İhanet…

Türkiye’de coğrafi olarak dengeli bir yatırım planlamasının yapılamamış olması ve özellikle doğduğu bölgede maişet derdini çözemeyen gelir gücü düşük toplum kesiminin metropollere göç etmesi, kent kültürünün ve kentlilik bilincinin gelişememesine sebep olmuştur. Kent kültürü; bireyin yaşadığı mekânda kapladığı yer ile değil, mekân ile kurduğu ilişki ve çevresine olan saygısı ile anlam kazanır. Geleneklerinden ve kültüründen kopmak istemeyen ve bir yandan da zorunlu olarak içinde olduğu kent yaşamını yozlaşma tehdidi olarak gören yığınların tercihleri, farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan tarihi kentlerin kaderleri hakkında maalesef belirleyici olmaktadır.
Bu kültür çatışmasının en yoğun yaşandığı şehir; asırlar boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı Devletlerine ev sahipliği yapan ve her karışında bu medeniyetlerden izler taşıyan İstanbul’dur. Demografik yapı itibariyle, her semt farklı bir Anadolu şehrine dönüşmüş, mekânsal önemin farkında olmayan veya mekân ile hikâyesi olmayan topluluğun siyasi tercihleri tarihi dokunun bozulmasına sebep olmuştur. 1800’lü yıllarda başlayan imar ve şehircilik uygulamaları, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Tek Parti döneminde Topçu Kışlası, Saray Tiyatrosu (sonradan ahırı) gibi tarihi yapılar yıkılmış, Demokrat Parti döneminde, “İstanbul’u yeniden fethediyoruz!” sloganı ile başlatılan çalışmalar kapsamında 100’ün üstünde tarihi eser talan edilmiştir. Aralarında Mimar Sinan’ın eserlerinin de olduğu yirmiden fazla tarihi caminin, yol, kavşak, köprü yapımı gibi saiklerle yok edilmesinin sorumlusu, Adnan Menderes ve onun temsil ettiği DP zihniyetidir.
DP’nin siyasi mirasına sahip çıkan ve onun günümüzdeki tezahürü olduğunu çeşitli vesilelerle dile getiren AKP lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2017 senesinde katıldığı Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi’nde yaptığı konuşmada,“Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum” diyerek, DP ve onun türevleri olan, ülkeyi senelerce yöneten iradenin imar ve şehircilik politikalarında çok da bir değişiklik olmadığını ikrar etmiş oluyordu.
Tayyip Erdoğan’ın, kendisine sorumluluk isnat etmesine neden olan yanlış uygulamaların bugün de devam ediyor olması, özeleştirilerin sözde kaldığını ve “parti ayırt etmeksizin” tarihten ders alınmadığını göstermektedir.
Geçtiğimiz yaz döneminde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen “Galata Kulesi Restorasyon Çalışmaları” kapsamında; iş makinesi ile usule aykırı kırım yapıldığı tespit edilmiş, kamuoyunda büyük tepki oluşmuş, TMMOB çatısı altındaki meslek odaları ve konuya duyarlı STK’lar ciddi tepki göstermişlerdi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet gerekçesi ile soruşturma başlatılmıştır. Bu süreçte CHP milletvekillerinin ısrarı, CHP İl Yönetimi ve İBB Yönetiminin konuya gösterdiği alaka, seçilmişlerin kadim kentin tarihi dokusu ile nahoş ilişkisi eksenine oturmuş paradigmanın değiştiği yönünde bir umut ışığı yanmasını sağlamıştır.
Ancak saadet kısa sürmüş, son günlerde İstanbul’un yalı camilerinden biri olan Şemsi Paşa Külliyesi’ne yapılanlar derin bir hayal kırıklığı yaratmıştır. 16. yüzyılda Şemsi Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan ve en küçük külliye olma özelliği taşıyan yapı, Üsküdar siluetinin vazgeçilmezlerindendir. 2017 senesinde başlayan çalışmalarda, dönemin Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın denizi doldurarak alan kazanma politikası kapsamında denize çakılan kazıklardan hasar gören yapıda çatlaklar oluşmuştur. Çalışmalara yeni yönetim döneminde de devam edilmiş ve çakılan kazıkların üstüne, estetik yoksunu ve yapının güçlendirilmesi ile ilgisi olmayan çelik strüktür bir platform yapılarak, tarihi yapı ile bağlantı hattına beton dökülmüştür. STK’ların, meslek odalarının, tarihçilerin, sanat tarihçilerinin, mimarların ve bizlerin eleştirileri karşısında İBB Yöneticileri, -önceki dönemde yapılan hatalara atıfla- “platformun geçici olduğu ve kaldırılacağı” gibi çok da ikna edici olmayan açıklamalar yaptılar. Fakat sonrasında sosyal medyaya sızan bir video, Üsküdar Belediye Başkanı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının, yapılan uygulamaya halkın güvenli geçişini sağlamak maksadı ile kalıcı olmak üzere ve ortak aklın ürünü olarak karar verdiklerini göstermiştir. Boğaz hattını işgal eden, estetik yoksunu, çoğu izinsiz, kuralsız ve kaçak yapının kararlı ve korkusuzca üstüne gidilmesi gerekirken, karar yetkisi bağlamında “savunmasız olan” ile uğraşmak hizmet de değildir, doğru da değildir. Tepkilere kulak verilmesini ve yanlıştan tez vakitte dönülmesini ümit ediyorum.
Kim ne düşünürse düşünsün. Tarihi kent dokusunun ve kültürel mirasın kaderi, -yazının girişinde de ifade etmeye çalıştığım- köylülük ve kentlilik arasındaki arabesk hatta sıkışmış toplum vasatının politik tercihleri ile belirlenemez. Tarihi doku, korumacılık ilkelerinden ödün vermeyecek, siyasi iradenin emir komuta ilişkisinden azade, tam bağımsız, konusunda uzmanlaşmış akademisyenlerden, kültür, sanat ve bilim insanlarından müteşekkil kurullara emanet edilmek zorundadır.

  • Güzel insan Hrant Dink’i, katledilişinin 14. senesinde saygı ve özlemle anıyorum.
  • Siyasetçilere ve gazetecilere yönelen, birilerinin açıkça tahrik ettiği ve zımnen benimsediği saldırıları lanetliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi