Özhaseki 'FETÖ' sözleri nedeniyle dava açmıştı: AYM, Ağbaba'yı haklı buldu
Anayasa Mahkemesi, CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba'nın, 31 Mart 2019 seçimlerinde AK Parti Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki hakkında sarf ettiği "FETÖ" iddialarına ilişkin sözlerini " ifade özgürlüğü" kapsamında olduğuna hükmederek, Ağbaba'ya 34 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar verdi.
CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, 14 Mart 2019'da Malatya Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği ziyaretinde, dönemin AK Parti Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki'nin "FETÖ ile bağlantılı olduğunu" ileri sürdü.
Mehmet Özhaseki, ifadelerin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği gerekçesiyle Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne 50 bin TL'lik manevi tazminat davası açtı.
Tazminat istemini reddeden ilk derece mahkeme gerekçesinde, "davacının siyasi konumu sebebiyle ağır, sert ve hatta incitici eleştirilere katlanması gerektiğini, davacının siyaseti seçmekle bilinçli olarak tutum ve davranışlarını kamunun denetimine açtığını, tarafların sıfatları gereği haklarındaki söylemlere cevap verecek olanaklara sahip olduklarını, davalının ana muhalefet partisi milletvekili olarak kamuyu bilgilendirme ve aydınlatma görevi kapsamında davacının siyasi eylem ve söylemleri hakkında kişisel değer yargılarını da katarak eleştiride bulunabileceğini değerlendirmiştir. İhtilafın odağındaki sözlerin davacının kişilik haklarını hedef almadığını, özle biçim arasındaki dengeyi koruduğunu, tartışılmasında kamusal yararı bulunan konuları ifade ettiğini, sert de olsa ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını değerlendiren Mahkemeye göre söz konusu ifadeler, davacının kişilik haklarına saldırı boyutuna ulaşmamıştır" denildi.
Ancak, kararın istinaf edilmesi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi, ilk derece kararını bozdu ve tazminat talebini kısmen kabul etti. Mahkeme, Ağbaba'nın "FETÖ'nün Kayseri'deki 1 numaralı başı" ifadesinin somut olgu isnadı içerdiğini, bunu ispatlayacak delil sunamadığını ve davacının FETÖ'cü olduğuna dair soruşturma bulunmadığını belirterek, Ağbaba'nın 7 bin TL manevi tazminat ödemesine hükmetti.
34 bin lira manevi tazminat ödenecek
Ağbaba kararın kesinleşmesi üzerine Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Yüksek Mahkeme, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna, Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine, kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesine iletilmek üzere Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, başvurucuya net 34 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar verdi.
Yüksek Mahkeme'nin gerekçeli kararında şu ifadelere yer verildi:
"Zorunlu ihtiyacı karşılayan orantılı müdahele olması gerekir"
"Anayasa'nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir ihtiyacı karşılayan orantılı bir müdahale olması gerekir. Anayasa Mahkemesi mevcut başvuruya benzer başvurularda, başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile davacının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmektedir. Şüphesiz ki bu, soyut bir değerlendirme değildir.
Çatışan bu iki hak arasında dengeleme yapılırken kullanılması gereken ölçütler genel olarak şunlardır: İfadelerin kim tarafından dile getirildiği, hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük düzeyi ve önceki davranışları yanında katlanması gereken eleştirinin sınırlarının sade bir vatandaşa göre daha geniş olup olmadığı, ifadelerin genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu ile diğer kişilerin düşünce açıklamaları karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı, kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı, davacının kendisine yöneltilen ifadelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı, ifadelerin hedef alınan kişinin hayatı üzerindeki etkisi, cezalandırmaya konu edilen ifadelerin kullanıldıkları bağlamından kopartılıp kopartılmadığı, başvurucunun yaptırıma maruz kalma endişesinin başvurucu üzerinde caydırıcı etki yaratıp yaratmayacağı, dava konusu söylemlerin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği.
Anayasa Mahkemesi; somut olayın koşullarında başvurucunun davacı hakkında kullandığı ifadeler sebebiyle aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, müdahalenin gerçekleşmesinin amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçenin Anayasa Mahkemesince yukarıda açıklanan kriterleri karşılayan ilgili ve yeterli bir gerekçe olup olmadığını davanın bütününe bakarak değerlendirecektir.
Somut olayın koşulları...
31 Mart 2019 tarihinde Türkiye'de yerel seçimler yapılmış olup seçim sonucunda, büyükşehir belediye başkanları, belediye başkanları, belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, muhtarlar ve ihtiyar heyetleri belirlenmiştir. İhtilafın merkezindeki sözler de milletvekili olan başvurucu tarafından bahsi geçen yerel seçimlerden yaklaşık iki hafta önce sarf edilmiştir. Sözlerin muhatabı ise iktidar partisinin önde gelen siyasetçilerinden olup aynı zamanda söz konusu yerel seçimde Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayıdır.
Başvurucunun, davacının 1 Mart 2019 tarihinde 'ana muhalefet partisinin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanması hâlinde 20 bin kişinin belediyede işe alınacağı; PKK ve DHKP-C'nin 'Sana destek verdik, sen de bizi gör' diyeceklerini; insanların parklarında artık o militanlar olacak. Allah korusun, evine su parasını getiren tahsildarın militan olduğunu bir düşünün' şeklindeki açıklamasına cevaben ihtilaflı ifadeleri sarf ettiği anlaşılmaktadır.
Yargılama sürecinde davacının bahsi geçen sözleri sarf etmediği yönünde bir iddiası yoktur. Davacı kendisinin FETÖ'nün Kayseri'deki bir numaralı ismi gibi gösterilmesinin haksız bir saldırı teşkil ettiğini, 2011 yılı Ekim ayında Amerika Birleşik Devletleri'ne gerçekleştirilen ziyaret esnasında FETÖ terör örgütü ile ilgili resmîi bir bilginin mevcut olmadığını; bazı sanıkların ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını, başvurucunun hakaret ve iftira suçunu işlediğini savunmaktadır. Bu doğrultuda Bölge Adliye Mahkemesi de 'FETÖ’nün Kayseri’deki 1 numaralı başı' ifadesinin olgu isnadı olduğunu kabul etmiştir.
"Başvurucunun, davacının FETÖ/PDY'ci olduğu yönündeki iddiası değer yargısı niteliğindedir"
Oysa başvurucunun, davacının FETÖ/PDY'ci olduğu yönündeki iddiası değer yargısı niteliğindedir. Anayasa Mahkemesi'nin kanaatine göre başvurucu, ana muhalefet partisi milletvekili olarak olayların meydana geldiği tarihte başkentin belediye başkanı adayı olan davacının anılan örgüte yönelik geçmişteki yaklaşımını hedef almıştır. Açıklamasında bazı olgulara dayanan başvurucunun konuşmasında geçen ve davacı için kullandığı 'FETÖ'nün bir numaralı başı' ifadesinin somut bazı vakalara dayalı ispatlanması beklenmeyen değer yargısı niteliğinde ifadeler olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak unutmamak gerekir ki bir açıklamanın ispatlanması beklenmeyen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir. O halde tespiti gereken hususlar, başvurucunun ifadeleriyle keyfi biçimde davacıyı hedef alıp almadığı, kullandığı söz ve ifadelerin sebepsiz bir kişisel bir saldırı oluşturup oluşturmadığıdır.
Başvurucunun açıklamalarının temelinde H.B. ile 22/3/2016 tarihinde yaptığı konuşmanın bulunduğu, H.B.nin aynı zamanda sanığı olduğu yargılama sürecinde de benzer ifadeleri mahkemeye sunmuş olduğu, H.B.nin bizzat davacı tarafından Pensilvanya'ya götürüldüğünü, davacı aracılığıyla F.G. ile tanıştığını ifade ettiği anlaşılmaktadır. Pensilvanya'ya giden ekibin içindeki bazı şahısların önemli görevlere getirilmesine rağmen kendisinin yargılandığını ifade eden H.B.nin sözlerinden yola çıkan başvurucunun, FETÖ ile davacının yakın ilişkisine işaret ettiği görülmektedir. Buna dayanak olarak başvurucu yine Amerika Birleşik Devletleri'nde çektirildiği anlaşılan bir fotoğrafı da kamuoyuyla paylaşmaktadır. Başvurucu konuşmasının sonunda ise davacıya Pensilvanya'ya gidip gitmediğini, F.G.nin okullarını ziyaret edip etmediğini, H.B. gibi Kayseri'nin zengin iş insanlarını F.G. ile tanıştırıp tanıştırmadığını kamuya açıklaması için çağrı yapmaktadır. Bu noktada, başvurucunun tanık ve başka delillere dayalı ifadelerinin olgusal dayanaktan yoksun keyfi bir saldırı olduğunu söylemek mümkün görünmemiştir.
"Özellikle siyasetçilerin aralarında geçen tartışmalarda taraflar ifade özgürlüğünden çok daha geniş bir şekilde yararlanırlar"
Toplumun tamamını ilgilendiren ve kamusal bir tartışmaya katkı sunduğu konusunda şüphe bulunmayan konularda oluşan rahatsızlıkların yüksek sesle dillendirilmesinin ancak düşüncelerin herhangi bir engelle karşılaşmadan açıklanabildiği demokratik rejimlerde mümkün olduğu unutulmamalıdır. Üstelik başvuruya konu konuşmaların siyasi bir tartışma ekseninde söylendiği açıktır. Özellikle siyasetçilerin ve milletvekillerinin aralarında geçen tartışmalarda taraflar ifade özgürlüğünden çok daha geniş bir şekilde yararlanırlar. Zira siyasi tartışmaların serbestliği demokratik toplum idealinin merkezinde yer alan bir ilkedir. Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale, eğer bir siyasetçinin ve özellikle muhalefet partisinin bir üyesinin ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir. Buna ilaveten mevcut başvuru konusu olaylar halka mal olmuş kişiler olarak hareket eden kamusal ilginin odağındaki siyasetçiler arasında geçtiği için kabul edilebilir eleştiri sınırları sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniştir.
Kullanılan dil ve üslup muhatabı açısından rahatsız edici olsa dahi Anayasa Mahkemesi'nin pek çok kararında benimsediği gibi demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan, toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü; sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Anayasa Mahkemesi yine pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi somut olayda başvuruya konu ifadelerin kullanıldığı dönemdeki koşullarını, ifadenin bağlamını, başvurucunun konuşmasının tamamını ve başvurucu ile davacının toplumsal konumunu tartışmadan başvurucunun davacı hakkındaki ifadelerinin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği sonucuna varmış ve başvurucuyu tazminata mahkum etmiştir. Bu sebeple Bölge Adliye Mahkemesi'nin başvurucu aleyhine manevi tazminata hükmetmesi bakımından ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez. Sonuç olarak yargı mercilerinin başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarının korunması hakkı arasında adil bir denge kurduklarından bahsedilemeyeceği değerlendirilmiştir.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir."
Kaynak:ANKA