Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Kamusallığın TOKİ'sel dönüşümü!..

Facebook ve Twitter birer demokrasi platformu mu yoksa günümüzün feodal kasabaları mı? İnternet sayesinde fikirler özgürleşti mi, bir grup teknoloji devinin insafına mı kaldı? Peki "yalan haberler"e karşı devletin görevi ne olmalı? Frankfurt Okulu'nun yaşayan en büyük filozofu Jürgen Habermas, yeni kitabında dijital çağı sorgularken büyük tartışmaların fitilini ateşliyor. 


Türkiye'de "kamusal alan" denince akla parklar, meydanlar ve sahiller gelir. Öyle ya, halka açık bu mekânlarda yere tükürmek, izmarit atmak ve mangalda tavuk kanat pişirmek "serbest"tir! Bir de toplu ulaşım araçları tabii... "Herkese ait" oldukları için minibüse ciyak ciyak bebekle gayet rahat binilebilir. "Burası babanın malı mı kardeşim?!".. Bu soruyu sorabildiğimiz her yer bizim için "kamusal alan"dır ve ironik biçimde, günlük dilde bazen devlet dairelerini bile içine alır!
Oysa kavramın sosyolojideki kullanımı birazcık (!) farklıdır. Evet, "kamusal alan" umuma açıktır ama orada siviller özgürce fikir alışverişinde bulunur. Buyurun insanların buluşup dertleştiği, beraber eğlenmeyi öğrendiği Londra barları, Münih birahaneleri... Zaten "publikum"un kökeninde "pub" yok mudur? İşte Kafka ve ahbaplarının onlarca dergi ve gazeteye ulaştıkları 19. yüzyıl Prag kafeleri... Ulus devlet ve burjuva demokrasisi, varlığını "okuyan" ve tartışan bireylere, yani "kamu"ya borçludur.
Hür düşünme, kitlesel medya ve iktidarın demokratik denetimi... Modern kent yaşamının olmazsa olmalarıdır ve "özel hayat" ile "siyaset" arasında kurulan bu yeni agora, Jürgen Habermas'ın 1962'de yazdığı "Kamusallığın Yapısal Dönüşümü" kitabında "kamusal alan" olarak anılacaktır.

SOSYAL MEDYA: KAMUSAL KÜRELER

O Habermas ki geçen hafta yeni bir kitap* çıkartıyor, 60 yıl önce yayımladığı dev eseri dijital çağa uyarlıyordu. Bir başyapıtı "güncellemek"... Büyük cesaretti doğrusu.
Peki neydi ona bu motivasyonu veren?.. Frankfurt Okulu'nun yaşayan en büyük filozofu Habermas'a göre günlük gazetelerin devri kapanmış, sosyal medya temel haber kaynağı hâlini almıştı. Bu mecralarda dolaşan bilgiler de herhangi bir doğruluk kontrolüne, "gazetecilik ethos"una, kalite filtresine tabi değildi. Yani? Herkes yazar olmuştu ama ortada bir editör yoktu!
Üstelik burada "sansür" de biçim değiştirmişti. Youtube'un algoritması örneğin... Bize beğeneceğimiz içerikler "tavsiye ederken" aynı zamanda birçok videoyu gizlemiş oluyordu. Zira derdi daha çok "tık" almak, siteye reklam ve para kazandırmaktı.
Böylece bizim için oluşturulan "kamusal küre"nin içine hapsediliyorduk. Ve daha fenası... Biz de bu "beğen ve paylaş" evrenine kolayca adapte oluyor, hep kendi dünya görüşümüzden insanlarla temasta olmayı tercih ediyorduk. Farklı bir fikre mi denk geldik? Derhal "engelleyip" geçiyorduk.


MÜZAKERE KÜLTÜRÜ ERİDİ GİTTİ

Habermas'a göre bu iletişim biçimi bir tür "mektup arkadaşlığı" gibiydi. Hem anonim hem aleniydi ama ne özel ne de kamusaldı. "Katılımın diyalektiği"!.. Üstelik kapsayıcılıktan da uzaktı. Onayla ya da düşman ol! Arası yoktu. Covid zamanı örneğin, aşıya "tapanlar"la karşı olanlar birbirine girmişti. Trump yanlıları meclis basacak kadar fanatikti. Avrupa'da birileri Ukrayna'yı sonuna kadar desteklerken birileri Rusya'dan gelecek doğal gazın derdindeydi. Kimse kimseyi anlamıyor, dinlemiyordu. Bu rekabetçi zeminde "müzakere kültürü" ve "politik kamusal alan" dağılıp gitmişti.
Habermas'ın kitabını yorumlayanlar bu tespitlere büyük ölçüde katılıyordu. Peki çözüm neydi? Ünlü filozofa göre devlet destekli bir "yarı kamusal medya", insanlara doğru ve kaliteli haber sunabilir, onların güvenini yeniden kazanabilirdi. Hatta bu bir siyasi tercih değil, "anayasal ödev"di.
Nasıl yani?! İşte bu noktada Habermas'a eleştiriler başlayacaktı! Covid krizinde "çoğunluk yararı" için özgürlüklerin kısıtlanmasını destekleyen Habermas, yine devletten ve "yasakçılık"tan mı medet ummaktaydı? Hem 92 yaşında, Twitter hesabı bile olmayan biri... "Zamanın ruhu"nu ve "Z kuşağı"nı nasıl anlayabilirdi? Habermas büyük bir tartışmanın fitilini ateşlemişti.


'PROFİL' Mİ, 'İDEAL VATANDAŞ' MI?

Philosophie Magazin'de kitabı tanıtan Moritz Rudolph örneğin, 60'larda Habermas tarafından eleştirilen medyanın da yeterince çok sesli olmadığını ama en azından belli başlı çıkar gruplarını temsil eden ulusal aktörlerden oluştuğunu hatırlatıyordu. Bugün ise karşımızda bizi hem gözetleyen, hem yönlendiren teknoloji devleri vardı. Yani Habermas'ın yıllar önce öngördüğü "feodalleşme" asıl şimdi gerçekleşiyordu. İyi de devlet buna nasıl karşı koyacaktı? İnternette çıkan haberleri "komiteler" mi denetleyecekti? Kamu televizyonları çoktandır dizi, yemek programı ve yarışmalara yönelmiş, "eğlence" odaklı kanallardı. Şimdi o mecralarda Marksizm'in geleceği ve küresel iklim sorunları mı tartışılacaktı?! Kaldı ki iktidar partisi tarafından "atanan" gazeteciler... Nasıl "bağımsız" kalacaktı?
Frankfurter Rundschau'dan Arno Widmann ise interneti "tarihin en büyük kamusal alan"ı diye niteliyor, onun dünyayı demokratikleştirdiğinden söz ediyordu. Sanal âlemde "kamusal alan" üretmekle yükümlü bir meslek grubu olmadığı gibi, makyaj videosu çeken bir "influencer" BBC'den daha çok takip edilebiliyordu! İyi de bunun siyaset ve "kamu" üzerinde ne etkisi vardı? Hem kim bilir? Belki de bu siber toplumun "kullanıcı adları ve profilleri"... Zaten Habermas'ın "ideal vatandaşı" olmak istemiyordu.


OKUMADAN YAZAN ÜLKE: TÜRKİYE!..

Bir yanda savaş ve enflasyon... Bir yanda yaklaşan kış, enerji krizi ve halk isyanı korkusu... Bu şartlar altında sosyal medyanın önemi daha da artarken Habermas'ın yeni tezleri Avrupa'da uzun süre konuşulacak gibi görünüyor.
Dortmund Üniversitesi'nden siyaset bilimci Prof. Dr. Thomas Meyer de Habermas'ın kaygılarını paylaşmakla birlikte matbaanın icadından sonra insanların "okur" sıfatı kazanmalarının yıllar sürdüğünü hatırlatıyor. Şimdi 3. devrim olan "dijitalleşme" ile insanların "yazar" olmayı öğrendiğini, bunun da zaman istediğini vurguluyor.
Meyer'in saptaması aslında Türkiye'nin durumunu da açıklıyor. Kitapları, dergileri hiç sevmeyen, birbirini anlamayan, yıllarca "laik-İslamcı" ekseninde, Prof. Dr. Besim Dellaloğlu'nun tabiriyle "paralel kamular"la yaşayan bir ülke... Henüz okumayı sökmeden şimdi hızla "yazar"lığa ilerliyor!
Facebook'ta AKP'liler "2023'te Lozan'ın biteceğini", Fenerbahçeliler 28 şampiyonlukları olduğunu ciddi ciddi savunuyor! Ekşisözlük'te biraz zaman geçirenler Ümit Özdağ'ın yüzde 7 oy alacağına inanıyor, CHP'liler Instagram'daki Tarkan konserinde "devrim" görüyor. Bu sırada TikTok'ta Mustafa Sarıgül marketlerde karpuz, oto galerilerde araba kaportası tokatlayarak "En muhalif benim" diyor!
Demokrasi böyle güzel bir şey işte... Ğ yazamayan "ak sakallılar" diyarında her kafadan ayrı "kamusal küre"ler çıkıyor. Bu sırada haftanın gündemi, iktidarın yeni "toplu konut hamlesi" oluyor. 20 yıl (!) vadeli krediyle ev, arsa, ofis sahibi olmak isteyenler E-Devlet'in sayfasını kilitliyor.
Kamuysa kamu, yapıysa en âlâsı!.. Bizde betonsallık TOKİ'sel dönüşüyor!

* Jürgen Habermas: Ein neuer Strukturwandel der Öffentlichkeit und die deliberative Politik, www.suhrkamp.de , Berlin 2022. (E-kitap 16 €)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi