İran’da Kuzgunlar değil Barbiler uçuyor!

Hiç kuşkusuz protestolar karşısında İran’da da rejim kendini “dış güçler”, “İslam ve Allah düşmanları”, “ABD-İsrail-CIA”, vb. nakaratlara yönelerek savunacaktır. Devrim Muhafızları, kuvvetle muhtemel ki gaddarca devreye girecektir. Ama bunlar “İslam Cumhuriyeti” denilen içi boşalmış kabuğu daha da kalınlaştırmaktan öte bir işe yaramayacaktır. Çünkü ortada miadını doldurmuş, zamanın ruhuna tahammül edilemez derecede uzak düşmüş, kokuşmuş-çürümüş bir rejim var. Ortada çoktan mortu çekmiş bir ideoloji (“post-mortem İslamcılık”) var. Ve ortada “Kuzgun”ların devrinin kapandığı, kapananların “Barbi”leştiği, “Barbi”lerin de saçlarını savura savura koşmaya, coşmaya, uçmaya kararlı olduğu bir toplumsal dinamik var…

İran’da İslami rejimin kurumlaşmasına giden yolda kadınlar baş rollerde ve ön saflardaydı. Şimdi aynı İslami rejimin çözülüşüne, çöküşüne ve belki de yıkılışına giden yolda da kadınlar baş rollerde ve en ön saftalar.

Yazıya giriş paragrafımızın ilk cümlesi belki bir revizyon ya da şerh gerektiriyor diye düşünülebilir. Söz gelimi denilebilir ki Şah Rıza Pehlevi’ye ve onun “Saray Diktatörlüğü”ne karşı 1978’den itibaren ayaklanan halk kitleleri içerisinde en büyük moral-motivasyon kaynağı olarak beliren kadınlar, bir İslami devrim/cumhuriyet hedefi, hayali, ideali ile mobilize olmuş değildi. Onlar esasen Şah’ın despotik rejiminin yıkılması ve ülkenin gözle görülür biçimde yabancı (özellikle ABD) çıkarlarına teslimiyetten kurtarılması yolunda toplumsal bir seferberliğin parçasıydılar.[1]

Şah ve İmam ya da “Yağmur” ve “Dolu”!

Bu yaklaşım anlaşılabilirdir ama “imaj” da her şey değilse de bir şeydir.

1979 İran İslam Devrimi’ne dair hatıralarda kalmış en çarpıcı görüntü, Tahran sokaklarında “Allah, Kur’an, Humeyni” diye haykıran, tepeden tırnağa (evet, el ve kollarını sarmalayan uzun-siyah eldivenlere kadar) siyah çarşaflara bürünmüş “Kuzgun”lardır (bkz. alttaki fotoğraf).

(Kaynak: Amir Taheri)

Böyle giyinmiş olanların hepsi şu an mevcut tarzda bir İslami rejim arzusundaki kadınlar mıydı, bilinmez. Ne de bu giysinin söz konusu gösterilerde mutlak anlamda İslami bir yaşama duyulan arzunun ifadesi olduğu söylenebilir. Daha belirgin ve ortaklaşılan motif, bir despotun ülkesini topyekûn ekonomik çöküşe sürükleyen Batılılaştırma politikasına karşı çıkış ve reddiyeydi. “Kuzgunluk”, İslami kimlikten ziyade Batılılaşma, yabancılaşma, emperyalist sömürüye uğrama karşısında İranlılık, yerlilik, millilik işaretiydi. Aynı doğrultuda, devrimi önceleyen kitlesel gösterilerin birinde “Şah’a Ölüm, Yaşasın Humeyni” diye haykıran bir orta sınıf feminist kadın, kendisiyle konuşan Fransız gazeteciye gözlerinden yaşlar süzülerek Humeyni sayesinde (İslam’ı değil) “İranlılığı”nı yeniden keşfettiğini söylemekteydi.[2]

“İslam’da şaka, mizah, eğlence yoktur!”

İran Devrimi bir bakıma da işte bu “Kuzgun”luğun iktidarı ve kurumlaşmasıdır. Yabancı hayranı ve “Garbzede”ler başı olan Şah’a karşı “İranlılık” adına baş kaldıran kadınlar kendilerini “İslamlık” boyunduruğunda buldular.

Temmuz 1980’de bütün resmi dairelerde kadınların İslami kurallara uygun tarzda örtünmesi kararı alındı, buna uymayanlar işlerinden atıldı. Bir yıl sonra da İran’da Müslüman olsun olmasın tüm kadınların örtünmesini yasalaştıran Kıyafet Kanunu çıktı.

Eşzamanlı olarak (bizim dinbaz iktidar uygulamasından da gayet aşina olduğumuz üzere) üniversiteler hedef tahtasına oturtuldu. Onlara ülkede “Garbzede”liğin, yani Batılılaşmadan mustaripliğin üsleri, Batı’nın “Beşinci Kol”u olarak bakan rejim iki yıl süreyle üniversiteleri kapattı.

Ardından hayattan keyif alma yolunda hemen her şey yasaklandı. “İmam”, görüşlerinde gayet açık, seçik, netti:

“Müzik, gençlerimizin zihnini bozuyor. Onunla esrar arasında fark yok. Müzik gençlerimize ve milletimize hıyanettir. Allah insanı eğlensin diye yaratmadı. Yaratılışın amacı insanı meşakkat ve ibadetle imtihana tâbi tutmaktır. İslam’da şaka/fıkra yoktur. İslam’da mizah yoktur. İslam’da eğlence yoktur. İslam, denizde yüzmeye izin vermez ve radyo-televizyon dizilerine de karşıdır.” [3]

“Barbi”lerin doğuşu

İslam’da eğlence olup olmadığı tartışılabilir belki ama hiç tartışılamayacak husus, hayatın içinde eğlencenin var olduğudur. Ve hayat, her yerde olduğu gibi İslami İran’da da molla rejiminin tüm ölümcül empozelerine karşın ağır aksak da olsa hükmünü icra etti, etmeyi de sürdürüyor.  “Kuzgun”ların hakimiyeti altında on yıllar içinde sessiz sedasız belirip boy vermiş, serilip serpilmiş ve nihayet gürbüzleşip doğrulmuş “Barbi”ler artık her fırsatta “Yeter” diyerek başlarındaki örtüyü ellerinde bir isyan bayrağı yaparak sallamaktan geri durmuyorlar.

Hatta işte en son Mahsa Amini’nin katledilmesinin ardından olduğu üzere, o örtünün altında, görünmesi istenmeyen saçlarını da kesip bayrak yapıyorlar.

Gençlik mızrağı İslamcılık çuvalına sığmadı

“Kuzgun” (kalaghesiyah) ve (Barbie bebekten) “Barbi” tabirlerini Saeid Golkar’ın 2005 yılında yayımlanmış ve İran’da Humeyni-sonrası dönemde üniversite öğrencilerinin giyim biçimlerindeki değişme özelinde İslami rejimin tüm baskıcı uygulamalarına karşın bir “kültürel devrim” gerçekleştirmede başarısızlığını özetlediği çarpıcı yazısına referansla kullanıyorum.[4]

Golkar yazısına, yukarıda da aktardığımız üzere İslami rejimin üniversiteleri “Garbzedelik” ya da Batı ile zehirlenmişlik (Westoxication) noktasında topun ağzına oturtup onları hızla İslamileştirme yoluna gitse de sonuçta amacına ulaşamadığını, yani gençlik mızrağının taassup çuvalına sığdırılamadığını işaret ederek giriş yapıyor. Öyle ki yeni rejim tarafından 1982’de kurulmuş, İslamcı yönetici elit yetiştirmeyi hedefleyen, giriş koşulları arasında yüksek dinî seciye ve ahlâka sahiplik bulunan İmam Sadık Üniversitesi’nde bile öğrencileri İslamcılık tornasından geçirmek mümkün olmamıştır. Orada bile fıkıh ya da Arapça ders kitaplarını sınavlar olup bittikten sonra bir “kutlama” yaparcasına yakıp ateşin etrafında dans eden öğrencilere rastlanmıştır.[5] 

Hizbullah tarzından Punk’a kaçış

Golkar rejimin İslami kıyafet kuralları konusundaki ısrar ve baskısının nasıl hayata yenik düştüğünü aktararak devam ediyor. Erkekler için bıyık-sakal eşliğinde geniş ve gevşek (bacaklara yapışmayan) bir pantolon, uzun kollu gömlek, elde tespih ve gözler de her daim yere bakar vaziyette empoze edilen, gençlerin “Hizbullah tarzı” olarak tarifledikleri bir görüntü; kadınlar için ise tepeden tırnağa siyah bir çarşaf içerisinde bedenin “saklandığı” ve yine gençlerce “Kuzgun tarzı” addedilen kıyafet… Norm, bu ikisidir.

Ama dedik ya, “mızrak” “çuval”a sığmaz. Golkar çok ilginç, eğlenceli ve çarpıcı şekilde bize birbiriyle ilişkili iki karikatür üzerinden kendi (1990’ların başındaki) üniversite deneyimini de paylaşarak, gençlerin üniversite birinci sınıftan dördüncü mezuniyet yılına kadar rejimin arzusu hilafına nasıl bir değişme yaşadıklarını anlatır.

Erkek öğrencilerde ilk önce bıyık kalsa da sakal gitmekte; saç azar azar uzatılırken en sonda at kuyruğu yapmaya kadar varılmakta; pantolonlar giderek darlaşıp nihayet blucinleşmekte; elde tespihin yerini önce kitaplar, sonra sigara ve kız arkadaşla tatlı tatlı konuşulan cep telefonu almakta; topluca belirtmek gerekirse Hizbullah tarzından adeta “punk”a doğru bir kırılma gerçekleşmektedir.

(Kaynak: Saeid Golkar)

“Kuzgun”u kazı, içinden “Barbi” çıkar!

Erkeklerde durum bu, ancak asıl üzerinde durmamız gereken, Golkar’ın da benim de yazılarımızda başlığa taşıdığımız tabirleri karşımıza çıkarır şekilde kadın öğrencilerin dört yılda yaşadıkları kıyafet dönüşümü…

Üniversiteye ilk gelindiğinde karşımızda İslami rejimin tam istediği tarzda bir “kuzgun” vardır; ne makyaj yapan ne de erkeklerle konuşan… İkinci yıl çarşafın önü açılmış, yüz de biraz daha açık hale gelmiş ve eller kitap tutar halde gözler önüne serilmiştir. Üçüncü yılda çarşafın yerini uzunca ve vücut hatlarını hafifçe belli eden bir manto alır; elde de artık kayışı boyna asılı bir çanta vardır. Nihayet dördüncü sınıfta, mezuniyet yılında artık manto kısalmış, baş örtüsü geriye doğru kaydırılarak son derece özenle kestirilip biçimlendirilen saçlar fora edilmiş, pantolon ve topuklu ayakkabılar giyilmiş ve de makyaj dört dörtlük yapılmıştır.

“Kuzgun”un içinden dört yıl sonra “Barbi” çıkmıştır.

(Kaynak: Saeid Golkar)

 “Barbi”ler sokakta

İran’da İslami rejimin 40 yılı aşkın tarihini inişli-çıkışlı, iki ileri-bir geri, acılı meşakkatli, kâh ümit verici-kâh umut kırıcı mahiyette de olsa “Kuzgunluktan Barbiliğe” doğru bir seyir olarak özetlemek mümkündür.

Bizim buralarda dinbazlığın kendisi malı götürürken topluma alabildiğine dindarlaşma telkin ve dayatması karşısında gençlerin tepkisel olarak deizme rota kırışını akla getirecek şekilde, İran’da da yıllar içinde rejim bastırdıkça gençler aksi istikamette hareket etmenin bir yolunu buldular. İslami rejim neyi reddediyor, tu kaka ediyorsa onu benimsediler, neyi dayatıyorsa onu reddettiler.

Bu çerçevede Mahsa Amini cinayeti sonrasında olup bitenler yeni değildir. 2018’de patlayan ve rejimin ekonomi politikalarına, yoksullaşma ve yolsuzluklara tepki olarak kendini gösteren protestolarda da rejimin ve mollaların hedef alınması söz konusuydu. O zaman da sokaklara dökülen kadınlar tepkilerini başörtülerinin fora ederek dışa vurmuşlardı.

Ama elbette bu defa daha doğrudan ve dolaysız şekilde bir genç kadının kıyafet kurallarına uymadığı gerekçesiyle “ahlâk polisi” tarafından katledilmesiyle kendini gösteren bir isyan hareketi var karşımızda. Şah’ı “götüren” sokakları-meydanları andıran bu tabloda da yine kadınlar başı çekiyor.

Tek farkla ki “kuzgun”ların yerini “barbi”ler almış durumda.

“Post-mortem” İslamcılık

Hiç kuşkusuz başka pek çok (ve yine bizim hayli aşina olduğumuz!) yerlerde olduğu gibi İran’da da rejim kendini “dış güçler”, “İslam ve Allah düşmanları”, “Şeytan’ın askerleri”, “ABD-İsrail-CIA”, vb. nakaratlara yönelerek savunacaktır. Devrim Muhafızları (ve Besic) kuvvetle muhtemel ki gaddarca devreye girecektir.

Ama bunlar “İslam Cumhuriyeti” denilen içi boşalmış kabuğu daha da kalınlaştırmaktan öte bir işe yaramayacaktır.

Çünkü ortada miadını doldurmuş, zamanın ruhuna tahammül edilemez derecede uzak, yabancı, aykırı düşmüş, gidecek yeri kalmamış, kokuşmuş-çürümüş bir rejim var.

Ortada çoktan mortu çekmiş bir ideoloji (“post-mortem” İslamcılık) var.

Ve ortada “Kuzgun”ların devrinin kapandığı, kapananların “Barbi”leştiği, “Barbi”lerin de artık saçlarını savura savura koşmaya, coşmaya, uçmaya kararlı olduğu bir toplumsal dinamik var.      


[1] Farhad Khosrokhavar ve Oliver Roy, İran: Bir Devrimin Tükenişi, Metis Yayınları, 2000, s. 155.

[2] Said Amir Arjomand, The Turban for the Crown: The Islamic Revolution of Iran, Oxford University Press, 1989, s. 109-10.

[3] Amir Taheri, The Spirit of Allah: Khomeini and theIslamic Revolution, Hutchinson Ltd., 1985, s. 263-4.

[4] Saeid Golkar, “Black Crow to Barbie: Changing Student Norms in Iran, ISIM Review, No: 16, 2005.

[5] Golkar, aynı yazı, s. 10.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi