Paris'in sokaklarında bir Türk heykeltıraş Cem Sağbil: Heykelin zamana ihtiyacı var

Paris'in sokaklarında bir Türk heykeltıraş Cem Sağbil: Heykelin zamana ihtiyacı var
Paris Belediyesi koleksiyonuna giren “Ay Tutan Adam” ve “Hemera” heykelleriyle Paris’in 10. Bölgesi’nde kalıcı olarak yer alan heykeltıraş Cem Sağbil, eserlerinin kentle kurduğu uzun soluklu ilişkiyi, heykelin zaman, mekân ve kamusal alanla bağını anlattı

Paris’in kamusal alanlarında kalıcı eserleri bulunan tek Türk heykeltıraş olan Cem Sağbil, “Ay Tutan Adam” ve “Hemera”nın yıllar sonra yeniden yükselişini anlatırken heykelin yalnızca mekânla değil, zamanla da kurduğu ilişkiye dikkat çekiyor. Sağbil’e göre bir heykelin gerçek yolculuğu, sergilendiği gün değil, şehirle birlikte yaşlandığı anda başlıyor. Gazete Pencere olarak Sağbil'le hem heykellerin hem kendisinin sanat yolculuğunu konuştuk.

Paris’in 10. Bölgesi’nde kalıcı olarak yerini alan “Ay Tutan Adam” ve “Hemera”nın, ilk sergilenişlerinden bugüne uzanan hikâyesini bir de sizden dinleyebilir miyiz?

Bu süreç, Paris’te gerçekleşen bir sergiyle başladı. Fransa’da Türkiye Mevsimi kapsamında, Elele Derneği’nin Fransa’daki kültürel varlığının da önemli bir zemin oluşturduğu bir dönemde, Gaye Petek’in katkılarıyla Paris 10. Bölge Belediyesi binasında ve bitişiğindeki parkta bir kişisel sergi gerçekleştirdim. Gaye Petek’in sanata ve kültürel ilişkilere dair yaklaşımı, bu serginin Türk sezonu kapsamında Paris’te hayata geçmesinde belirleyici bir rol oynadı.

Serginin ardından heykellerin kamusal alanda mekânla kurduğu ilişki dikkat çekti ve belediye, eserlerin parkta bir süre daha kalmasını istedi. Daha sonra park kapsamlı bir restorasyon sürecinden geçti ve bu süreçte heykeller yerlerinden kaldırıldı. Park yeniden açıldığında ise, 10. Bölge Belediyesi’nin talebiyle “Ay Tutan Adam” ve “Hemera” kalıcı olarak aynı alana yerleştirildi. Bu kalıcı yerleştirme, heykellerle Paris 10. Bölgesi arasında zaman içinde kurulan ilişkinin doğal bir sonucu olarak gelişti ve benim için son derece anlamlı bir karşılık oluşturdu.

Fransa’nın başkentinde, kamusal alanda kalıcı eseri bulunan tek Türk heykeltıraş olmanız; kişisel bir onurun ötesinde, sanatçı kimliğinizde nasıl bir temsil sorumluluğu ya da yeni bir alan açma motivasyonu yaratıyor? Bu durum, uluslararası sanat camiasında Türk sanatının görünürlüğü açısından sizin için ne ifade ediyor?

Paris, yüzyıllardır sanatla iç içe yaşayan; çok sayıda sanatçının gelip geçtiği, üretimin gündelik hayatın doğal bir parçası olduğu bir kent. Böyle bir şehirde, kamusal alanda bir eserin var olabilmesi benim için öncelikle kültürler arası bir karşılaşma ve yakınlaşma anlamı taşıyor. Heykelin, bu çok katmanlı kültürel hafızanın içinde kendine bir yer bulabilmesi, sanatın yaşaması açısından çok değerli.

Bu durum, benim açımdan bir temsil yükünden çok, yapılan işin başka bir kültürel bağlamda da nefes alabilmesiyle ilgili. Kamusal alanda yer alan bir eser, zamanla sanatçısına ait olmaktan çıkıyor; kentin ritmine, insanlarına ve gündelik yaşantısına karışıyor. Uluslararası görünürlük de tam olarak burada anlam kazanıyor: kendini anlatmaya çalışmadan, kendisi olarak var olabildiği yerde.

cem-sagbilin-heykelleri-pariste-8.jpg

“Ay Tutan Adam” ve “Hemera” figürlerinin ardındaki ilham kaynakları nelerdi?

Bu iki figürün çıkış noktasında dualite kavramı yer alıyor. Gece ve gündüz, kadın ve erkek, mantık ve duygu gibi karşıtlıklar benim için birbirini dışlayan değil, birbirini var eden hâller. “Hemera”, mitolojide gündüzü temsil eden bir figür; aydınlığı, açıklığı ve görünür olanı çağırıyor. “Ay Tutan Adam” ise geceyle, sezgiyle ve bilinmeyenle daha yakın bir ilişki kuruyor.

Bir erkeğin ayı tutmaya çalışması, yalnızca fiziksel bir eylem değil; duyguyla mantık, kontrolle teslimiyet arasında gidip gelen bir hâli de ima ediyor. Bu ikilik, yaşamın karşıt güçler üzerinden dengede kalması fikrine yakın duruyor. Dionysos gibi figürler de bu anlamda benim için önemli referanslar; çünkü düzenle taşkınlık, bilinçle bilinçdışı arasındaki sınırları belirsizleştirirler. Heykellerimde bu mitolojik çağrışımlar doğrudan anlatılmak için değil, izleyicinin kendi sezgisiyle temas edebileceği bir alan açmak için var.

Paris’in 10. Bölgesi, kozmopolit yapısı ve çok kültürlü toplumsal dokusuyla dinamik bir yaşam alanı. Sizce bu iki eser, bölgenin bu çok katmanlı kimliğiyle nasıl bir bağ kuruyor?

10. Bölge, Paris’in gündelik hayatının yoğun biçimde aktığı, farklı kültürlerin ve yaşantıların iç içe geçtiği bir alan. Bu nedenle heykellerin burada var olması daha doğal bir karşılık buluyor. “Ay Tutan Adam” ve “Hemera”, bulundukları alanı tanımlamaya ya da dönüştürmeye çalışmıyor; onunla birlikte var olmayı kabul ediyor.

Kamusal alandaki bir heykelin çevresiyle rekabet etmemesi, aksine o akışın bir parçası hâline gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bağ, sessiz ama sürekliliği olan bir ilişki.

Kamusal alandaki bir heykelin deneyimi, galeri ya da müzenin görece korunaklı atmosferinden oldukça farklı. “Ay Tutan Adam” ve “Hemera”, Parislilerin gündelik hayatına dâhil olurken izleyiciyle nasıl bir ilişki kuruyor? Bu temas, sanat eserine dair algıyı sizce nasıl dönüştürüyor?

Kamusal alanda heykel, izleyicisini seçmez. İnsanlar yanından geçer, bazen durup bakar, bazen dokunur, bazen fark etmeden onunla aynı alanı paylaşır. Onları gündelik hayatın akışı içinde görmek, insanların yanlarından geçerken durup bakmaları, bazen dokunmaları ya da yanlarında fotoğraf çektirmeleri benim için kamusal sanatın en gerçek karşılığı. Heykelin gerçekten yaşamaya başladığı anlar bunlar.

Bu temas, eseri daha savunmasız ama aynı zamanda daha gerçek kılar. Galerideki mesafe burada yoktur; karşılaşma daha doğrudandır.

Almanya, Fransa, Türkiye ve farklı coğrafyalarda geçen uzun soluklu üretim pratiğiniz, sanat dilinizde ne tür izler bıraktı? Bu ülkeler arasında dolaşmak, heykellerinizin biçimsel ya da kavramsal dünyasını nasıl etkiledi?

Farklı coğrafyalarda yaşamak, insanın kendi dilini sürekli yeniden gözden geçirmesine neden oluyor. Almanya’daki disiplin ve yapı, Fransa’daki düşünsel yaklaşım ve Türkiye’deki sezgisel güç zamanla birbirinden ayrışan değil, iç içe geçen deneyimler hâline geldi.

Bu dolaşım, heykellerimde daha çok fazlalıklardan arınma olarak karşılık buldu. Nerede olursam olayım, kendime sorduğum soru hep aynı kaldı: Bu form gerçekten gerekli mi?

cem-sagbilin-heykelleri-pariste-9-1.jpg

“Tarifsiz bir onur” olarak tanımladığınız bu Paris deneyiminin ardından, yeni projelerinize başlarken sizi harekete geçiren temel motivasyon ne oldu? Bundan sonraki üretim sürecinizde sizi bekleyen yeni arayışlar neler?

Bu deneyim bana acele etmeden de bir şeylerin mümkün olabileceğini hatırlattı. Bugün yeni projelere başlarken beni harekete geçiren şey, daha büyük ya da daha görünür işler yapmak değil; daha doğru bir yerde duran işler üretmek isteği.

Heykelin zamana ihtiyacı var. Benim de. Bundan sonraki arayışlarımda da bu sabrı ve dikkat hâlini korumak istiyorum.

Kaynak:Nilay Can

Öne Çıkanlar