MB savaşı fırsata dönüştürebilse

Uzun süredir dünya gündemini meşgul eden pandeminin tahtını, Rusya – Ukrayna hattındaki gelişmeler aldı. 19 gündür sürmekte olan işgal ve beraberinde gelen ekonomik yaptırımlar sıcak savaşı ekonomik savaşa dönüştürmekle kalmayıp küreselleşmede yeni var oluş biçimlerinin de doğacağı görüşünü güçlendirdi. Karşılıklı yaptırımların domino etkisi yaratarak ülkeleri pek çok kanaldan etkileyeceği artık hepimiz tarafından bilinen bir gerçeklik.

Bu sıcak savaş ortamı içerisinde haftanın gündemini merkez bankalarının vereceği faiz kararı oluşturdu. Geçen hafta AMB, beklentiler doğrultusunda politika faizini sıfır, mevduat faizini yüzde eksi 0,50 ve marjinal fonlama faizini de yüzde 0,25’te sabit tutma kararı aldı. Varlık alım programının daha hızlı azaltılacağını ve faizlerde yapılacak ayarlamanın net varlık alımları sona erdikten sonra gerçekleştirileceğini belirtti. AMB, enflasyonun yüzde 2 hedefi içinde kalmasını sağlamak için tüm araçlarını gerektiği gibi uyarlamaya hazır olduğu mesajını yineledi. Zira Euro bölgesinde şubat ayında manşet enflasyon yüzde 5,3’ten yüzde 5,8’e ÜFE ise yüzde 30,6’ya tırmandı. Elbette ki Rusya-Ukrayna savaşının enerji ve gıda ürünlerindeki maliyetleri artırmasının Avrupa’daki enflasyonu önümüzdeki dönemde daha da hızlandırma ihtimali oldukça yüksek. Nitekim AMB enflasyon tahminini 3 yıl için yukarı yönlü revize etti. Bu yüksek enflasyona ek olarak AB’de büyüme, aşağı yönlü ve savaştan dolayı da negatif bir büyüme eğilimi söz konusu. Avrupa, Rusya’ya enerji bağımlılığını bir yılda yüzde 65 azaltmayı planlasa da bunun kısa vadede gerçekleşemeyeceği göz önüne alındığında Rusya’nın yaptırımlarından dolayı aşağı yönlü bir büyümenin olma olasılığı yüksek. Ayrıca savaşın AB’ye mülteci akımını da artıracağı göz önüne alındığında parasal sıkılaşmanın çok kolay gerçekleşeceği söylenemez. Dolayısıyla AMB’nin açıklamaları her ne kadar şahin olarak yorumlansa da varlık alımının şahin olmasını engelleyen unsurların da var olduğu söylenebilir.

ABD’de ise Fed’in nasıl bir adım atacağı uzun süredir biliniyor ve piyasalar buna hazır. 25 baz puan faiz artışı bekleniyor. Çünkü Fed, toplantılarında enflasyon artışına rağmen piyasaları tedirgin edecek bir şahin eğilimin sergilenmeyeceğini ifade etmişti. Ayrıca Fed’in resesyona yol açacak bir sıkışıklığı dikkate alarak bilanço tarafını daha da öteleme ihtimali yüksek görülüyordu. Ancak ocak ayında dış ticaret açığının önceki yıla göre yüzde 26,9 artışla 89,1 milyar dolara yükselerek tüm zamanların en yüksek seviyesine çıkması ve şubat ayında ÜFE’nin yüzde 10 artış kaydetmesi TÜFE’nin ise yüzde 7,9 ile son 40 yılın kayda geçen en yüksek düzeye gelmesi daha yüksek bir faiz artışına gitme ihtimalini de güçlendiriyor. Yani enflasyonun şahinleşmesi Fed’in de şahinleşmesine yol açabilir. Burada önemli olan bundan sonraki adımların nasıl atılacağı ve uzun vadeli denge faizi olarak ifade edilen faizin nerede olacağı. Ayrıca Fed’in önümüzdeki aylarda faiz dışında makro ihtiyati tedbirler gibi başka aksiyonlar alma ihtimali de söz konusu olabilir.

Türkiye’de ise durum daha karmaşık. Çünkü 20 yılın zirvesinde bir enflasyon var. Her ne kadar büyümenin 2011’den beri ilk defa çift haneli rakama ulaşarak yüzde 11 düzeyinde gerçekleştiği ilan edilse de büyüme için katlanılan bedel çok yüksek. Zira yüksek enflasyon pahasına gerçekleşen bir büyüme söz konusu. Yüksek enflasyonun göz ardı edilmesi ve çözümünün ötelenmesi sorunun daha da büyümesine yol açıyor. Ayrıca enflasyon beklentisinin kırılamaması dövize olan talebi de artırarak ekonomi yönetiminin beklediği liralaşma eğilimini de zayıflatıyor. Her ne kadar kur korumalı mevduatla (KKM) liralaşma sağlanmaya çalışılsa da vazgeçilen vergilerin etkisi ile talebin daha çok şirketlerden geldiği görüldü. Bu bağlamda politika değişikliğine yönelik herhangi bir adım atılmadığı sürece mevcut eğilimin devam edeceği muhakkak. Öte yandan dış ticaret fazlası vererek ekonomik büyümenin hedeflendiği ve uzun vadede enflasyonun da önleneceğini ileri süren denemeye rağmen dış ticaret açığının Şubat 2022’de yüzde 142 artışla 8,1 milyar dolara yükselmesi ve savaş konjonktüründen dolayı önümüzdeki dönemde bu tablonun gıda, enerji, emtia, turizm ve inşaat gibi pek çok kanaldan olumsuz etkileneceği düşünüldüğünde aralıktan beri uygulanmakta olan denemeden başarı beklemek ütopyadan öteye geçemez.

Aslında dünya genelinde küresel nedenlerden kaynaklanan küresel bir arz yanlı enflasyon yaşanıyor. Savaş konjonktürünün diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de etkisi söz konusu. Bu bağlamda perşembe günü MB’nin vereceği faiz kararında savaş konjonktürü dikkate alınarak enflasyonun küresel nedenlerden ve dış faktörlerden kaynaklandığı gerekçesiyle, para politikası ile bunun kontrol edilemeyeceği düşüncesinden yola çıkılarak politika faizinde bir artışa gidilmeyeceğini düşünüyorum. Fakat MB keşke, savaşı ve savaşın yarattığı bu olağanüstü durumu bir fırsat olarak değerlendirip etkinliğini yeniden kazanarak radikal bir kararla faiz artışına gitse. Zaten ekonomik göstergeler de iktisat kuramının temel mantığına geri dönülmesini ve MB’nin faiz artışını gündemine almasını gerektiriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi