MUHAFAZAKAR MİLLİYETÇİLERDEN EŞİTLİK İSTENİR Mİ?

Bir 8 Mart daha geride kaldı. Hemen öncesinde yaşanan kadınlara yönelik korkunç şiddet olaylarının hüznü ve öfkesi, bu seneki Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün daha büyük bir coşkuyla kutlanmasına ve ses getirmesine vesile oldu.
Bir yandan ataerkil düzene ve asırlardır süregelen eşitsizliklere başkaldıran, meydan okuyan kadınlar; öte yanda bu günü fırsat bilip kadın/erkek eşit değildir, esas görevi analıktır alt mesajları ile “başta şehit anneleri olmak üzere tüm anaların” 8 Mart’ını kutlayan milyonlarca muhafazakar mesajlar ve tabi ki kadına gösterilen şiddete karşı farkındalık oluşturmak adına 8 Mart’ı kutlamama kararı alan Diyanet camiası…
Kadınların hayatın her alanında daha çok yer almasının sağlıklı bir toplum yapısına ve siyasal sisteme sahip olabilmek için ilk koşul olduğuna inanır ve savunurum. Ayrıca, bir ülkede kadın-erkek eşitliği sağlanmadan demokrasinin de gelişmeyeceğini düşünürüm. Bu nedenle tüm dünya gibi ülkemizde de kadın hareketini hız kazanması beni oldukça mutlu ediyor. Bu enerjisi en yüksek siyasi hareketin çok uzakta olmayan bir gelecekte, “kadının yeri evidir”diyenleri büyük bir hayal kırıklığına uğratacaklarına dair kanaatim, gelecekle ilgili en ümitli olduğum konuların başında geliyor.
Kadınlar bu sene de, tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi, sadece ve sadece “eşitlik” istediler. Ne acıdır ki, en doğal haklarını elde etmenin maalesef hala çok uzağındalar. Üstüne üstlük mevcut koşullara bakınca talepleri pek karşılık bulacakmış gibi de gelmiyor.
Dikkatli okuyucularım daha bir paragraf yukarıda kadın hareketinin başarıya ulaşacağını söylediğimi düşüneceklerdir ama bence kendimle çelişmiyorum. Derdimi biraz daha anlatınca umarım siz de aynı şekilde düşünürsünüz.
Daha direkt bir soru ile konuya balıklama girmek en iyisi: Niye bu iktidar kadınlara eşitlik vermez?

  1. Erdoğan Faktörü: KADEM’in 2014 yılında düzenlediği Kadın ve Adalet Zirvesi’nde yaptığı, daha sonra gelen eleştiriler üzerine savunduğu konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kadınların ihtiyacı olan eşitlikten ziyade eş değer olabilmektir. Yani adalettir. Buna ihtiyacımız var. Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz. O fıtrata terstir. Çünkü fıtratları farklıdır, tabiatları farklıdır, bünyeleri farklıdır” demişti. Benim bilebildiğim kadarıyla kadın-erkek eşitliğini açıkça reddeden ilk Cumhurbaşkanı ünvanını kazanmıştı bu konuşmasıyla.
  2. Muhafazakar Bürokrasi: Bu tartışma süreç içerisinde gittikçe büyüyecek ve muhafazakar tonun devlet kademesindeki hakimiyeti pekiştikten sonra bürokrasi de devreye girecekti. Yaşanan olumsuz gelişmelerin en çarpıcı olanlarından biri daha önce AK Parti iktidarı tarafından başlatılan “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projesi önce Milli Eğitim Bakanlığı’nca, ardından da YÖK tarafından 2019 yılında sonlandırılmasıdır. Hatta YÖK Başkanı Yekta Saraç, toplumsal cinsiyet kavramının Türkiye’nin, “toplumsal değerleri ve kabulleriyle mütenasip” olmadığını savunacaktır. Kelimenin tam anlamıyla AKP vs. AKP durumu yaşanmış ve muhafazakar bürokrasi, AB üyelik sürecinin bir gereği olarak başlatılan ve aslında hiç hoşlanmadığı bir projeyi böylece büyük bir coşku ile rafa kaldırmıştır.
  3. İdeolojik ve Kültürel Faktörler: Türkiye’de Muhafazakar Milliyetçi siyasi gelenek eşitlik kavramına hep uzak dururken, adalet kavramını ise güçlü bir biçimde sahiplenmiştir. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yanı sıra, Erdoğan’ın da içinde yetiştiği Milli Görüş’ün Adil Düzen öğretisi veya Adalet Partisi muhafazakar milliyetçilerin “adalet” kavramına duydukları güçlü bağın tezahürleridir.
    Halife Ömer’e ait “Adalet mülkün temelidir” sözüne referansta bulunmayan bir muhafazakar milliyetçi siyasetçi bulmak oldukça zordur. Dolayısıyla muhafazakarlar için adalet kavramı sadece hukuki veya siyasi değil; hatta daha çok dini bir kavramdır. İslam’ın adalet dini olduğunu tüm inananlar gururla ifade ederler.
    Aslında İslam fıkhında modern tüm hukuk sistemlerinde kabul edilen “eşitlik” kavramı da yer alır. İslam Ansiklopedisi’nin “müsavat” yani eşitlik maddesinden alıntılayacak olursak: “Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde eşitlik tabii bir hak olarak kabul edilir. Buna göre bütün insanlar eşit yaratılmıştır, ırk veya nesep insana hiçbir üstünlük sağlamaz. İnsanlar arasındaki üstünlüğün gerekçesi, onların başta akıl olmak üzere sahip oldukları yetenekleri yerli yerince kullanma iradesi ortaya koymaları ve ahlâkî erdemlere uygun davranışlarda bulunmalarıdır”.
    Fakat bu anlayış nedense konu kadın-erkek eşitliğine gelince bir anda unutulmaktadır. Günümüz muhafazakarlarının itibar ettiği Ebubekir Sifil veya Nurettin Yıldız gibi çok sayıda ilahiyatçı “İslam’ın eşitlik dini” olmadığını cesurca ifade etmektedirler.
    Siyasi tarihimizde Fransız Devrimi’nin ünlü “Liberté, Égalité, Fraternité” (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) sloganını, “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” şeklinde kullanan Jön Türkler’e karşı Muhafazakar Milliyetçilerin Sultan Abdülhamid’in yanında yer almaları da boşuna değildir.
    Dolayısıyla ülkemizde Muhafazakar Milliyetçiliğin eşitlik kavramı antipatisinin güçlü ideolojik, kültürel ve tarihsel kökleri vardır. Avrupa Birliği projesinin gerçekleşmeyeceğini hissettiği andan itibaren bu politik geleneğin hızla köklerine dönmesi, aslında bir siyasi reflekstir.
    Gelmiş olduğumuz son nokta İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması tartışmalarıdır. Aslında iktidarın kafasında bu konudaki karar nettir ve sadece uygun zaman beklenmektedir.
    Bir 8 Mart daha geçti. Kadınlar eşitlik mücadelelerini tüm bu olumsuz atmosfere rağmen cesurca yürütüyorlar. Henüz gidecekleri çok yol var ama onlar menzile ulaştıklarında bu ülke daha yaşanası bir yer haline gelecek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi