Şengül Hablemitoğlu

Şengül Hablemitoğlu

Homofobi Siyasetinin Arkasında Ne var?

Türkiye’de son aylarda kitlelerin toplanmasını çeşitli ahlaki ve toplumsal nedenlerle engelleyen yasaklara her gün bir yenisi eklenirken; "Fatih'te Büyük Aile Buluşması" denerek dün düzenlenen LGBTİQ+ karşıtı yürüyüşe devletin izin vermesindeki çelişkiyi konuşmanın ötesine geçen bir ayrımcılığa daha maruz kaldık.

Devlet, yürüyüşün yaygınlaşması için RTÜK aracılığı ile ayrımcılığı yayan bir kamu spotunun yayınlanmasını emretti. Bir devlet neden homofobik bir siyaseti benimser? Çünkü toplumsal cinsiyet meselesi ve cinsel azınlıklar, dünyanın her tarafındaki aşırı sağcı otoriterlerin acımasızca kitlelerin önüne attıkları günah keçileridir. Brezilya'dan Macaristan'a, Rusya’dan Türkiye’ye kadar her yerde popülist siyasetçiler, siyasi homofobinin kışkırttığı öfkeli duygulardan yararlanmaktadırlar. Otoritelerini genişletme ve iktidardaki yerlerini sağlamlaştırma arzusuyla motive olan aşırı sağcılar, LGBTİQ+ karşıtı önyargının, demokrasiyi parçalamak için etkili bir araç olabileceğini de biliyorlar. 2020 yılında British Journal of Political Science’de Joshua Tschantret* tarafından yayınlanan bir makalede, içinde olduğumuz süreç çarpıcı bir biçimde tarif edilmekte:

“Lezbiyen, gey, biseksüel, transgender ve interseks, queer (LGBTİQ+) insanlara yönelik baskılar özellikle kafa karıştırıcıdır, çünkü cinsel azınlıklar, birçok etnik azınlığın aksine devlete karşı inandırıcı şiddete dayalı bir tehdit oluşturmazlar. Otoriter sağ hükümetler stratejik ve ideolojik nedenlerle cinsel azınlıklara karşı orantısız bir şekilde baskıcıdırlar. Yapmak istedikleri değişiklikler, başarısızlıklar ve sosyo-ekonomik sorunların istikrarsızlık yaratacağı endişesi ile muhafeletle iş birliği olasılığı yüksek -güvenilmez- grupları hedef alarak ve böyle -görünmez- grupları belirleyip cezalandırarak potansiyel muhalifleri seçici bir şekilde cezalandırma isteği duyarlar. Faşizm ve İslamcılık – bireylerden ziyade- toplulukları temsil eder. Bu bağlamda, benimsedikleri dışlayıcı ideoloji ile cinsel azınlıkları kolektivist projelerine yönelik liberal, bireyci tehditler olarak algılarlar…’’

Çok uzakta kalmayan Trump dönemi ABD’si için de bu açıdan söylenecek çok şey var. Irkçı ve yabancı düşmanı olduğu kadar bariz bir şekilde homofobik olmasa da Trump, LGBTİQ+ karşıtı sesleri yükselten, toplumsal cinsiyet ve cinsel azınlıklara yönelik yasal ve yasal olmayan korumaları ortadan kaldırmaya yönelik çabaları kurumsallaştıran ve zaten savunmasız ve dezavantajlı olan bir topluluğu evsizlik de dahil tüm yaşam hakları için daha büyük risk altına sokan bir anlayışa yol verdi. Hatta öncülük etti. Literatür bunu güzel tanımlıyor; “önyargı güdümlü saldırı.’’

Amerika Birleşik Devletleri'nin güneyinde, batı yarımkürenin bir başka demokrasisinde, insanlık dışı LGBTİQ+ karşıtı söylemleri kullanarak iktidara gelen Bolsonaro, toplumsal cinsiyete ve cinsel azınlıklara karşı saldırganlığı yoğunlaştırmak için genel nüfus içindeki mevcut önyargıları seçim kampanyasında kullandı. Ve şöyle söyledi; “…eşcinsel bir oğlum olacağına ölü bir oğlum olmasını tercih ederim.’’ Ve ekledi; “…insanları birleştireceğiz, aileye değer vereceğiz, dinlere ve Yahudi-Hristiyan geleneğimize saygı duyacağız, cinsiyet ideolojisine karşı savaşacağız ve değerlerimizi kurtaracağız”.

Ne tanıdık değil mi? Ve iktidara geldikten sonra Bolsonaro, LGBTİQ+ haklarını tehdit etti; önyargı güdümlü şiddet eğilimlerini kötüleştirdi. Brezilya’daki baskı ve ayrımcılık karşıtı aktivistler bunun ülkelerindeki maçoluk kültürünün bir sonucu ve ABD’den ihraç edilen eşcinsellik karşıtı Evangelik bir Hristiyanlık markası olduğunu belirtiyorlar. Sonuç olarak, ABD gibi eşcinsellere yönelik conversion therapy-dönüştürme terapisi gibi bir işkencenin kaynağı olan ülkeden söz ediyoruz. Demek ki neymiş? ABD herkesi o kadar da eşcinsel yapmak istemiyormuş.


SEÇİM SÜREÇLERİNİN ŞİDDET ARACI
Benzer bir durum Doğu Avrupa, Rusya ve Türkiye için de geçerli. Siyasi homofobi hem demokrasi karşıtlığında hem de seçim süreçlerinde bir şiddet aracı olarak etkin bir biçimde kullanılıyor. Geleneksel değerleri korumak adına Putin, siyasi homofobiyi Rus ulusal kimliğini yeniden inşa etmek ve bu kimliği Avrupa Birliği tarafından teşvik edilen liberal ayrımcılık karşıtlığı ile özellikle cinsiyet eşitliği normlarından daha da farklı kılmak için bir araç olarak kullanıyor. Örneğin, 2013'te Rus hükümeti, LGBTİQ+ kimliklerinin reşit olmayanlarla tartışılmasını yasaklayan ve öğrencilerin eğitimcilerle ve ruh sağlığı uzmanları ile açıkça konuşmasını yasa dışı hale getiren bir eşcinsel karşıtı propaganda yasasını kabul etti. Rusya'nın LGBTİQ+ karşıtı, geleneksel değerler kampanyası sınırları aştı, AB'ye ve Türkiye’ye sızdı. Polonya'da aşırı sağ Hukuk ve Adalet Partisi ile AB'nin demokratik normlarına ve kurallarına meydan okuyan Cumhurbaşkanı Duda’nın 2020 seçimlerinde LGBTİQ+ olmayı komünizmden de kötü bir ideoloji olarak tanımladığına ve yasaklama sözü veren bir “Aile Sözleşmesi” önerdiğine tanıklık ettik. Benzer olarak Macaristan’da aşırı sağcı Orban’ın eşcinsellerin evlat edinmesini yasaklayan bir anayasa değişikliğini kabul ettiğini biliyoruz.

AB YASALARINA MEYDAN OKUMA
Bunların tamamı, AB'nin temel ilkelerine ve korumakla yükümlü olduğu ayrımcılıkla mücadele yasalarına birer meydan okumadır. ABD ve Brezilya'da alevlenen LGBTİQ+ karşıtı retorik ve yasa önerileri endişe verici ve acil dikkat gerektirse de diğer toplumsal cinsiyet ve cinsel azınlıklara yönelik saldırıların istikrarsızlaştırıcı doğası, demokrasi için fazlasıyla önemli bir tehdit oluşturuyor. Ayrıca, demokratik gerileme ve insan hakları ihlallerine aktif zemin hazırlayan otoriterlere de cesaret veren iki yüzlü bir görmezden geliş olarak sinir bozucu.

NEFRET SÖYLEMİNE DESTEK VERİLİYOR
Bize gelince, gelişmeler bu saydıklarımdan hallice değil. Toplumsal cinsiyet ve eşcinsel hakları meselesi benzer bir seyir izliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan otorite, şimdi de eşcinsellere yönelik nefret söylemine destek veriyor. Seçimler yaklaşırken görünmez ve şiddet potansiyeli olmayan bu gruba yönelik düşmanlaştırma ve ötekileştirme ile uyguladığı “seçim şiddeti’’ nasıl ortaya çıkıyor biraz da buna bakalım. Özetle aşağıdaki baskın anlatımları öne sürerek diyorlar ki;

1) LGBTİQ+ batı sömürgeciliğinin bir ideolojisidir-Netflix bizi eşcinsel yapacak,

2) Çocuklarımızı doğal olmayan ve dinen yasak cinselliğe teşvik için bir tehdittir,

3) Aileyi ortadan kaldırmayı hedeflemektedir- olumsuz ötekileştirme,

4) Toplumsal cinsiyet eşitliği, eşcinselliği yaygınlaştırmayı amaçlayan bir kavramdır-İstanbul Sözleşmesi eşcinselleri korumaktadır,

5) Heteroaktivizmi ve ailenin varlığını korumalıyız,

6) Dinin emrettiği "doğal" düzenin dışına çıkmak tiksinti vericidir.

Sağı bu kadar kolay ne birleştirebilir gerçekten de; üstelik eşcinselliği “şeytani bir tercih’’ olarak tanımladıktan sonra sekülerliğin bir parçası olarak da ötekileştiriyorlar. Oysa kendileri de biliyorlar ki, dünkü yürüyüş ve öncesinde yapılanlar, insan hakları ihlallerinin en başında geliyor. Ayrıca, söylemlerin kışkırtıcılığı gelecekte toplumun dezavantajlı bu kesimini hedef seçen suça dayalı bir eylemlilik potansiyeli de taşıyor. Uluslararası sözleşmelerde her ne kadar yer alsa da ayrımcılığın ve neden olduğu suçların fiili olarak önlenemediği açık.


SUÇ MAĞDURU OLMA OLASILIKLARI FAZLA
Medyaya yansıdığı kadarıyla 2021 yılında kadın cinayetleri arasında 4 LGBTİQ+ cinayeti var. LGBTİQ+ bireylerin yaşama hakkına yönelen şiddet, nefret suçu olarak tanımlanıyor. AGİT nefret suçunu “önyargı saikli olarak toplum içerisindeki belirli bir gruba yönelik işlenen suç türü” olarak tanımlıyor. LGBTİQ+ bireylerin nefret suçunun mağduru olma olasılıkları, LGBTİQ+ olmayanlara göre dört kat daha fazla. LGBTİQ+ bireylerin şiddet ve ayrımcılığa karşı korunması, yeni bir dizi insan hakları yasası ya da standardı gerektirmemeli. Çünkü devletler yasal olarak LGBTİQ+ bireylerin insan haklarını korumakla yükümlüler. Bu, uluslararası insan hakları hukukunda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve diğer uluslararası insan hakları anlaşmalarına dayalı olarak iyi bir şekilde yerleşmiştir. Bugün Türkiye’de LGBTİQ+ bireylere yönelen bu açık tehdit ve önyargı güdümlü tüm şiddet biçimleri kabul edelim ki, temel hak ve özgürlüklerin tamamı için bir tehdittir. Bugünden yarını görmek için kahin olmak gerekmiyor. Muhalefetin içine kaçan sesi için ise şunu söyleyerek bitirmek isterim; evlatları LGBTİQ+ olan aileler arasında seçmenleriniz var, onların gözüne bakacak yüzünüz olsun…

Yararlanılan Kaynaklar
*

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şengül Hablemitoğlu Arşivi