Nehrin türküsü

Kızılderili kadın nehrin söylediği şarkıdan söz ediyor:

“Nehirlerin sesleri susturulduğunda insanların ruhları da susuyor.”

Dert çok derman yoksa ruh huzur bulmasa da acının sesi susmalı.

Acılı kadın da öyle yaptı.

Acının sesi sussa da zaman dilimi uzadı.

Kadın sustu, sustu, sustu.

Ta ki dünya kadınlarının mücadeleleri ile tanışıncaya kadar sustu.

Buluştuğu o an karar verdi.

Onun yerine bir şey coşmalı, taşmalı ve akmalı.

Nehir aktı.

Yerelden evrensele bir nehir aktı...

Cemal Süreya’nın “Nehirler boyunca kadınlar gördüm” şiirinin dizeleri, ülkenin nehirleri ile ülkenin eşitlik, özgürlükten uzak kadınları ile akışını sürdürdü.

“Kızılırmak parça parça olasın

Bir parça ekmek siyah, on kuruşluk kına kırmızı

Taş toprak arasında türküler arasında

Karanlıkta bir yanları örtük bir yanları üryan

Kocaman gözleriyle oy anam bu kadar dokunaklı

Kimler ürkütmüş acaba bu kadar kadını”

Nehir ile insan arasındaki bağ nedir? Bunu ne çok düşünürüm. Nehir de insan gibidir. Büyükçe bir kaynaktan doğar. Kaynaksız nehir düşünülemez. Kaynağı güçlüyse ikisi de yaşama direnir. Hiçbir engel onları hedefe ulaşmaktan alıkoyamaz.

Nehirler vardır, sadece doğar ve akar. Nehirler vardır, kaynaktan çılgınca boşalır, adeta geçtiği topraklara varmadan ses verir. Kavşaklardaki sularla adeta çarpışarak buluşur. Birçok dereyi, çayı içinde eritir. Bu buluşmanın çıkardığı ses efsaneler yaratır, nehrin adı değişir, türküler yakılır. O, akışındaki bu şölene takılmaz; akışını sürdürür. Çarpışmanın çıkardığı güçlü sesin ardından adeta dinginleşir. Yolunu bulmaya; kimi yerde coşkun, kimi yerde dingin, kimi yerde uğultulu akmaya başlar.

Yol uzun menzil büyüktür...

İyi ki nehir akıyor yoksa seyrinde yorulmak yol yorgunluğuna da benzemez. O günden sonra durgun suları sevemez, seyrinde bile yorulur.

O nehrin sularında kulaç atamaz, soluklanamaz, kenarına oturup ayaklarını suyuna salıp serinleyemez. Üstüne kurulan köprülerden geçer. Onu besleyen kanallara kurulan suların kenarlarına oturur, barajlarında feribotlarla seyahat eder ve hep o nehrin akışını seyreder. Yeşilini, grisini, mavisini, mavide coşan, taşan beyaz köpüklü görünümlerini seyreder ve hiç unutmaz. Unutamaz. Dünya nehirleriyle söyleşir, bir tek onunla buluşup söyleşemediğine yanar. Ona bir türlü derdini anlatamaz.  

Uzun yıllar Anadolu’da on iki şehri geçen nehirle geçer. Türküleri, dansları, inanç ritüellerini konuk olur seyreyler. Köprüler tanır. Birinin adını hiç unutmaz. O Kömürhan Köprüsü’nün görkemini, dağların arasında nazlı nazlı akan nehri yine seyreder. Bu kadar seyir canına tak eder. Bir gün o kutsal nehrin kenarında oturur, bir gösterinin kutsallığında erir...

Turnalar semahının seyrine dalıp kaybolur. Kadını ve erkeği bu topraklarda aynı inançsal eylemde görmek, ayla güneşin tutulması gibi gelir. Kadın-erkek önce ak saçlı, aksakallı bir pirin önünde niyaz eder. Sonra ak saçlı, aksakallı pir, telli kuranın teline dokunur. Kadın-erkek turnalar misali döner ha döner. Konar, göçer, dinginliğe yakın sonlanan semahta niyazı bu kez kadının omzuna yapar.

Turnalar semahına vurulur...

Sözleri büyük Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın olan turna semahlarına vurulmaz mı insan?

Sonra pir, bir dinlenme ânında; “Bu izlediğiniz sadece iki turna semahı; aslında birkaç turna semahı var. Bizim öğretimizde turna kuşunun özel bir yeri vardır. İnanç önderimiz ile turna kuşu arasında bir ilişkinin olduğu varsayılır. Turna semahı, turna kuşunun figürlerine dayanır. Hareketler; turnanın hareketlerine benzer. Yavaş ve olgundur...” der.

O günden sonra o nehrin geçtiği topraklara konargöçer. Kimi semah döner, kimi çan sesine koşar, kimi de ezan sesine kulak verir...

O nehirle oturup dertleşmek zor gelir. Anlatacağı öykünün hızı nehrin akışına uymaz. Nehir ve nehirler hep akar. Kendini bekleyen topraklara koşar gibidir. Oysa acılar koşar adım anlatılmaz ki. Her acının bir anlatımı, bir zaman dilimi vardır. Dertler de onun gibi akıp geçse zihinde yürekte diye düşler...

Dünyanın tüm nehirlerinde onu görür...

Onsuz olamaz...

O nehir yaralarının merhemidir...

İnsanlar da nehirler gibi yerelden evrensele akma mücadelesi verirler.

Buluşma noktası okyanus olanlar; menzile varanlardır...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi