İmamoğlu için 7 yıl hapis ve siyasi yasak istenen dava karar duruşması

İmamoğlu için 7 yıl hapis ve siyasi yasak istenen dava karar duruşması
Tutuklu İBB Başkanı ve CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'i 'tehdit edip hedef gösterdiği' suçlamasıyla yargılandığı davada 3'üncü kez hakim karşısına çıktı.

Gazete Pencere- Yaklaşık 4 aydır Silivri Cezaevi'nde tutulan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı ve CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'i 'tehdit edip hedef gösterdiği' suçlamasıyla yargılandığı davada bugün hakim karşısına çıktı.

Mahkeme, İmamoğlu'nun 'hedef gösterme' suçundan beraatine karar verdi. 'Hakaret' ve 'tehdit' suçlamasıyla ise 1 yıl 8 ay hapis cezası verdi.

İmamoğlu duruşma salonuna girdiği sırada izleyici sıralarından "Ekrem Başkan" ve "Cumhurbaşkanı İmamoğlu" sloganları atıldı.

Bu davada 3'üncü kez hakim karşısına çıkacak olan İmamoğlu hakkında 7 yıl 4 aya kadar hapis cezası ve siyasî yasak talep ediliyordu.

Duruşma, İstanbul Adliyesi’ndeki 14. Ağır Ceza Mahkemesi salonunun yetersiz kalması nedeniyle Silivri'deki Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu yerleşkesindeki 1 No’lu duruşma salonunda 10:00'da başladı.

Duruşmayı izleyenler arasında CHP Genel Başkanı Özgür Özel, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanvekili Nuri Aslan, CHP Genel Başkan Yardımcıları Gül Çiftçi, Aylin Nazlıaka ve Suat Özçağdaş, CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, CHP İstanbul Milletvekili Ali Gökçek, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, CHP PM Üyesi Berkay Gezgin, CHP'li ilçe belediye başkanları, Dilek ve Selim İmamoğlu, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, İstanbul Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu bulundu.

İmamoğlu, savunması sırasında ekonomi dahil pek çok konuya değinerek “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin böyle bir tecridi yok. Susturulan, konuşturulmayan, vesikalık fotoğrafından korkulan bir Ekrem İmamoğlu var. Konu tam da budur, iyi dinleyin” dedi.

"Size bakmak yasak mı savcı bey?"

Bu sırada duruşma savcısı “Bana bakarak söylemeyin” diye yanıt verdi. Savcının sözüne tepki gösteren İmamoğlu ise "Savcı bana ön yargılı olabilir mi? Size bakmak yasak mı savcı bey? Sayın hakim, benim savcı beye bakmam yasak mı? Yasaksa bakmayacağım. Bakmaya meraklı değilim” dedi.

İzleyiciler de alkış ve ıslıklarla tepki gösterince mahkeme başkanı bir daha aynı olayın yaşanması durumında salonu boşaltacağını söyledi.

Karar çıkacak mı?

Tam 1 ay önce görülen duruşmada savcı esas hakkındaki mütalaasını açıklamış ve İmamoğlu'nun "kamu görevlisine karşı görevinden dolayı alenen hakaret", "tehdit" ve "terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek" suçlarından 2 yıl 8 aydan 7 yıl 4 aya kadar hapis cezasıyla cezalandırılmasını talep etmişti.

Savunmaların tamamlanması ve ek süre talep edilmemesi halinde mahkeme bugün kararını açıklayabilir.

İmamoğlu'nun savunmasının tam metni

Gazeteci İsmail Saymaz duruşma salonundan İmamoğlu'nun savunmasını aktardı.

Sayın Hâkim ve değerli heyet, bugün mütalaaya tekrar düşmeden, çok kısa bir sunum yapacağım. Hayat kısa zaten, hayat kadar kısa olacak inşallah size sunumum. Sayın Hâkim, öncelikle teşekkür ederim. Tabii ki burada bulunmamızın sebebi, sadece bir panelde söylenen sözlerle sınırlı kalabilecek bir durum değil. Türkiye tarihinin çok önemli bir dönüm noktasında ve İstanbul’un bir mahkemesinde yargılanma süreci içerisindeyiz, ama yargılanmamızı bile mahkemede, var olan adresinde yapamıyoruz. Başka bir adreste yapıyoruz. Dolayısıyla her şey aslında olağanüstü gelişiyor.

"Ya bu ağır resmi değiştireceğiz ya da kaybedeceğiz"

Geçen duruşmayı hatırlıyorum ve duruşmada yaptığım konuşmada, o günün değerlendirmesiyle ilgili duygularımı ifade ettiğim süreçte cümlelerimi şöyle bitirmiştim: “Etrafımızda hemen tüm bölgeye yayılma riski yaşanırken, Türkiye ağır sorunlarla büyük bir riski taşımakta ve bu kırılmaların yarattığı siyasi ve iktisadi risklerle boğuşurken, iktidarın da tabiriyle iç cepheyi güçlendirmek dışında artık yol yoktur. Bu ülke, karşılıklı uzlaşma ortamından, birlikten, beraberlikten, adaletten zarar görmez. Bugün artık herkes için şapkayı önüne koyup düşünmekten başka yol yoktur. Ya bu ağır resmi değiştireceğiz ya da kaybedeceğiz.” diyerek sözlerimi bitirmiştim.

Ve o günden bugüne, açıkçası 1 ay bile geçmedi. Ama 1 ayın içerisinde dahi şapkayı önüne koymak, düşünmek değil de, ne yazık ki tam tersine süreçleri yaşamanın üzüntüsünü buradan yine dile getirmek zorundayım. 23 Haziran 2025 tarihinden bugüne, yine ne yazık ki yeniden kumpaslar, usulsüz tutuklamalar, iftiracılar, yalancılar üzerinden operasyonlar, masumiyet karinesini çiğneyen uygulamalar, yine şiddet ve insanı gerçekten çok derinden etkileyen, vicdani, insani, sağlık kurallarını yok sayan, canı tehdit altında tutan hapis süreçleri ve dahası yaşanıyor. Dahası diyorum, çünkü çok fazla detayına zaten girmeyeceğim, ama alelacele telaşla bir iddianame daha ortaya çıkıyor.

18 yaşında bir gencin yaptığı bir işlemin içerisinde ne bir sahte evrak ne de herhangi bir uydurma belge dahi yokken, sahtecilik üzerinden hakkında soruşturma açılıyor. 18 yaşında bir Ekrem. İlk ifadeye gittiğimde dedim ki, “Savcı Bey, benden ifade alıyorsunuz da, yani 35 sene önceki işlemi soruyorsunuz, varsayalım 17 yaşında olsaydım ne yapacaktınız?” dedim. “Vasini çağırırdım.” diye cevap verdi bana. Doğru mu cevap verdi, yanlış mı, onu da bilmiyorum, ama “Vasini çağırırdık.” dedi. Yani 18 yaşındaki Ekrem’den yetinmiyorlar, bir de ileri görüşlülük göstererek, 18 yaşındaki Ekrem’i ilerde cumhurbaşkanı adayı olur diye bir de siyasetten men etmek adına siyasi yasak getirecek bir iddianame düzenleniyor.

"12 şehidimizi niçin verdiğimizi bile sorgulayamıyoruz"

O günden bugüne, gerçekten çok acı bir sürecin içerisindeyiz. Türkiye’yi derinden etkileyen bir sürecin içerisindeyiz. Zaten bu millet perişan, gerçekten çok üzgün. Bakın, normalde biz şöyle bir dönemi düşünelim: 12 şehit veriyoruz. 12 şehidimizi niçin verdiğimizi bile sorgulayamıyoruz. Milletimizin başı sağ olsun. 12 şehit veriyoruz. Şehitlerimizi niçin verdik? Nasıl oldu? Niye kaybettik 12 insanımızı? Yani bazı ülkelerde bir insanın bile canı çok değerliyken, 12 şehit veriliyor. Hiçbir şey yokmuş gibi bir günde, iki günde mangalda kül bırakmayan insanların çıtı çıkmıyor. Böyle bir ülkeye dönüştük ve çok üzgünüz.

"Bir LGS sınavında bile adaleti sağlayamamanın"

Yani bir LGS sınavında bile adaleti sağlayamamanın ve insanları derinden sarsan, hiç kimsenin kendi 13 yaşındaki, 14 yaşındaki çocuğunun yüzüne bakamayacak seviyesine geldiği bir ortamın, bir cenderenin içerisindeyiz. Ve işte bugün, tam da bu noktada, bizi bu sıkıntılı ortama taşıyan, marttan beri süren operasyonlarla milletin daha fakirleştiği, daha yoksullaştığı bir dönemin içerisindeyiz.

Dünya ekonomi ve siyasetiyle büyük bir değişim yaşıyor. Küresel, bölgesel, yeni ittifaklar kuruluyor. Ekonominin üretim biçimi, teknolojinin ilerleme hızı, gerçekten baş döndürücü bir hızla dünya ülkeleri kendini yeni bir döneme hazırlıyor. Ve önümüzdeki 100 yılda milletlerin ve devletlerin kaderini belirleyecek olan büyük bir değişimin yaşanacağı bir yüzyılın içerisindeyiz. Bu yeni dönemde üreten, akılcı diplomasi sağlayan, yürüten, hukuki düzeni güçlü, hukukun üstünlüğünü tesis eden ve aynı zamanda yeni nesilleri çağın beklentilerine göre yetiştiren, çocuklarını, gençlerini yarınlara düzgün bir biçimde ilimle, bilimle, akılla ve adaletli bir zihinle yetiştiren ülkeler kazanacağını görüyoruz, ama biz neredeyiz?

"Ben ekonomistim dedi diye"

10 yıldır milletimizi oradan oraya savuran bir ekonomik düzenin içerisindeyiz. Uydurma stratejilerle, akla hayale gelmeyecek, bir kişinin akşamdan sabaha “Ben ekonomistim.” dedi diye, iki dudağı arasından çıkanı emir telakki ederek, yalan da olsa, yanlış da olsa, kötü de olsa uygulamayı kendine sorumluluk kabul eden bir avuç insanın muhteris aklıyla Türkiye, durdurulamayan, düşürülemeyen, enflasyonun, faizin, yoksulluğun cenderesi altında inim inim inliyor ve büyük sıkıntı içerisinde.

"Dünyanın en yüksek faizini veriyoruz"

Dünyanın en yüksek faizini veriyoruz, %46. Yani bütün ekonominin prensiplerini, ilkelerini yok sayarak ortaya konan bir süreçle %46 faiz açıklanan bir ülkede, %60’ları bulan maliyetiyle beraber insanlar ne borçlanıyor, borçlanmak istese borç bulacak banka bulamıyor. Böyle bir sıkıntı altında bir Türkiye’de, biz bugün buradayız.

Soruyorum, bana onlarca, yüzlerce, binlerce mektup geliyor. İçinde sanayici var, esnaf var, o var, bu var. Okuyorum. Geleni gideni dinliyorum. Dışarıda olan bütün hususları raporlarıyla, ekonomik analizleriyle, tahlilleriyle günlük dinliyorum. Bu ülkede üretemiyor sanayici, üretemiyor tarımdaki çiftçi. Hiç kimse üretemiyor, büyük sıkıntı altında ve özellikle iflaslar, konkordato ilanlarıyla beraber rekor kıran bir ülkede, sadece 5 ayda 1.050.000 insan hacizle, kredi kartını ödeyemiyor. Devlet de ona 35-40 ayda ödeyebilirsin diye faizle para veriyor diye övünecek bir politikanın içerisinde boğulan bir Türkiye.

Bu büyüyen kriz, hat safhada büyüdükçe daha da yukarıya tırmanan kriz, özellikle milletimizin içerisindeki gelir dağılımındaki adaletsizlik, evdeki huzursuzluk, yaşam maliyetinin artışı, halkın geliri yerlerde sürünürken, asgari ücretin hiçbir işe yaramadığı, açlık sınırının altında kaldığı bir Türkiye’de biz bugün nelerle uğraşıyoruz? Peki, ne için bütün bunlar? Siyasi ikbal ve ihtirası için her şeyi yapabilecek, gözünü kırpmadan bu millete her bedeli ödetecek bir akla karşı bugün burada başka bir mücadelenin içerisindeyiz. Halbuki tanımlı işsizlik %32’ye ulaşmış. %32 tanımlı işsizlik, 11 milyon insana tekabül eder işsizlik, 11 milyon insan. 11 milyon insanın işsizliği ne demek biliyor musunuz? Bu insanlar evine gittiğinde çocuğunun yüzüne bakamıyor, kızının, oğlunun yüzüne bakamıyor.

Sadece iddianamedeki isnatlarla bağlı kalarak bir daha söylüyorum, iddianamenin özü budur Sayın Hâkimim, inanınız. Başka bir özü yok. Zaten 20 saniyede bir iddianame yazıldıysa, özü budur yani. Özü budur. Buraya gelmek istiyorum. Büyük bir tecrit altında Ekrem İmamoğlu var. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin böyle bir tecridi yok. Susturulan, konuşturulmayan, fotoğrafından korkulan, vesikalık fotoğrafından dahi korkulan bir Ekrem İmamoğlu var. Ve o kararı alan savcılığın bir şikayeti üzerine buradayız, ama Türkiye’nin özü bu.

Savcı ile İmamoğlu arasında 'bakmak yasak' gerginliği

Bu bakımdan çok önemli hususları anlatıyorum. Bunları can kulağıyla dinleyiniz lütfen. Dinliyorsunuz. Kâtipler, Sayın Hâkim, dinliyoruz. Sayın Ekrem, ben size bakarak konuşurken niye bana cevap veriyorsunuz Savcı Bey? Ben istediğim herkese bakarım. Böyle bir şey olabilir mi? Bu nasıl bir ön yargıdır ya? Savcı Bey ön yargılı olur mu? Sayın Hâkim, Savcı Bey’e bakmak yasak mı? Duruşma Sayın Hâkim, avukatlarımız bir saniye. Size bakmak yasak mı Sayın Üye? Size bakmak yasak mı Sayın Üye? Hayır, hayır, bakmak yasak mı, soruyorum. Bir tane cevap verir misiniz Sayın Hâkimim, bakmak yasak mı Savcı Bey’e? Ben yargılanıp yargılanmadığıma karar vereceğim. Sayın Hâkimim, bakmak yasak mı? Sayın Hâkimim, . Benim Savcı Bey’e bakmam yasak mı? Sayın Hâkimim, bakmak yasak mı? Yasaksa bakmayacağım. Yasaksa bakmayacağım Sayın Hâkimim Savcı Bey’e bakmam yasaksa, ben gerçekten bakmayacağım, sadece size bakacağım. . Peki. Cevabımı aldım. Cevabımı aldım. Bakmaya meraklı değilim.

Başta ifade ettiğim gibi, gerçekten zor bir dönemdeyiz. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına giriyoruz, yürüyoruz ve dünyada her şey yerinden oynuyor. Bütün taşlar yerinden oynuyor. Uluslararası ilişkiler konusunda biz tutarlı bir yol haritası belirlemek zorundayız. Bu milletin asırlardır ortaya koyduğu hariciye ilişkilerini, dünyayla olan itibarlı ilişkilerini daha asil, daha güçlü bir seviyeye taşımak zorunluluğu var. Güvenlik sorununu da çözecek, refah sorununu da çözecek. Ama içeride hukuki bütün normlarını tanımlamış ve yerine getirmiş biçimde çözecek ki dışarıya karşı itibarlı bir ülke olun. İtibarlı bir ülke olalım ki milletimiz huzurlu olsun. Milletimiz gidip konsoloslukların, daha dünkü ülkelerin kapısında vize dilencisi olmasın. İtibar dediğiniz şey budur.

"İşte budur tehdit, budur hakaret"

Ama bugün yine milletimizin evlatlarını tehdit eden, milletimizin evlatlarını hakaret edilecek seviyeye düşüren bir pozisyonla karşı karşıyayız. Nedir o? Alver ilişkisi. Dostum kavramı üzerinden hariciye ilişkileri. Bu olmaz. Bu olmaz. Bu ülke gerçekten bu şekilde zor günlere doğru gidiyor. Türkiye’nin küresel konjonktürünün gereğini yerine getirmek zorundayız. Milletimizin, 86 milyon insanımızın gerçek anlamda bu yüzyılı yakalayacak hamleleri yerine getirmek yükümlülüğümüzdür. İşte budur tehdit, budur hakaret. Milletimizi zor duruma düşüren mevcut sıkıntıların tamamıdır bizi sıkıntıya düşüren.

Değerli dostlarım, Sayın Hâkim ve heyeti, burada bizi dinleyen insanlarımız, yarınlarda bizim bu sesimizi yazıyla beraber okuyacak vatandaşlarımıza diyorum ki mevcut Türkiye’miz zor günlerden geçiyor. Zor bir kavşaktayız. Önemli gündemlerimizden birisi de Ekim 2024 tarihinden beri gündemimizde olan Terörsüz Türkiye. Terörsüz Türkiye diye tariflenen bu mesele gerçekten bizim için çok önemli.

"Mücadelemizin her anında sivil ve barışçıl siyaseti savunduk"

Hele hele genel başkanımız da burada, mensubu bulunduğum siyasi anlayış ve partimin daimi olarak her zaman savaşların, terörün ve terörden beslenenlerin karşısında olduğu nettir ve bir tarihi gerçektir. Bizler yurtta barış, dünyada barış ilkesinin daimi bekçileriyiz ve olmaya da devam edeceğiz. Tabii ki ülkemize ve milletimize büyük bedeller ödeten, binlerce vatandaşımızın canına mal olan, kahraman ordumuzu, emniyet ve jandarma mensuplarımızı, kamu görevlilerinin şehadetine sebep olan terörü reddederken, sürekli siyasi mücadelemizin her anında sivil ve barışçıl siyaseti savunduk. Türk, Kürt bütün vatandaşlarımızın demokratik, adil, müreffeh, özgür bir hayat yaşaması için tarihimiz, terörün değil, sivil bir biçimde, özellikle barışçıl siyasetin güçlenmesi için attığımız adımlarla doludur.

Türkiye’de barış ve huzurun güçlenmesine katkı sağlayacak her girişimin doğal şekilde aktörü ve koruyucusu oluruz. Ancak ne zaman koltuğu tehlikeye girse, millete karşı cephe alanların samimi olmaktan uzak olduğunu sorgulamak ve milletimizin kazanımlarının sigortası olmaktan geri durmayız. Bu, bizim ne ana muhalefet ne de Türkiye’nin birinci partisi olarak duruşumuz değil, tam da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu partisi olmaktan gelen sorumluluğumuzdur. Türkiye’de özellikle milletçe geleceğimiz adına yürütülmesini arzu ettiğimiz bu sürecin uygulamasında, yıllardır Türkiye’de kaos, kriz, baskı siyaseti uygulayan, milletimizi ayrıştıran, nefret dilinden sakınmayan, dönemsel çıkarlarına göre hareket eden iktidar, ne ucuz bir siyasetle bizi sürecin dışında bırakabilir ne de milletimizin duygularını istismar etmelerine müsaade ederiz.

"Kutuplaştırarak yönetme anlayışına karşı duracağız"

Milletimizin bu süreci kibirle, dışlayarak, samimi olmayan siyasi menfaat için özellikle kutuplaştırarak yönetme anlayışına karşı duracağız ve şeffaf, kapsayıcı, Türkiye’nin bütünüyle birleştirici tutum ve tavır içinde yönetilmesi konusunda samimi, hassas çağrımızı her zaman yerine getireceğiz ve bunu milletimize duyurmak için en güçlü şekilde mücadelemizi vermeye devam edeceğiz. Biz bu sürecin hukuk ve adalet çizgisinden sapmayan, kapsayıcı, kuşatıcı, beraberlikle, eşit yurttaşlık ilkesiyle, güçlü demokratik devlet düzeni tesisi ile bunu başardığımızda, aynı zamanda Ortadoğu’da bir kutup yıldızı gibi parlayacağımızı ve bütün yakın coğrafyamıza güçlü bir barışı kazandıracağımıza inanan bir noktadayız.

Ülkemizin içerisinde bu sürece karşı gerçekleştirilen en büyük sabotajın da altını çizmek isterim. Bu sabotaj, ana muhalefetin seçilmiş belediye başkanlarına, siyasetçilerine, namuslu bürokratlarına ve Cumhurbaşkanı adayına cezaeviyle yıldırma politikasıyla beraber, bizlerin esir tutulduğumuz Silivri’de, işte tam da Silivri’de kurulan bu kampüsün içerisinde yargılanmamızla sonuçlanan sürecin sonudur, nihayetidir. Ama buna asla başarılı olamayacaklar.

"Özellikle MHP ve DEM'e çağrıda bulunmak istiyorum"

Özellikle ifade edeyim ki, Türkiye’de çok derin siyasi, hukuki ve iktisadi krize sürüklenmesine sebep olan bu akla karşı süreci başlatan, özellikle Milliyetçi Hareket Partisi’ne ve DEM Parti’ye, buradan, bu mahkeme salonundan, adaleti aradığımız bu ülkede, adalet için sonuna kadar mücadele edeceğimiz bu ülkede bir çağrıda bulunmak istiyorum. Ve onlara sesleniyorum ve diyorum ki bu süreci kendi ikballeri için bir fırsat gören akıldan kendinizi ayrıştırın. Ya da tarihi bir sorumlulukla sürecin bütün Türkiye’ye doğru bir zeminde, bütün hassasiyetleriyle dikkate alındığı bir şekilde, şeffaf, katılımcı, kucaklayıcı yöntemlerle sürdürülmesini sağlama konusunda ciddi adımlar atmalısınız.

"Kayyumlardan vazgeçilmesi zorunluluktur"

Tabii ki burada özellikle söyleyeyim, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yürütülen, ülkenin bu tarihi kavşağındaki atılan adımların da bu çağrıyı, ki genel başkanımız burada, o kendileri bunu çok üst seviyede yaptılar, ben de bu çağrının arkasında durduğumu ve olması gerektiğini ifade ettim. Tabii ki burada doğru usullerle siyasi partilerin temsiliyeti, eşitlikçi, çoğulcu yöntemler ile desteklenmesi ve birçok hususta nitelikli çoğunluk gibi yöntemler ile yol alınması da mutlaka yapılmalıdır. Bakın, mutlaka bilinmelidir ki bu sürecin başarıya ulaşması için tarihi adımların sonuca varması, ancak hukuksuz uygulamalardan, mevcut anayasayı dahi ihlal eden uygulamalardan, kayyumlardan vazgeçilmesi zorunluluktur. Aksi takdirde bu sürecin başarıya ulaşması ne yazık ki mümkün olamaz.

Bu yönüyle siyaset burada ikbal aramasın. Burası derken, buranın da altını çizmek istiyorum. Buranın bir mahkeme olduğunu, mahkeme salonu olduğunu, buraya siyasi müdahalenin olmaması gerektiğini, siyasi müdahalenin son bulması gerektiğini, siyasi müdahalenin cenderesi altında olan ve bu süreci bu şekilde karşılayan insanların hak ettiği muameleyi yine bu yargı çatısı altında bulacaklarını, doğru zaman geldiğinde hesap vereceklerinin de altını çizmek istiyorum.

"Seçimi nasıl kazanırım diye bakan akla karşı"

Tabii ki şunu ifade etmek isterim: İşte bugün ülkemizde en ciddi meseleye dahi, en önemli meseleye dahi bakışta siyasi ikballerini, yarınki seçimi düşünen, o seçimi nasıl kazanırım, bunun altından nasıl bir ayrıştırıcılık çıkartırım diye bakan akla karşı biz bugün yine bir mücadele içerisindeyiz, dün olduğu gibi. Yine bugün bu ortamı karıştıran, insanları kutuplaştıran, “Sen gelemezsin, o gelsin, o gelmesin” diye birbirine ayrıştırmaya çalışan akıl, işte gerçek anlamda bu ülkenin evlatlarını, bu milletin evlatlarını, ister hâkimin çocuğu, ister savcının çocuğu, ister burada bulunan avukatların, ister 86 milyon evladı olsun, onları tehdit eden, onları köşeye sıkıştıran, onlara hakaret eden bu akıldır, bu anlayıştır. Onun altını çizeyim. Siyaset, bu yönüyle, gerçekten tüm müktesaplardan akan kanallarıyla birlikte memleketin sorunlarında çözümde birlikte düşünsün, birlikte çalışsın. Bizim baktığımız pencere budur.

Derdimiz nedir? Bizlere düşen, bu topraklarda kardeşçe, özgürce, onurlu bir yaşamı inşa etmektir. Bu yol zorlu olsa da inancımız tamdır, irademiz sağlamdır. Bu memleket hepimizindir. 86 milyon yurttaşımızın evlatlarınındır. 86 milyon insanımızın eşit hissedarlığıyla beraber bu memleketin sahibi olduğunu herkes buradan bilsin ve duysun.

Ne güzel söylemiş Nazım:

Dört nala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın. Yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim.

"İstedikleri kadar engellesinler, istedikleri kadar sesimizi kısmaya çalışsınlar"

Bu memleketin insanlarının bir arada yaşamasını istemeyen, kaşları çatık, yüzü asık, her konuşmasında milleti ayrıştıran akıldan uzaklaştığımız gün, bu milletin yüzünde huzur, gönlünde ferahlık, insanların sinesinde geleceğe dair umut büyüyecektir. Ve göreceksiniz, bu millet bunu başaracak. İstedikleri kadar engellesinler, istedikleri kadar sesimizi kısmaya çalışsınlar, hakkımızda akşamdan sabaha davalar açsınlar.

Cesaretimiz tamdır. Biz hak yemedik. Allah'a şükür, hakkımızı yedirmedik, yedirmeyeceğiz.

Bugün bunun savunmasının en üst seviyede, en şiddetlisini yapıyorum. Tehdit ve hakaret, işte tam da bunun karşısında hareket edenlerin milletimize çektirdikleridir. Milletin evlatlarının yarınlarını, geleceklerini karartmalarıdır. Ben, yargının, kanunun, yargının yetkilerinin kötüye kullanılmasına, siyasete aparat yapılmasına karşı mücadele ettim, ediyorum, etmeye devam edeceğim. Ben, gelecek seçimi düşünenlerden değilim. Ben, gelecek nesilleri düşünenlerdenim ve düşünmeye de devam edeceğim. Burada bulunan, bulunmayan bu milletin her evladını düşünmeye devam edeceğim ve ondan asla vazgeçmeyeceğim. Bunu herkes böyle bilsin.

"İlan ediyorum: Dimdik ayaktayım. Cesaretim tamdır!"

O bakımdan, yine ilan ediyorum: Kötülük yapanlara ve kötülere karşı mücadelede bir nefer olarak yoluma devam ediyorum, dimdik ayaktayım. Cesaretim tamdır. Gençliğimin olduğunun farkındayım, yolumun uzun olduğunun da farkındayım. Allah yolumuzu açık etsin. Allah kötülerden milletimizi korusun.

Bana iftira atanlardan ve insanların bugün burada toplanıp gerçekten üzücü bir şekilde 10 saniye, 20 saniye içinde bir iddianame üzerinden bir mahkeme yargılanmasının üçüncü celsesini yaşamaktan üzüntü duyuyorum.

Yani Silivri'de bir kampüsün kurulmasından, Çağlayan'dan kaçırılmasından, buraya taşınmasından üzüntü duyuyorum, hicap duyuyorum. Hakimim, heyetinin, buraya gelen diğer sorumluların, görevlilerin böyle bir meşguliyetle meşgul tutulmasından büyük üzüntü duyuyorum.

Ve hürlüğümüzü ve hür kalacağımızı her zaman ilan ediyorum. Gerçekten Allah milletimizi kötülerden ve kötülüklerden korusun. İnşallah burada en doğru kararı vereceğinize olan ümidimle, bugün bu yapmış olduğum esas hakkındaki mütalaaya izin verdiğiniz için de teşekkür ediyorum.

Son söz kavramı benim için uygun bir kavram değil elbette. Hiçbir zaman sözün bittiği yerde olmayız. Gerçekten yargı tacizi altında bulunan kişi olarak yoğun bir saldırı ile karşı karşıya olduğumun altını çizerim. Üzülerek ifade edeyim bugün burada bulunmak, mahkemenin esas çatısının altında değil de Silivri'ye nakledilmiş şekli ile bir göçebe misali bir mahkemenin kurulduğu ortamda yargılanmanın tecritin de bir parçası olduğunun altı çizilmek zorundadır.

"5 kez mütalaa vermeyen bir savcıyla karşı karşıyayız"

Ahmak davası var ve 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasal yasak kararı verildi. Artık neredeyse 3 yıla doğru giden bir şekli ile istinaf mahkemesinde bekletiliyor. Beylikdüzü'nde bir ihaleden 5 yıl sonra bir danıştay kararı olmasına rağmen canlandırıldı. Türkiye yargı tarihinde olmamış bir biçimde 5 kez mütalaa vermeyen bir savcıyla karşı karşıyayız. Savcı makamının değişik bir uygulaması ile karşı karşıya kaldığım bir durumdayım.

Burada da savcılık makamı bana, kendi savunmamı yaparken cevap verme hakkı varsa hakkını kullandı. Hakkı yoksa da sizden, yüce yargıdan bu konuda cevap istiyorum.

Tehdit, hedef gösterme davasına sonra geleceğim. Bilirkişi davası, yani milyarda diyemeyeceğim, milyarın yanında sıfır kalır. Son sözümdür, son sözümde sadece bir itirazım var. Bu davayla ilgili son bir cümle, önemli bir şey söyleyeceğim. Bu mahkemeyle ilgili, sizinle ilgili önemli bir şey söyleyeceğim Sayın Hâkim.

Sizinle ilgili çok önemli bir şey, tarihi bir not düşeceğim yani. Bunlar benim başıma geliyor, yüce Türk yargısının bir ferdisiniz, önemli bir makamdasınız. Yani sırtımı size dayıyorum ben şu anda. Başka bir yer yok. Dolayısıyla sırtımı size dayıyorsam o zaman bunları dinlemeniz lazım. Belki medyayı takip etmiyorsunuz. Belki medyaya çıkmak istemeyeceksiniz. Onun için bunları duyun, benden duyun.

"Diploma savcının zorlamasıyla haddi olmadan iptal edildi"

Bilirkişi mahkemesi, bilirkişi açılan dava, trilyonlarda bir bile olmayan bir ihtimalle defalarca benimle ilgili dosyaya düşmüş adamı, ismi Satılmış olan beyefendiyi ben şikâyet ettim millete çünkü şikâyetlerim yargıda karşılık bulmadı. Benim hakkımda ceza davası açıldı, siyasi yasak davası açıldı. Diploma davası benimle, yani 35 yıl önceki işlem, 30 yıl önceki diploma bu ülkede hiçbir hatası, hususu olmadan uydurma bir kararla, savcının zorlamasıyla haddi olmadan iptal edildi.

Zorlayarak, parantez içinde de YSK’da kullanabilir diyor. YSK’da bir tek Cumhurbaşkanı adayı olduğunda kullanabilirsiniz, başka bir yerde değil. Ve buradan iptal edilen diplomamla yetinmediler, ağır cezada mahkeme açıldı. 8 yıl 9 ay ağır cezada mahkeme açıldı ve bu mahkemeyle ilgili, benimle ilgili aynı dosyada olan kişiler ayrıldı, sadece benimle ilgili açıldı. Acele var yani, bir acele var. Ben bu acele nasıl yani, bir insan böyle bir cenderede olabilir mi ya? Biz neye güveneceğiz yani?

Ve tutuklamalar, kayyumlar vesaire. Ahmet Özer başkanımız pazartesi buradan tahliye kararı aldı. Ahmet Özer 30 Ekim’de tahliye aldığı karardan dolayı evine operasyon düzenlendi ve tutuklandı. Aylar sonra bir başka mahkemeden ilave tutuklamadan dolayı hakkında bir tutuklama kararı var. Dokuz aydır hapiste, 65 yaşında bu ülkenin profesörü. Niye? Daha bir yıl önce, bir buçuk yıl önce, iki yıl önce kendisine oy vermeyen herkes teröristti, şimdi başka bir evreye geldik. Şimdi başka bir şey konuşacağız, yok öyle bir şey. Yok.

86 milyon insana ben her zaman dedim, 86 milyon insan benim için vatanseverdir. O bakımdan ben “vah memleket vah” demek istemiyorum. Ve bu mahkemenin bu silsileye eklenmesini arzu etmiyorum, istemiyorum. Bu benim Ekrem İmamoğlu olarak talebimdir. Ben Mehmet Çalık kardeşimin evine dönmesini istiyorum. Bu insan, bu insan niye hapiste, niye süründürülüyor? İzmir’e, buradan İzmir’e, İzmir’den İstanbul’a, adli tıp, yeter. Yeter. Cinayete doğru gidiyor bu iş. Bu yargılama değil. Burası bu silsileye eklensin istemiyorum Sayın Hâkim.

Mehmet Çalık gibi Fatoş, Elif, Kadriye, kadın mahkûmlar. Nedir ya? Çoluğundan çocuğundan, şoförler, öyle gerile gerile, kafasını gözünü sert sert bakarak bize kimse bakmasın yani, ben umursamıyorum o bakışları. Gelir geçer. Bugünler gelir geçer. Her karar kendi peşinden gider. Çok net.

Dün 15 Temmuz’du, şehitlerimizi rahmetle, minnetle anıyoruz. Niye öldü o insanlar? O insanlar niye öldü? O darbe niye düzenlendi? Sayın Genel Başkanıma söz hakkı verilmemiş mecliste. Ben 15 Temmuz’dan dört gün sonra mevlit okutmak istedim, müftü “okuyamazsın” dedi. “Okutamazsın” dedi camide. “Niye?” dedim. Sayın müftü, “kaymakam öyle söylüyor” dedi. Aradım kaymakamı. Dedim “Sayın Kaymakamım, niye okutamazmışım?” Telefonla aradım. Dedi ki “Ya çok dua okundu, yeter” dedi, “Sen niye okutacaksın?” CHP’li Ekrem İmamoğlu, müftü ve kaymakam karar alıyor, niye camide mevlit okutamazsın şehitlere diye. “İyi” dedim, “Ben gidiyorum akşam kendim okuyacağım” dedim. Gittim ve okuttum.

Bunu niye söylüyorum, bunlar önemli Sayın Hâkimim, bunlar önemlidir. 15 Temmuz’da, sizi ilgilendiren bir konu değil efendim. Hepsi ilgilendiriyor, hepsi birbiriyle ilişkili. Son sözüm. Bakın, her aktör burada konuştuğumuz konu Sayın Başsavcı ile ilgili benimle alakalı tehdit ve hakaret. Ben bu cennet vatanda bir kişi için tehdidim. Bir kişi için tehdidim. O da ben değilim, ben tehdit etmem, millet tehdit eder. Sandıkta dört kez yendim, beşinci kez yeneceğim için tehdidim. Onun için bugün buradayım, başka bir sebep yok. Bunun için buradayım. O silsileye ek olmayasın. Ben milletim adına mücadeleye devam edeceğim. Kararlılığım bugün tarif edemeyeceğiniz seviyededir. Tek arzum vardır, vah memleket vah silsilesine, bu mahkeme sıralamasına, bu mahkeme girmesin. Teşekkür ederim.

Önceki duruşmalarda neler yaşandı?

Davanın ilk duruşması 11 Nisan'da, ikinci duruşması ise 16 Haziran'da yapılmıştı.

İlk duruşmada, 15,5 milyon kişinin ön seçimde kendisine oy vermesi ve cumhurbaşkanı adayı olması nedeniyle tutuklu olduğunu söyleyen İmamoğlu, savunmasını şu sözlerle yapmıştı:

“Biz milletçe tam da arkanızda yazan ‘Adalet mülkün temelidir’ esası üzerine bir toplum olma gayreti içerisindeyiz. Demokrasiye, cumhuriyete, eşitliğe, hak ve hürriyetlerin korunması noktasında sonsuz gayret gösteren ve mücadele veren bir anlayışla hareket ediyoruz. Bu kapsamda yürütülen süreçlerle ilgili elbette kaygı duyuyorum. Kaygı duyduğum kadar da üzülüyorum.

Aynı zamanda ‘İnsanını yaşat ki devlet yaşasın’ diye halk ve devlet aklının yürüdüğü binlerce yıldır bu geleneğin temsilcileri olma gayreti içerisinde insanlarız. Bu gayret ve bu temenni burada duruşumuzun ve burada varoluşumuzun bence temelini oluşturmaktadır. Bugün burada bulunurken bende yıllar öncesinde bu kampüs içerisinde Ergenekon kumpas davasını takip etmiştim. İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır iradesine karşı kazandığım için bugün tutukluyum."

İmamoğlu ne demişti?

20 Ocak'ta Modern Hukuk ve Yargının Siyasallaşması Paneli'nde konuşan İBB Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'e seslenerek şunları söylemişti:

"Sakın bu bana yapılamaz diye kimse düşünmesin, sanmasınlar bu mesele Ekrem İmamoğlu meselesidir, Özgür Özel meselesidir. Bu mesele, Türkiye Cumhuriyeti'nin beka meselesidir. Cem Aydın’ı ifade için çağırıyorsun. Evine baskın yapıyorsun. Senin amacın milletin gözünü korkutmak. Başsavcı sana söylüyorum. Senin evlatlarını bile bu muamelelerden kurtarmak için seni yöneten aklı bu milletin zihninden söküp atacağız. Söküp atacağız ki senin evlatlarının kapısına kimse dayanmasın."

Panel devam ederken İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İmamoğlu hakkında "Tehdit ve Terörle mücadelede görev olan kişileri hedef göstermek suçlarından" soruşturma başlatıldığını açıklamıştı.

Kaynak:Haber Merkezi

Öne Çıkanlar