HER 9 KİŞİYE 1 SIĞINMACI

İş yerinde, insanca yaşamak için sağlıklı çalışma koşulu ve hiç değilse asgari bir maaş talep eden Türkleri işten atıp yerine günde 30 lira verdiği Suriyeli ve Afgan’dan memnun olanlarla dolu ülkemiz. Türkiye’nin önemli bir kesim büyük işletmecisi Türk vatandaşlarına insanca yaşamayı çok görmüş durumda.  Kendi insanına ihanet eden, kendi insanına insanca yaşamayı çok gören bu anlayışa sahip kişilerin işlerin değişmesi durumunda sığınmacılara neler yapabileceğini bir düşünün.

“En uzakta sandığımız bir olayın bize bir gün dokunmayacağını bilemeyiz. İnsanoğlunun hepsini bir gövde ve bir ulusu bunun organı saymak gerekir. Bir gövdenin parmağının ucundaki acıdan öteki bütün organlar etkilenir. Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa, bana ne dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar uzak olursa olsun bu ilkeden şaşmamak gerekir, işte bu düşünüş, insanları, ulusları ve hükümetleri bencillikten kurtarır”

 Mustafa Kemal Atatürk 

Sığınmacı konusunda herkes kendi düşüncesini put yapmış, diğerlerinin putuna İbrahim kesilmiş durumda. Bir kesim “Göçmenler artık gelmesin, Türkiye sığınmacı kaldıracak durumda değil” derken diğer yandan “Karışmayın isteyen gelsin insan hakları var, onlar mağdur ve hem savaştan kaçıyorlar” diyenler var.  Ortaya bilgi kirliliği bombardımanı da eklenince ırkçılık suçlamaları ve vatan hainliği suçlamalarında enflasyon yaşandı.

“Ben ülkemde kontrolsüz göçmen istemiyorum. Memleket artık ne ekonomik ne de sosyolojik olarak mülteci kaldıracak durumda değil. Ben Türkiye’nin yolgeçen hanı olmasına karşıyım” diyenler ırkçı değildir. Bu kaygıya sahip olan vatandaşları ‘ırkçı’ diye yaftalamak basitliktir. Özellikle Almanya başta olmak üzere Avrupa’da göçmenlerin kabul ediliş aşamaları, entegrasyon konusundaki organizasyonları, ekipleri, bütçeleri ve sağlam politikalarına göz atabilirsiniz. Onlar bile çok fazla tecrübe ve maddi manevi birikime sahipken hedefledikleri entegrasyondan uzaklar. Peki ya Türkiye?  

SIĞINMACI POLİTİKASIZLIĞIMIZ

Dünyada sınırlarını tamamen açmış, kamp kurmadan ve güvenlik koridorları oluşturmadan bu kadar sığınmacı alan başka bir ülke gösteremezsiniz. Türkiye’de şu anda her 9 kişiye 1 sığınmacı düşüyor.

Türkiye, şu anda açık ara dünyadaki sığınmacı barındıran ülkeler arasında ilk sırada. Afganistan’da Taliban’dan kaçan yüzbinlerce kişi şu an sınırlarımıza doğru gelmeye devam ediyor. Bir göçmen/sığınmacı politikamız yok. Afganistan’ın sınır komşularının neden Afganları almadığını; bunun yerine neden Türkiye’nin rota olduğu konusu çok boyutlu ve çok ciddi.

Afganistan’la 2640 kilometre sınırı olan Pakistan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Moeed Yusuf, "Yardım etmek istiyoruz ancak şu anda yeni mülteci kabul edebilecek durumda değiliz. Uluslararası güçler ve Birleşmiş Milletler, bu mülteciler için Afganistan sınırları içinde bir çözüm yolu bulmalı” derken, Pakistan Genelkurmay Başkanı General Kamer Cavit Bajwa ve İstihbarat Örgütü Başkanı Korgeneral Faiz Hamid Afganistan’da bir iç savaş çıkması durumunda hiçbir Afganı kabul etmeyeceklerini açıkladı. 

Bizden 3000 km. uzakta olan Afganistan’da, göçmenlerin İran’ı geçip neden Türkiye’ye girdiklerini soran vatandaşların kaygılarını anlamamız gerekiyor.

İçinde bulunduğumuz durum sosyal medyada takipçi kasmak, gündem olmak ve kendi mahallesinin duymasını istediği şeyleri söylemekten çok daha ciddi. 

İnsanlar korkuyor. Neyini anlamıyorsunuz bunun K-O-R-K-U-Y-O-R. Burada olan korkuyor; Suriyeliler ise daha çok korkuyor. Türkiye’ye gelen sığınmacılarının çok ama çok büyük bir bölümünün masum, savaştan ya da tehlikeden kaçtığını biliyoruz. Ancak bir kişiyi bir sığınmacı öldürdüğünde halkın büyük kısmının buna suçun şahsiliği ilkesinden bakmayacağını anlamamız gerekiyor. Evet orada bireysel bir suç var ancak toplumsal refleksler böyle değil. Olaylara ‘olmasını istediğimiz’ gibi değil; gerçekçi yaklaşmamız bu konuda çok önemli. Elbette hepimiz isterdik halkın tamamının işlenen cinayette suçun şahsiliği ilkesi çerçevesinden bakmasını ancak gerçek tepkiler böyle değil. Böyle de olmayacak. İşte tam da bu nedenle en acil şekilde gereken her türlü tedbir alınmalı ve ciddi bir topyekun sığınmacı politikası hayata geçirilmelidir.

HALKI ANLAMADAN SORUN ÇÖZÜLMEZ

Halkı tanımayan ama halkın çok izlediği sözde yorumcular ciddi şekilde yanlış bilgi veriyor. Hem Türk vatandaşları hem de göçmenler ciddi şekilde manipüle ediliyor.  En son yaşanan Ankara Altındağ olayında gerici, ırkçı ve suçlu bir grup Suriyelilerin dükkanlarını yağmaladı. Bu bir neden değil; bir sonuçtu.

Yaşadıklarımızın sorumluları sığınmacılar değil. Bunun sorumlusu siyasal karar mercidir. Ve toplumsal tepkilerin yeri de göçmenler değil; karar mercileri olmalı. Bunu anlatarak, hepimizin dilinde bir değişimle başlayarak ilk adımı atmamız gerekiyor. Şu anda Türkiye’nin sığınmacı politikası saldım çayıra Mevlam kayıra politikasıdır.

Uzun yıllardır tek tipçi eğitim sistemiyle nesiller yetiştirmeyi amaçlayanlar, kendilerinden farklı düşünen Türkleri bile beğenmezken şimdi tamamen farklı kitleleri getirip halka da “hadi bakalım anlaşın” demesinin akla ziyan duruşu ortasında çıkış ancak ve ancak akılcılıkla olacak.  Eğer gerçekçi ve akılcı bir politika belirlemezsek o zaman elimizde kalan tek şey tüm ülkede baskıcı ve parçalanmış bir korku toplumu olur. Korkan insanların ve gruplar bu kolektif korku nedeniyle entegrasyona tamamen kapanır ve kendilerini ‘korumak’ adına şiddete ciddi şekilde eğilim gösterirler. 

Siyasal partileri seçmede dahi seçmen eğiliminin genelinin kimlik ve mezhep siyaseti üzerinden kurgulandığı Türkiye’de göçmen konusunda genel ve güçlü bir plan uygulanmazsa var olan kimliksel siyasetin bir uzantısı haline gelecektir bu mesele. Hemşehricilik gibi kültürel ve ekonomik dayanışmanın, kültürel davranış kalıplarının yaygın olduğu ülkemizde, sözle, lafla ya da ideolojiyle göçmenlerin sağlıklı şekilde Türk vatandaşlarıyla bir arada yaşayacağını düşünmek gayet sağlıksız/ölü bir düşüncedir. 

Sığınmacıların, göçmenlerin, mültecilerin; statüsüne göre hakları ve yükümlülükleri vardır ve kamu otoritesi bunu yerine getirmek zorundadır. “Memnunuz” ya da “Memnun değiliz” gibi tabiler pozitif ya da negatif önyargılar üzerine kurulmuş fikirlerden başka bir şey değildir. 

Günlüğü 20 liradan 30 liradan Afgan ve Suriye uyruklu insanları yemeksiz, sigortasız çalıştıran fırsatçılar, şehir içinde sığınmacıları taşımak için 1000 lira alan otobüs firmaları, organ mafyası, fuhuş çeteleri sığınmacılardan ‘memnun’ olabilirler; bu insanlar vatandaşı ‘ırkçılıkla’ suçlayabiliyor. İş yerinde, insanca yaşamak için sağlıklı çalışma koşulu ve hiç değilse asgari bir maaş talep eden Türkleri işten atıp yerine günde 30 lira verdiği Suriyeli ve Afgan’dan memnun olanlarla dolu ülkemiz. Türkiye’nin önemli bir kesim büyük işletmecisi Türk vatandaşlarına insanca yaşamayı çok görmüş durumda.  Kendi insanına ihanet eden, kendi insanına insanca yaşamayı çok gören bu anlayışa sahip kişilerin işlerin değişmesi durumunda sığınmacılara neler yapabileceğini bir düşünün.

Bu ülkede aynı köyden olmadığı (Bakın aynı şehir, ilçe bile değil) için birbirini görünce yolunu değiştirenlerin ülkesindeyiz. Kürt diye evini vermeyen ev sahiplerinin, Alevi diye o mahalle okuluna çocuğunu yazdırmayanların, başı örtülü diye komşunu evine misafirliğe çağırmayan insanların da olduğu ülkedeyiz. Ulus Devlet anlayışının oluşturmayı amaçladığı bütün kültürel, sosyal ve siyasal hedefe rağmen bizlerin dahi durumu bu. Siz ise hiçbir şekilde bilimsel adımları atmadan, adam akıllı bir entegrasyon politikası belirlemeden sosyokültürel hayatı bambaşka olan milyonları vatandaşın arasına sokuyorsunuz. Ondan sonra da bu insanların ‘hayatın olağan akışına uygun’ ve ‘beklenen’ tepkilerine karşı onları ya ırkçılıkla ya da hainlikle suçluyorsunuz. Bu kirli önyargı bombardımanı öyle bir hale geldi ki insanlar artık ne diyeceğini ne düşüneceğini şaşırdı. 

Tüm Avrupa’da yayın yapan Alman merkezli bir medya organı İngilizce versiyonunda Yunanistan sınırında göçmenlere karşı örülen 5 metrelik elektrikli duvarın, ısı duyarlı dronların, insan yakalayan otomatik robotların haberini uzun uzadıya yaparken aynı medya organının Türkiye versiyonu burada Almanya’da yaşayan bir sığınmacı kızın başarı haberlerini verdi. Türkiye’deki göçmen/mülteci sorunun ana nedeni Suriye’de iç karışıklık yaratanlar mı? Yanıt tartışmasız evet. Peki bunun sorumluluğu tüm Türkiye mi? yanıt tartışmasız hayır! 

KORKU VE BELİRSİZLİK KİME YARIYOR?

Türkiye sınırından bir sığınmacı girdiği an onun kim olduğunu bulmak, tehlikeli olup olmadığını kontrol etmek devletin görevidir. Ayrıca, gelen sığınmacının güvenliğini, barınma ve yaşam koşullarını sağlamak da devletin görevidir. Halkı da bu konuda şeffaf biçimde bilgilendirmek yine devletin görevidir.

Bu konu realist şekilde çözülmeli. Çünkü halk olayın ideolojin değil her gün kanlı canlı gerçeğini yaşıyor. Vatandaş korkuyor, anlamıyor musunuz? Şu an vatandaşın negatif ya da pozitif önyargıları üzerine oluşturduğu korkularını saçma, gereksiz ya da ırkçı bulmanın zamanı değil. Bunu yapmak gerçekçi de değil. Bu insanların ekonomik ve sosyal korkularını görmeyenler başka ve daha ağır sosyal patlamalara ve linçlere yol açılıyor.  Bunun sonunda da hem sığınmacılar hem de vatandaşlar mağdur oluyor. Bu keşmekeş, korku ve belirsizlik otoriterleşmek ve ülkede baskı iklimini kalıcı hale getirmek isteyenlerin işine gelecek.

 Önümüzdeki süreçte hem kendimizi, hem bize gelen sığınmacıları hem de ülkeyi korumak zorundayız. Eğer bir arada yaşamak istiyorsak bunu bütün dünyaya duyurmalı ve içinde olduğumuz sorunu Avrupa başta olmak üzere tüm bölgeyle çözmemiz gerekiyor. Bunun için de en başta dilimizi düzeltmeli ve her kelimeyi özenle seçmeliyiz. Biz, birbirimizi suçladığımız müddetçe bu sorun çok daha büyüyecek. İşin ÖZ’eti; artık bir aradayız ve ancak ‘bir arada’ bu sorundan çıkış yoluna gidebiliriz. İşe başlamak için de sığınmacılardan ziyade galiba önce birbirimizi anlamak gerekecek...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi