Aileye çarpan filmler…
Şu ana kadar izlediğim filmlerin ortak özelliği, aile kavramının çeşitli açılardan ele alınması. Her filmin temeline dönüp dolaşıp bir yerde ya da çıkış noktasına aile sorgulaması oturuyor.
‘Ölü Mevsim’e dönüşür bazen hayat ve bir türlü canlanmaz!
Doğuş Algün'ün ilk uzun metrajı olan filmin kısaca konusu şöyle;
Nimet, yaşadığı trajik bir çocuk kaybının ardından İstanbul’un muhafazakâr mahallerinden birinde sıkışıp kalırken, ömrünü birlikte geçirdiği küçük kardeşi Öznur da aile içindeki bambaşka bir sırrı taşımakta ve kendi mücadelesini vermektedir.
Filmin oyuncuları;
Funda Eryiğit, Ece Yaşar, Erdem Şenocak, Serkan Ercan, Haydar Şahin, Naz Göktan, Nesrin Uçarlar, Feri Baycu Güler, Banu Fotocan, Tolga Tekin, Sibel Şişman, Goncagül Sunar, Metehan Kaya, Atakan Yılmaz, Müfitcan Saçıntı.
“Çocuksuz olma hikâyesi aslında bir toplumsal mesele…”
Filmin gösteriminin ardından film ekibiyle söyleşi gerçekleşti. Yönetmen filmin çıkış noktasını şöyle anlattı;
“Çocukluk anılarımdan kalan bir hikâye bu, ben bir çocuk olarak çocuksuz bir eve gidiyordum ve oynayacak bir arkadaşım yoktu, aklımda öyle kalan bir şey. Sonra fark ettim ki çocuksuz olma hikâyesi aslında bir toplumsal mesele…”
“Film hayatın tam içinde duruyor ve hayatın gerçekçi bir yansıması gibi…”
Hikâyede çocukları olmayan bir aile üzerinden tam da yönetmen Doğuş Algün’ün çıkış noktasıyla başlıyor ve bu çıkış noktası genel bir hayatın özetine dönüşüyor.
Bir erkek yönetmen olmasına rağmen kadınlara dayatılan baskıları, önyargıları, yargısız infazları, onlara biçilen rolleri film boyunca yayarak o kadar iyi vermiş ki bir kadın olarak etkilenmemem mümkün değildi.
Bekâr kadınlara bakış açısı, evli ve çocuklu olan kadınların rutini, evli ama çocuğu olmayanlara yapılan baskı, evlenememek hikâyesi ve daha bir sürü kadına dair mesele filmde yer alıyor.
Yönetmen, kadınlar özelinden çıkarak erkeklerin davranışları, aile ve kardeşlik ilişkileri, paranın şekillendirdiği hayatları, miras algısı, mülteci olmak gibi hayatın içindeki bir sürü meseleye değinerek bir filmde dağıtmadan doğal akşında işlemeyi başarıyor. Film hayatın tam içinde duruyor ve hayatın gerçekçi bir yansıması gibi… Oyunculuklar da abartısız ve çok başarılı, çevremde gördüğüm hatta kendimde gördüğüm davranış şekilleri. Diyaloglar ise muhteşem yazılmış, o karakter öyle konuşmazdı diyeceğim hiçbir şey yok.
Filmin ismi o kadar anlamlı ki mevsimler ölü değildir aslında biz insanlar yaşadıklarımızla ve ilişkilerde ölü oluruz; geçen zaman öldürücüdür dolayısıyla mevsimler de hayatımızda silik kalır. Canlandığımız ve ölmemeye karar verdiğimiz zaman, mevsimlerin bir anlamı vardır.
‘Döngü’den kurtulamama hali!
Senaryosunu ve yönetmenliğini Erkan Tahhuşoğlu’nun yaptığı ‘Döngü’ filmi odak noktasına sınıfsal sorgulamayı alıyor. Filmin konusu kısaca şöyle;
İstanbul’un yoksul bir semtinde kızı, damadı ve torunuyla birlikte yaşayan Sevim, uzun yıllardır Ayten adlı bir kadının evinde gündelikçi olarak çalışmaktadır. Bir gün Ayten’in Kosovalı bakıcısı Lena, evde bir kaza geçirir ve bu olay, taraflar arasında hukuksal boyutlara varan sorunları tetikler. Ayten ve oğlu Ergin’in baskılarıyla Lena’yı davadan vazgeçirmeye zorlanan Sevim, kendini bir anda sınıfsal, ahlâki ve vicdani çelişkiler arasında sıkışmış bulur.
Filmde yer alan oyuncular;
Serpil Gül, Emel Göksu, Tuğçe Yolcu, Süleyman Karaahmet, Ftesa Hazrolli, Shpresa Hashimi, Reyyan Sevim Bülbül, Gökay Müftüoğlu, Yade Nargis, Belkıs Akçil.
Doğal, başarılı ve usta oyunculuklar bu filmde ön plana çıkıyor.
“Toplumdaki sınıfsal farklılıkları gözler önüne seren bir film ‘Döngü’
Toplumdaki sınıfsal farklılıkları gözler önüne seren bir film ‘Döngü’ ve film bitiminde ben hangi sınıfa aittim duygusunda çıkıyorsunuz. Yıllardır temizliğe giden ve kendini o ailenin bir parçası zanneden Sevim’in duygusunun hayal kırıklığıyla baş başa kalıyorsunuz. Kendini o ailenin bir parçası hissederken kendi ailenizi bir arada tutma çabasında sınıfsal farklılıklar devreye giriyor zaten.
Bir arada kalmışlık hikâyesi ama ucu adalete dokunan bir durumu var ki işte en çarpıcı olan kısım da orası; zengin-fakir hangi sınıftan olduğun önemli değil! Zaten sınıfları yaratan da bizleriz oysa sınıf dediğin sadece okuduğumuz okullardaki sınıflar olmalı değil mi? Ama adalet herkese eşit olmalı çünkü adalet bir gün sana da lazım olur!
Gecenin Kıyısı’nda Türkiye prömiyerini Adana’da yaptı
Dünya prömiyerini Venedik'te gerçekleştiren film ‘Gecenin Kıyısı’ Türkiye prömiyerini 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda gerçekleştirdi. Şu ana kadar izlediğimiz filmler içinde salonun en çok dolduğu, en çok alkışlanan ve ilgi gören filmi oldu diyebilirim. Senaryo ve yönetmen olarak Türker Süer imzalı filmin yapımcısı Nadir Öperli.
Filmin kısaca konusu şöyle;
Sinan ve Kenan, iki kardeş subaydır. Bir gün Sinan’a, ağabeyini askeri mahkemeye götürecek ekibe komuta etme görevi verilir. Babalarının trajik ölümünün ardından yolları ayrı düşmüş olan iki kardeş, zorunlu bir yolculuğa çıkar. Yolculuğun ilk anından itibaren, iki kardeşin farklı bakış açıları çatışırken, Sinan’ın prensipleri, uzun ve sarsıcı bir gecede ağır bir sınavdan geçer. Kardeşler bir karar vermek zorundadır: Tekrar büyük bir fedakârlığa katlanmaya hazırlar mıdır?
Filmin kadrosunda; Ahmet Rıfat Şungar, Berk Hakman, Mert Tümer, Serkan Ilgaz, Ahmet Kaynak, Yılmaz Gökgöz, Baran Akbulut, Eda Akalın, Şencan Güleryüz yer alıyor.
Fonda 15 Temmuz darbesi ama aslolan kardeşlerin hikâyesi
Almanya’da doğan ve orada yaşayan Türker Süer öncelikle çıkış noktasının kardeşlerin hikâyesini anlatmak olduğunu belirtirken temel meselesinin koşullar ne olursa olsun ki kabul ettiğimiz bu koşullar altında yaşamak ve insan olmak duygusunu anlatmak istedim diyor. Ama bu koşulları anlatırken de 15 Temmuz darbesini iki kardeşin hikâyesinin içine hayatı sorgulayacak bir olay gerekiyordu diyerek yerleştirdiğini söylüyor. Çünkü darbe girişimi hikâyesi senaryoya sonradan girmiş.
Dededen babaya ve çocuklarına geçen asker olan bir aile temel çatı olarak senaryoda zaten yer alıyormuş. Ailede olan mücadele toplumsal mücadeleyi de yansıtıyor aslında ve filmde bunu görüyoruz. Türkiye’de yaşayan bizler için 15 Temmuz tarihi çok şey ifade ediyor ama dışarıdan bir gözle taraf olmadan bakan ve sadece olayı dış göz olarak işleyen Almanya’da yaşayan bir yönetmenin bakış açısı temiz olmuş diyebilirim.
Filmin aklımda kalan en vurucu cümlesi ise; “Benim özgürlüğüm senin bana verebileceğin bir şey değil
Mutlu Hesapçı
Kaynak:Mutlu Hesapçı