Emre Tansu Keten

Emre Tansu Keten

Babacan, 140Journos ve start-up gazetecilik

Bir siyasi lider ya da partinin konu alındığı herhangi bir belgesel film de, eğer objektiflik iddiasını taşımak istiyorsa, gazetecilik yöntemlerini kullanmak durumundadır. Gazetecilik refleksleriyle çerçevelenmeyen ve bir siyasi aktörü konu alan herhangi bir kurgu-dışı metin, o siyasi odağın çıkarları doğrultusunda konuşmaktan kaçamaz. Kurgu ve müziklerle süslü duygusal bir yapım için ise bu çok daha büyük bir risktir.

140Journos ekibinin, Ali Babacan’ı ve Deva Partisi’nin kuruluş sürecini ele alan Sakın Kader Deme isimli videosu, kısa sürede iki milyon izlenmeye ulaşarak, Erdoğan’ın bile ilgisini çekecek düzeyde ses getirdi. Geleneksel medya sistemini tamamen iktidarın kontrolüne geçirmek için harcanan onca çabaya rağmen, duyulması istenmeyen isimlerin insanlara bu düzeyde ulaşabilmesinin iktidar cenahında ciddi bir hayal kırıklığı yarattığı kesin. Kesin olan diğer bir şeyse, ekibin hazırladığı videonun teknik anlamda oldukça başarılı olması.
Babacan hakkında internet üzerinden yapacağımız araştırmaların anlamlı bir sonuca ulaşması oldukça zaman alacak, bizi tutarsız ve kirli bilgilerle sarıp sarmalayacakken, bu video etkili bir hikâye anlatıcılığı ile karşımıza kabul edilebilir, kendi geçmişiyle tutarlı, ülke konusunda samimi dertlere sahip, eğitimli ve Batılı değerleri içselleştirmiş ve bunu muhafazakâr dünya görüşüyle sorunsuz bir şekilde kaynaştırabilmiş bir Babacan imajı çıkartıyor.
Aslında temel sorun da burada başlıyor. Bugüne kadar gazetecilik motivasyonu ile hareket ettiğini düşündüğümüz, başarılı kısa belgeselleriyle bu konuda ciddi bir kesimde güven oluşturan 140Journos, neden böyle bir çalışma yapmaya karar verdi? Bu video gazetecilik içerisinde mi, yoksa bir halkla ilişkiler çalışması olarak mı değerlendirilmeli? Eğer ticari bir halkla ilişkiler projesiyse, bu ekibi böyle bir alana çeken dinamikler neydi?
Yurttaş gazeteciliği
İnternetin ve özellikle sosyal medyanın yaygınlaşması, sonu gelmez yeni terimler ve yöntemler icat edilmesi modasını da beraberinde getirdi. Yaratıcı fikirlerin peşinde örgütlenen beyin fırtınalarından çıkan yeni bir kavram tam bütün dertlerimize çare olacak, bütün hastalıklara şifa bulacak diye heyecanlanırken, ortaya atılan yeni bir kavram/yöntem, hepimizi heyecanlandıran eskisinin mezarını kazarak heveslerimizi kursaklarımızda bırakmaya yetti. Tabii ki, bu en yenisi hızla moda haline gelirken, onun da mezarı bir yerlerde kazılmaya başlanıyordu: yaratıcılık/mezarlık döngüsü.
Bu kavramlardan birisi de yurttaş gazeteciliği idi. Sosyal medyanın ve akıllı telefonların sunduğu olanaklarla artık bütün yurttaşlar bir haberci işlevi görebilirdi. 2005 yılında Londra metrosuna yönelik terör saldırısı esnasında sıradan insanların çektiği videolar, bu konuda bir milat kabul edilebilir. Ancak bu kavram çeşitli eleştirilere maruz kaldı. Yurttaşlar, gazeteciliğin yöntemlerine, birikimine, etik kodlarına sahip olmadığı için ancak bir haber kaynağı olabilirdi yaygın eleştiriye göre. Yıllar sonra ise artık konuşulan yurttaşların habercilik yeteneği değil manipülasyon potansiyeli ve yalan habere olan iştahıydı. Böylece bu kavram üzerinde oluşan heves dağılmış oldu.
Yurttaş haberciliğinden tanıtım videoculuğuna…
140Journos, yurttaş gazeteciliğinin bolca konuşulduğu bir zamanda, 2012’de, kuruldu. Kendisini, ana akım medyanın filtreli habercilik anlayışına tepki olarak, özgür haberciliği savunan bağımsız bir “karşı medya” hareketi olarak tanımlayan 140Journos, sosyal medya ağları aracılığıyla ve yurttaş gazeteciliği pratiğiyle, hızlı, sansürsüz, bağımsız bir habercilik yapma amacıyla yola çıktığını duyurdu. Twitter üzerinden devam eden faaliyet, bir süre sonra Whatsapp haber bültenleriyle ve çeşitli görsel anlatım biçimleriyle devam etti. 2017 yılına gelindiğindeyse, yurttaş haberciliği iddiası tamamen tarihe gömülüp, kısa belgesel diyebileceğimiz video üretimi temel eksene oturdu.
140Journos’un, bu birkaç yılda, başarılı kurgu dili, seçilen özgün konular ve sıra dışı müzik kullanımlarıyla, kendisini diğer Youtube kanallarından ayrıştırdığını, ismini bir marka haline getirdiğini söylemek gerek. Tabii ki, zaman içerisinde gerçekleşen bu rota değişikliği, AB fonlarına dayalı bir gelir modelinden farklı bir gelir modeline geçişi de zorunlu kıldı. BluTV’ye yapılan belgesel diziler bunun ilk adımıydı. Sanırım Babacan videosu, gelir modeli konusunda alınan kararların, içeriğe en yoğun şekilde yansıdığı işleri oldu.


Sakın gazetecilik deme!
Baştan söylemek gerekir ki, 140Journos’un Babacan videosu bir gazetecilik faaliyeti ya da bağımsız bir belgesel değil, partinin kuruluş aşamasına yönelik, medya sisteminin tek bir elde toplanmış olması engeli nedeniyle tercih edilmiş, imaj yönetiminin başat kaygı olduğu bir tanıtım filmidir. Babacan’ın ODTÜ’yle olan bağının öne çıkartılması, öğrencilerle ilişkisinde akıl veren değil dinleyen bir pratik sergilemesi, geçmiş “başarı”larının art arda sıralanması, parti yöneticileriyle oldukça demokratik bir tarzla karar alması, bisiklete binmesi, kendisini –hafif bir dozda- eleştiren kadına medeni bir şekilde cevap vermesi vs. derken karşımıza bambaşka bir Babacan imajı çıkmaktadır.
Burada iki itirazla karşılaşabiliriz. İlk olarak, 140Journos’nun zaten gazetecilik gibi bir iddiasının olmadığı söylenebilir. Oldukça yakın bir geçmişte kendilerini haberci olarak tanımlasalar da bundan vazgeçmiş olabilirler elbet. Ancak bir siyasi lider ya da partinin konu alındığı herhangi bir belgesel film de, eğer objektiflik iddiasını taşımak istiyorsa, gazetecilik yöntemlerini kullanmak durumundadır. Gazetecilik refleksleriyle çerçevelenmeyen ve bir siyasi aktörü konu alan herhangi bir kurgu-dışı metin, o siyasi odağın çıkarları doğrultusunda konuşmaktan kaçamaz. Kurgu ve müziklerle süslü duygusal bir yapım için ise bu çok daha büyük bir risktir.
Yeni Babacan imajı
İkinci olarak, bu videoda, Babacan ve diğer parti yöneticilerine birtakım soruların sorulduğu, özellikle bu isimlerin AKP’li geçmişlerinin irdelendiği, bu nedenle biraz da olsa gazetecilik refleksinin olduğu söylenebilir. Ancak bu da hatalı bir itirazdır. Çünkü Babacan için AKP’li geçmişi, üstünü örtebileceği, onu gizleyip sıfırdan başlayabileceği, bundan dolayı gazetecilerin sorularla sıkıştırması gereken gizli bir gündem değildir. Tam tersine, Babacan için bu konu en önemli ve kurucu meseledir. Bu nedenle imaj yönetimi sürecine tam da kendisi bu soruyu öne çıkartarak başlamak zorundadır. Yeni Babacan imajının üzerinde yükseldiği temel, AKP’den neden koptuğu, neden zamanında kopmadığı ve bakanlık dönemindeki başarılarının anlatısıdır. Bu video bu anlatıyı oldukça makul, kontrollü ve inandırıcı bir şekilde işlemiştir.
Sakın Kader Deme videosu, siyasi partiler için internetin önemini gösteren bir çalışma olurken, diğer yandan da medyanın yok etme ve baskı kıskacında can çekiştiği bir ülkede gazeteciliğin anlamı ve işlevi üzerindeki başka türlü tehditleri de açığa çıkartmıştır. Yeni iletişim teknolojilerinin yaratıcı fikirlerle hemhal olduğu küçük medya girişimlerini niteleyen start-up gazetecilik, medyanın karşı karşıya olduğu büyük sorunları aşma büyük iddialarıyla ortaya çıkıp, kısa sürede başka bir girişim rotasına dümen kırmaya oldukça meyillidir.
Çünkü medya kuruluşları için gelir modelleri çok önemlidir. Örneğin, güçlü bir abonelik sistemiyle ayakta duran, abonelerinin birçoğunun gazetecilik hakkında fikir sahibi olduğu bir medya kuruluşu, yapmak istedikleri konusunda daha özgür ve kendine güvenli olabilir. Ya da amacı kâr etmek olan bir medya patronuna bağlı veya gazetecilerin bizzat ortağı olduğu itibarlı bir gazete, gazete satışının, kârın ve itibarın devamı için gazetecilere müdahale etmeme, kaliteli bir haberciliği sağlama yoluna gidebilir (Türkiye’de olmasa da Batı’da böyle gazeteler var).
Oysa neoliberal girişimcilik furyasının bir çıktısı olan start-up gazetecilik, projeler ve fonlarla çıktığı yolda en fazla çabayı yeni projeler yazmak, yeni fonlar bulmak için harcayacaktır. Yeni fonların kazanılamadığı noktada ise sürekli yeni gelir modelleri, yeni girişimler, yani alanlar aranacaktır. Bu sonsuz girişimcilik döngüsünün sonucu ise “özgür haberciliği savunan bağımsız bir karşı medya olma” iddiasıyla çıkılan yolun Babacan’a tanıtım videosu çekmeye varması olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Tansu Keten Arşivi