Demirtaş’ın Dönüşümü…

Zaman zaman dile getirilen bir kalıp var, “Gerçek muhalifler içerideler” deniyor. Bu döneme özgü olmayan bir realite bu. Eylem ve söylem anlamında müesses nizamın belirlediği sınırların dışına çıkanlar, tarihin her döneminde acımasızca cezalandırılmıştır. Ve cezalandıranlar da o günün şartlarında, kendilerini haklı çıkaracak hikâyeleri yazmakta ve anlatmakta mahirdirler. Hikâyelerin kahramanları değişse de başlıktaki beka vurgusu her daim tazeliğini korur. Zira daha kapsayıcı ve hassas tene dokunan bir icat henüz bulunamamıştır. Beka; hamasetten etkilenen kitleler için iffet perdesidir. Yakın siyasi tarihimizin cezalandırılanlar sınıfının mensuplarından bir tanesi de Selahattin Demirtaş…

Söz bir yerde “Kürt Sorunu”na geldiğinde; tutanın elinde kalan, konuşanı taşlattıran bir hâl alıyor. Öyle olduğu için Demirtaş ve yarattığı imaj da Kürt sorununun içine hapsedilmek isteniyor. Çünkü Demirtaş özellikle mahpusluk dönemlerinde yazdıkları, çizdikleri ve söyledikleriyle içinden çıktığı realiteyi aşan bir siyasi figüre dönüştü. Hülasa Demirtaş’ın mahpusluğu kendisi açısından, onu mahpus edenlerin hiç de işine gelmeyecek bir aydınlanmaya neden oldu. Kapatılmak ruhunu özgürleştirdi ve onu yankı odasının dışına çıkardı. Bu öyle hafife alınacak bir şey değil. Bu durumu, Cumhuriyet mitinglerinde muhafazakâr taşlatıp sonradan AKP’li olan Hulki Cevizoğlu veya kumpas mağduru olduktan sonra gürbüz bir iktidar destekçisi olarak tevarüs edip tartışma programlarında adam tartaklayan Nedim Şenerlerin dönüşümüne benzetemeyiz. Demirtaş, mensup olduğu toplumun tarihi acılarına ve maruz kaldığı mahalle baskılarına rağmen herhangi bir güce boyun eğmeden demokrasiden yana oldu.

Demirtaş bundan birkaç sene önce Şirin Payzın ile yaptığı mülakatta, “Ben tutuklu değil, siyasi rehineyim. Erdoğan’ın benden bir hayli korktuğunu, çekindiğini net biliyorum” demişti. “Seni başkan yaptırmayacağız!” çıkışı, Türkiye’nin azametli lideri ve onun güçlü otoritesi nezdinde, cezalandırılması için yeterliydi ve icabına bakıldı. Tarihi yaşanmışlıklar gereği gerçek bir muhalif unsur ezilmeli, kafasını kaldıramayacak hâle getirilmeli, göz göre göre bir korku nesnesine dönüştürülmemeliydi. Hukuk Devleti olduğu iddia edilen bir zeminde hukuki bir kılıf bulmak, kitleleri ikna etmek gerekiyordu. Bunun için de “terörist” olarak yaftalandı, zaten hazır olan toplum nazarında da demonize edildi.

Maalesef(!) işler düşündükleri gibi gitmedi. Demokrasiden yana tavır koyan Demirtaş, itilmeye çalışıldığı tarafça da dışlandı. Yani PKK’ya göre o artık yeterince terörist(!) değildi.  Sivil halka yönelen PKK eylemlerini eleştirmesi, Mersin’deki polisevi saldırısını kınaması düpedüz münafıklıktı. Şiddete karşı tutumu, örgüt nezdinde sömürgeci faşist rejime boyun eğmekle özdeşleştiriliyordu. Tayyip Erdoğan’ın “Edirne’deki, İmralı’ya hesap verecek...” beyanı, bizzat onun ağzından Demirtaş’ın dönüşümünün açık ikrarıydı. PKK’nın kurucularından Duran Kalkan da “Sadece Selahattin Demirtaş değil, herkes, hepimiz İmralı’ya hesap verecek...” sözleriyle çerçeveyi genişletiyormuş yanılgısı yaratarak Erdoğan’ı onaylıyordu... 

Terörist olarak yaftalanan Demirtaş, Kürt siyasi hareketini PKK mensubiyetine veya en hafif ifadesiyle “sempatizanlığına” sıkıştırma çabasına karşı en önemli direnç noktası oldu. Terör örgütüne duçar olmakla, müesses nizama teslim olmak dışında seçenek bırakılmayan bir ortamda, alternatif bir siyaset olabileceğini gösterdi. Öyle yakıcı bir siyasi karizması yok. Lakin sırf cesaretiyle kendi siyasi ekosistemini yarattı. Uğruna hapis yattığı davası için şiddet dışında da bir seçenek olabileceğini gösterdi. Bu tutum, demokratik siyaset ile terör örgütü arasına sıkışmış olan partisi için de yol göstericidir. Bu cesur çıkışların örgütlü bir irade ile kuşatıcı bir Türkiye hareketine dönüşmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bunun başarılması, sarı muhalefet için de esaslı bir silkinmeye neden olabilir…

İki gün sonra 8 Mart… Başak Demirtaş nezdinde tüm kadınların “Dünya Kadınlar Günü”nü kutluyorum…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi