşme yaratmak için hangi adımlar atılacak? Bunları konuşup tartışmaya istekli kimseler pek çıkmıyor kamusal söylem fabrikasının ağababaları arasında. Varsa yoksa aday, varsa yoksa anket, varsa yoksa küçük siyasi hesaplara kilitlenmiş kulis gazeteciliği. Tarihin bu ülkeyi ve toplumu sürüklediği kritik dönemeçte değişimin toplumsal enerjisini örgütleyecek yüksek siyasi fikirlere burun kıvırmak moda oldu. Kazanacak aday kim, bunun peşine taktılar hepimizi, bütün enerjimizi insafsızca soğuruyorlar. Oysa, kazanacak aday diye bir şey yoktur ve olamaz! Bu, saçma sapan, köhnemiş bir siyasal mitolojidir, bugünkü toplumun reddetmek zorunda olduğu, bizi bugünümüze mahkum eden meşum kült arayışının kötü bir tercümesidir sadece. Seçimi, kazanacak aday kazanacaksa hiç kazanmasın, seçimi toplumsal muhalefetin beklentileri, arzuları ve ihtiyaçlarıyla politik muhalefetin dilinin buluştuğu yerde kazanmak lazım, bu seçimin her şeyden önce, kazanacak adaya mahkumiyetin son bulacağı bir seçim olması lazım.

B PLANI

Genç siyaset bilimciler muhalefet kendilerini dinleyip kazanacak adayı ortaya çıkaramadığı için gerçekten de bir hayli rahatsız. Ama muhalefet partilerine ayar veremedikçe, onlara sözlerini dinletemedikçe öfkelerini biz sıradan seçmenlerden çıkarmaya kalkıyorlar. Geçenlerde içlerinden birisi şu minvalde bir şeyler buyurmuş: Herkes, kazanacak aday bulunmadan girilecek seçimde hem parlamentoyu hem de cumhurbaşkanlığı seçimini mevcut iktidarın kazanacağı ihtimalini göz önünde bulundurarak kendi b planını yapsın. İşte bu gayet bilimsel bakış açısına karşı ancak şunu söyleyebiliriz: Memleket tarihi ne bu seçimle başlayacak ne de bu seçimle sonlanacaktır. Tarih hiçbir zaman evine geri dönmez, o daima yolculuk halindedir. Hafızayı besleye besleye yoluna devam eder ve kimi zaman bizi şaşırtır, kimi zaman üzer, kimi zaman da mutlu eder. Seçim sonucunda kim kazanırsa kazansın yeni bir hafıza oluşacaktır ve bu hafızanın içinde acı tatlı ne varsa gene yaşanacak ve yeni bir dünya kurulacaktır. Günün sonunda ya siyaset mühendislerinin iddia ettiği gibi kazanacak aday olmadığı halde “adaylıkta ısrar edenler”, ya kazanacak aday diye vura vura kendi surlarında gedik açanlar, ya da b planlarını yapmakta mahir, ancak tarih bilincinden yoksun kanaat baronları bu hafızadan kovulup giderler. Ama toplum, hangi seçeneğin gerçekleştiğinden bağımsız olarak yoluna ve mücadelesine, hep olduğu gibi gene devam edecektir. Kaldığı yerden, düştüğü yerden ya da ileriye atıldığı yerden.