Eylül

Eylül aylardan bir ay mı?

Yoksa Mehmet Rauf’un romanının adı mı?

Eylül, hüznü ile gelen, bir mevsim başlatan, sonbaharı müjdeleyen ay.

Eylül, ‘Dünya Barış Günü’nü anımsatır; barışın önemine dikkat çeker.

Eylül’de bir de toplumsal utancımız olan tarihi olaylar gündeme düşer:

6 – 7 Eylül 1955 olayları, ne yazık ki ülkemizin tarihsel bir utancıdır.

Bu tür tarihsel utançlara herkesin bulunduğu yerden, farklı bir pencereden bakması, yorumlaması, aklaması, birilerini suçlaması yerine; olayın üstündeki giz perdesini kaldırmak ve olayla yüzleşmek gerekir. Yoksa o yaralar kanamayı yıllar yılı sürdürür.

12 Eylül 1980 kanlı bir darbedir.

İnsanların uzun yıllar Eylül ayıyla kırgın oluşu bu kanlı darbedendir.

Oysa aylar, yıllar, şehirler suçlu olur mu?

Olsa olsa ya uğurlu ya da uğursuzdurlar.

Uğursuz bile olmamalılar... 

Aylar da, yıllar da, mevsimler de, kentler de kötü yazgılarından kurtulamazlar.

O kara yazgıları değiştirmek yaralara merhem olmak olasıdır.

Eylül yakmayan sıcağı ile gelir.

Eylül güneşi, ona yüzünü veren, sırtını dönen kimseleri artık korkutamaz.

Bir sevginin ışığı gibi ısıtır.

Eylül serinliği insanı tazeler.

Her insan yeni umutlarla çizer yol haritasını, kim bilir.

İşsizi iş aramaya başlar, işi olan işinde yükselme hedeflerini düşler.

Kendine yeni bir kariyer yolu belirler.

Okullar açılır.

Cıvıl cıvıl olur kentler.

Üniversite öğrencileri, öğrencisi olduğu bilim yuvalarına koşarlar.

Yaz sıcağının tembelliğinden sıyrılır insan.  

Kentine, yuvasına, sevdiklerine döner.

Bakın, Ümit Yaşar Oğuzcan ne de güzel “Ben Eylül Sen Haziran” şiirinde anlatıyor isteğini:

“Bir eylüldü başlayan içimde

Ağaçlar dökmüştü yapraklarını

Çimenler sararmıştı

Rengi solmuştu tüm çiçeklerin

Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı

Katar gidiyordu kuşlar uzaklara

Deli deli esiyordu rüzgâr

Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa

Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar…”

Günleri, ayları, yılları yaşanır kılmak ellerimizde değil mi?

12 Eylül darbesinin kanlı günlerini dünya dili olan sanatla kitlelere, genç kuşaklara taşımadık mı?

Filmler, sergiler, tiyatro oyunları, belgeseller sel olup akmadı mı?

Sanatın gücüyle yaratılan yapıtlar sel olup akınca; ezberleri bozmadı mı?

İzleri kalmadı mı?  

12 Eylül kırgınlıklarını yeni doğan kız çocuklarımıza; ‘Eylül’ adı vererek aşmadık mı?

Acılardan doğan tomurcuklar yeni yaşamlar müjdelemedi mi?

Gün geldi, güneş oldular.

Direniş oldular...

Gönüllere aktılar.

Bu Eylül farklı olsun istiyorsak; yolumuza bakalım.

Mücadele aşkıyla yaşama tutunalım...

Örgütlerimizle bütünleşelim, barışalım.

Unutmayın, yaşam havlu atanları değil; yaşama tutunanları ödüllendiriyor…

Kavgayı değil umudu örgütleyelim…

Eylül sabahının serinliğinde yazımı yazınca Ataol Behramoğlu’nun dizeleri ile yazımı noktalamak istiyorum:

“Her zaman yeniden başlamak duygusu

Doğuyor içimde

Her uyanışımda

Düşmanlarımı bağışlıyorum

Daha çok seviyorum dostlarımı

Her uyanışımda

Eylül sabahının serinliğini

Yaprakların serinliğini

Yüreğime dolduruyorum.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi