Kral Arthur’dan Ali Erbaş’a kılıç meselesi

Kral Arthur’dan Ali Erbaş’a  kılıç meselesi
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş elinde kılıç minberde hutbe okuyarak kendi ifadesiyle 567 yıllık bir fethi, temsilen anarak perçinlemekte midir? Yoksa hayatımızın bir fetihler silsilesi içinde savrulduğu bu günlerde bilinçdışı...

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş elinde kılıç minberde hutbe okuyarak kendi ifadesiyle 567 yıllık bir fethi, temsilen anarak perçinlemekte midir? Yoksa hayatımızın bir fetihler silsilesi içinde savrulduğu bu günlerde bilinçdışı bir mekanizmayla, hukukun, ekonominin, kadınların, çocukların ve hayvanların yaşam hakkının, akademinin, sosyal medyanın, baroların fethini mi duyurmaktadır? O kılıç kime sallanmaktadır?

Memlekette bir kılıç meselesidir gidiyor kaç gündür.
O kadar olacak elbette, ne de olsa Ayasofya renkli görüntüler eşliğinde ibadete açıldı.
Öncesinde kime davetiye gitti, kime gitmedi tartışmalarıyla siyasetçilerin kimi kırgın kimi sitemkar “Bana da davetiye gelmedi” açıklamalarını, açılış gününde başında sarıkları, ellerinde sopaları kararlı adımlarla ve tekbirler eşliğinde Ayasofya’ya doğru yürümekte olan bir grup radikal, meydanda adeta “Tosun Paşa” filminden fırlamış gibi görünen muhtemel Mahmutpaşa menşeli kostümleriyle bir takım “Çakma Abdülhamit”ler, Ayasofya’nın içinde olmayan tek renkten seçilmiş ördek başı yeşili halının üzerine uzanıp “selfie” çeken vatandaşlarla, mekanın gediklisi 16 yaşındaki kedi Gli’ye yeni, yerli ve milli bir isim bulma meselesi takip etti.
Açılışın artçısıysa bu görkemli günde arz-ı endam eden siyasetçilerin Covid-19 testlerinin pozitif olduğu haberleriydi.
Ama bunların hiç birinin etkisi Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ağır adımlarla merdivenleri tırmanıp minberde elinde kılıcıyla verdiği hutbenin yarattığı etkinin yanına yaklaşamadı. Ali Erbaş’ın elinde neden kılıç vardı? Bize ne söylemek istiyordu? O kılıcı kime sallıyordu?
Kolektif bilinçdışımız kılıç taşır mı?
Carl Gustav Jung’un en önemli kuramlarından biridir “Kolektif Bilinçdışı”. “Duyuşumuzun, algımızın ve idrak edişimizin doğuştan gelen biçimlerinin ilk örneklerini taşır ve tüm ruhsal süreçlerimizin zorunlu ‘a priori’ belirleyicisidir” Jung, kolektif bilinçdışının ortak bir miras olduğunu, insanlığın tüm geçmişini kapsayan izlenimler taşıdığını ve bu izlenimlerin düş, masal ve destanlarda görünür olduğunu söyler. Ham maddesiye ortak ve ilk imajlar yani “arketipler” dir.
Örneğin her birimizin bir annesi vardır ancak “anne arketipi” daha derinde bir yerdedir. O güçlü, rahatlatıcı ve besleyicidir, bazen Toprak Ana olarak görünür, bazen Madonna, bazense Tabiat Ana. Jung’a göre insan yaşamında doğum, ölüm, evlilik kahramanlık gibi ne kadar tipik durum varsa o kadar da arketip vardır. Kabile Reisi ya da Baba (Yehova, Zeus), Kahraman (Herkül), Toprak Ana (Demeter), Güzel Kadın (Troyalı Helen ya da Afrodit) veya İsa (Osiris), doğum, yeniden dünyaya gelme, iktidar, büyü, cin, yaşlı bilge, adam, rüzgâr, ateş, ırmak, hilekâr, ağaç, ay, dev gibi sayısız doğa nesneleri yanında hayvanlar, yüzük, silah ve niceleri…
Arketipin sınırları biraz amorf, tanımlanması biraz zordur belki ama, oradadır. Nerede görsek/duysak onu tanırız.
Kısacası birbirimize ince bir iple bağlıyızdır adeta, benzerliğimiz arketiplerin teminatındadır.
Yaşamın Özeti, Arketipler Manzumesi: Tarot
Elinize bir Tarot destesi alıp bakmışlığınız var mı?
Sanıldığı gibi gelecekten haber veriyor olduğunu sanmıyorum, veriyorsa da pek ilgilenmiyorum. Beni asıl ilgilendiren insanlığın ortak geçmişini sembolün diliyle özetleyivermesi.
Kartların gizemli kökenine aslında hala tam olarak ulaşılamamış. “Tarot” sözcüğünün etimolojisi dahi bugün hala tam olarak anlaşılamamış. Uzmanlar, Eski Mısır ve İbrani geleneğine kadar ulaşan referanslarla “tarot” kelimesinin nereden geldiğini açıklamak için hayal güçlerini kullanmaya çalışmışlar. Bilinen tarihi ilk olarak 14. yüzyılın sonlarında Avrupa’da ortaya çıktığına işaret ediyor.
Kartlar, Brescia doğumlu ressam ve minyatürist Bonifacio Bembo (1420-1480) gibi sanatçılara da ilham vermiş. Bonifacio Bembo kartların açık ve neoplatonik anlamlarından adeta büyülenmiş ve 1442-1444 yıllarında Milano Dükü olan Filippo Maria Visconti ve ailesi için bir deste kart yaratmış. Bembo’nun yarattığı 48 kart bilinen Tarot kartlarının öncülü kabul ediliyor.
Bu güzel ve gizemli kartlardan bir kaç örnek; ellerdeki kılıçlara dikkat…
Günümüzde de kullanılan kartların ana karakterler dışında kalan minör kartlarında –terminolojide Küçük Arkana deniyormuş- tıpkı iskambil kartlarındaki gibi dört takım bulunuyor, ki bu takımlardan biri Kılıçlar Takımı (günümüzdeki karşılığı maça). Keza Kelt mitolojisinin dört önemli hazinesinde (kazan, mızrak, taş, kılıç) karşımıza çıkan kılıç arketipi, Yunan Tanrısı Nemesis’in de sahip olduğu dört önemli nesneden (kupa, asa, tekerlek, kılıç) biri.
Kılıçlar Takımı eril tapınma gücünü ve eril enerjiyi simgeliyor ve beraberinde düşünce ayrılıklarını, ihaneti, köleliği ve tehlikeyi getirebiliyor.
Burada tekrar Jung’a kulak vermek gerek. “Arketipler, Platon’un “idea”sına benzemekle birlikte onun gibi bir tamlık içermez. Arketip iki kutupludur, hem aydınlık, hem karanlıktır. Esas anlamı tanımlanamaz.”
Belki de tam da bu yüzden Tarot ikili bir sembolizmi içinde barındırıyor, düz ve ters, ön ve arka farklı anlamlara geliyor, olumluluk hızla olumsuzluğa evriliyor. Tıpkı hayat gibi..
Kılıcı Taştan Söken İktidarın Sahibi Olur
Bir de Kral Arthur ve Ekskalibur meselesi var tabii. Değinmeden olmaz. Ekskalibur, Büyük Britanya Kralı Arthur’un taşıdığı kılıcın ismi. İkilinin hakkında iki adet efsane var. İlkinin izine Robert de Boron’un Merlin adlı şiirinde “Sword on the Stone” (Taştaki Kılıç) olarak rastlanıyor. Arthur kılıcı saplandığı taştan çekip çıkarıyor, böylelikle güç ve iktidarını ispatlamış oluyor. Kılıcın büyülü güçlere sahip olduğunu, kullananın yara almadığını söyleyen anlatılar da var.
Diğer efsanede ise Arthur’un kılıcı bir dövüş sırasında kırılıyor, Gölün Hanımı ona yeni bir kılıç, Ekskalibur’u veriyor. Ölümünden sonra kılıç tekrar göle atılıyor ve gölden yükselen bir el kılıcı alarak suların içinde kayboluyor. Efsanenin kökeni ya da işlenişi ne olursa olsun, Ekskalibur da gücün, iktidarın, dokunulmazlığın simgesi olarak bu öyküde de karşımızda duruyor.
Bir Kılıcın Çağrıştırdıkları
Belli ki kılıç imgesi hepimizin kolektif bilinçdışında karşılığını rahatlıkla bulabilecek olan bir arketip.
Dönelim bizim kılıca…
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş elinde kılıç minberde hutbe okuyarak kendi ifadesiyle 567 yıllık bir fethi, temsilen anarak perçinlemekte midir? Yoksa hayatımızın bir fetihler silsilesi içinde savrulduğu bu günlerde bilinçdışı bir mekanizmayla, hukukun, ekonominin, kadınların, çocukların ve hayvanların yaşam hakkının, akademinin, sosyal medyanın, baroların fethini mi duyurmaktadır?
O kılıç kime sallanmaktadır?
Pandeminin zorlu evde kalma şartları, tadımızın epey kaçmış olması, ekonominin yerlerde sürünen hali derken, eşim dostumla küçük bir çağrışım çalışması yapayım dedim ve “Kılıç” sözcüğünün onlardaki karşılığını not ettim.
İşte sonuçlar: Fallus (Su götürmez şekilde ve ezici bir çoğunlukta), zorlama, zorbalık, gücün zorla kullanımı, boyun eğdirme, korkutma, kesme, kanunsuzluk, yağma, IŞİD… Liste uzayıp gidiyor.
Her ne kadar Ali Erbaş kılıcın tuttuğu elin sağ ya da sol olmasına göre anlamının değiştiğini, sağ elde tutulan kılıcın düşmanlara tehdit, sol elle tutulanınsa dostlara güven verdiğini söylese de benim pilot çalışmanın sonuçları bu söylemi doğrulamıyor.
Ne diyeyim, ben kolektif bilinçdışının yalancısıyım.

• Gözde Sunal Kızıl, Yeni gözetim ve Jung’un kolektif bilinçdışı kuramı arasındaki ilişkinini filmsel anlatım olanakları açısından değerlendirilmesi, Doktora Tezi, 2015
• William Indick, Senaryo Yazarları İçin Psikoloji, Çev: Ertan Yılmaz, Yelis Karaarslan, Agora Kitaplığı, 2011