Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Her fâni 'cancel'ı tadacaktır!

Tarihî kişilikler yargılanıyor, komediler taşlanıyor, şarkılar sansürleniyor. Ve hayır... Tüm bunlar Orta Doğu'da değil, "demokrasinin beşiği" Batı'da cereyan ediyor! "İptal kültürü" rock yıldızlarını isyan noktasına getirdi bile... Ve özgürlükler konusunda Avrupa solu, tıpkı Covid krizindeki gibi çok kötü bir sınav veriyor.

James Webb Uzay Teleskobu'nun evrene dair milyarlarca yıllık görüntüleri yayımladığı bir haftada biz de Türkiye olarak apayrı bir gurur yaşadık: Ülkemizdeki beş üniversiteye tam beş ayrı rektör atadık!
Atama kararında bilimsel açıdan nerelere geldiğimize dair pek çok ipucu vardı. Her şeyden önce beş ve beş eşitti ve birbirlerine bölündüklerinde 1 kalıyordu. Yanına bir sıfır koyduğumuzda elde edeceğimiz 01 ise Adana'nın plaka numarasıydı ve sıkı durun: Alparslan Türkeş Üniversitesi Adana'daydı!..
Dahası... Son 20 yılda üniversitelerimiz tane olarak 200'ü geçmişti ve bu da il sayımızın neredeyse üç misliydi. Eh, akademik hayat bina ile başlar. Bazen otoyol ve köprülerin büyüsüne dalıp fark etmesek de E-5 kenarında "Üniversiteye uygundur" afişli inşaatlar boşuna değildi!
Tabii böylesi mümtaz kurumlara tarihsel ve kültürel birikimimizi yansıtmamız şarttı. Sonuç olarak Aksaray'daki üniversitenin adı Aksaray, Iğdır'daki de Iğdır olarak adlandırılacaktı. Ve elbette "devlet büyükleri"... Elazığ'da bir Binali Yıldırım Üniversitesi'nin önündeki engel neydi?! "Since 2018", yerli ve milli!..

BARBARLIK FAKÜLTESİ?!

Yüksek öğrenimde zirvelere oynadığımız böyle bir dönemde ezeli rakibimiz Almanya'dan gelen haberler ise yürek burkan cinstendi. Avrupa'nın en eski üniversitelerinden Tübingen'de öğrenciler kazan kaldırmış, okudukları kurumun adını değiştirmeye çalışıyorlardı. İktidardaki SPD'nin gençlik kolu Juso'ya bağlı sosyalist öğrencilere göre üniversiteyi 1477'de kuran Grafen Eberhard im Bart, "Yahudi düşmanı"ydı. Yine 1769'da okula adı eklenen Dük Karl Eugen ise himayesindeki kimseleri yurt dışına asker olarak satan, barbar biriydi. Şu halde isimleri derhal tabeladan silinmeliydi. Tübingen'de vefat eden Marksist filozof Ernst Bloch... Onunla anılmak Tübingen Üniversitesi için çok daha şık değil miydi?
Kentin belediye başkanı  Boris Palmer bu talebe karşı çıkıyordu. Palmer'e göre tarihsel kişilikleri bugünden geriye bakarak yargılamak son derece yanlıştı. Öyle ya, kanlı savaşlarla dolu Orta Çağ'da "demokratik figürler" ararsak... Elimizde saygı duyacak pek kimse kalmazdı!

KANT BİLE 'HEDEF' OLABİLİYOR

Palmer'in şikâyetçi olduğu bu tutumun adı, son yıllarda sıkça duyduğumuz "linç (iptal) kültürü", yani "cancel culture"dı. Bir tür postmodern dışlama biçimi olan "iptal kültürü", esasen sosyal medyada işlemekteydi. Bir aktör örneğin, eşini ya da set çalışanını taciz ettiğinde bu haber derhal internette yayılıyor, kısa sürede suçlunun takipçilerini (yani itibarını!) kaybetmesine yol açıyordu. Sonuç: O aktörün yeni filmlerde rol alması artık neredeyse imkânsızdı.
Bu örnekte adalet "sanal olarak" hızla tecelli etmiş, vicdanlar rahatlamıştı. Ama ya fail şu an aramızda değilse, yüzlerce yıl önce göçüp gittiyse?.. Nice abide yazarın namı "ayyaş"a çıkacak, dünyaya yön veren nice felsefeci özel yaşamıyla sorgulanacaktı. Dev filozof Kant bile zamanında kaleme aldığı birkaç yazıdan dolayı Twitter'da "ırkçı" diye damgalanıp "iptal kültürü"nün hedefi olacaktı.

ŞARKILAR 'AHLAKLI' MI OLMALI?

Aynı hafta Almanya kamuoyu bir şarkı etrafında bölünüyordu. DJ Robin & Schürze'nin seslendirdiği "Layla", bu ay pop listelerini kasıp kavurmuş, plajlarda yazın yeni "hit"i olmuştu. Ama önce Würzburg, ardından da Düsseldorf'daki halk festivallerinde yasaklanacaktı. Gerekçe?.. Şarkının "seks işçisi" bir kadını övgüyle ve "eril bir dille" anlatmasıydı. Yani "cinsiyetçilik" suçlaması...
Haydaa... Bu kez de Serdar Ortaç'tan hallice bir "eller havaya" parçasından "sansür" tartışmaları başlamıştı. Sahi... Kadın-erkek binlerce kişi gece kulüplerinde "Layla" ile dans edip eğlenirken böyle bir "yasak" belediyelerin haddine miydi? Kaldı ki her güftede edep ve "güzel ahlak" aransa cümle punk ve heavy metal grubunu telin etmek gerekirdi!
Nitekim Loudwire'a konuşan 15 rock yıldızının da canına tak etmişti. Liam Gallagher "Kim bu *** yargıçlar?!" diye isyan ediyor, Corey Taylor  ise "Artık kimse içinden geldiği gibi konuşamıyor. Böyle fikirsel gelişme olmaz ki" diyordu. Dee Snider'a göre ise "iptal kültürü" apaçık bir sansürdü ve günümüzde "ahlak bekçiliği" sağ partilerden sola kaymıştı. Ağır bir tespsitti doğrusu. Peki Snider haksız mıydı?

'CANCEL' EDİLEMEM BEN!..

Aslında şu sıralar çoğumuz benzer endişeleri yaşıyoruz. Sosyal medyada beyan edeceğimiz her fikir, paylaşacağımız her fotoğraf bizi "hedef" haline getirme potansiyeli taşıyor. Hele espri yapacaksanız... Üç kez düşünmeniz gerekiyor. Kılıçdaroğlu'na takılsanız CHP'li dostlar, Ali Koç'a dadansanız Fenerbahçeli arkadaşlar sizi "cancel etmek" için ekran başında hazır bekliyor. 
İngiliz komedisinin dev ismi Rowan Atkinson da bu durumu eleştirirken "Özgür bir toplumda hemen her şey mizaha konu edilebilmeli. Çünkü her şakanın bir kurbanı vardır ve komedinin asli unsuru saldırmaktır" diyor. Oysa günümüzde dinler, milletler, inançlar ve cinsel yönelimler derken neredeyse her konu "woke (uyanıklık) kültürü" alanına giriyor. "Politik doğruculuk" ve hassasiyetler şu sıralar Avrupa solunun ana gündemini oluşturuyor.

Tıpkı Covid krizindeki gibi... İki yıl boyunca sokağa çıkma yasaklarını ve "aşı zorunluluğu"nu savunan sosyal demokratlar ve Yeşiller, özgürlükler konusunda yine berbat bir sınav veriyor.
Peki çözüm ne? 60'lara ışınlanmak mı?
"Ben 'cancel' edilemem!" diyen Kid Rock, "Kimseyle aynı yatakta değilim. Hiçbir dev şirket ve kurumsal yapı da beni ilgilendirmiyor!" diye işin sırrını açıklıyor! Cesareti olana... Derken "Layla"nın yapımcıları, şarkının sözlerini sonbahara kadar yumuşatacaklarının sözünü veriyor. Zira gıda ve enerji krizindeki bir "Metaverse öncesi" dünyada "özgürlük" ne yenebiliyor, ne içilebiliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi