ÇAMURDAN METAYA:BEATE KARLSSON

Giysiler dış dünyaya takındığımız ikinci derimiz. Bu kılıf ile bir tür mesaj kaygısı taşıyoruz. Kusurlarımızı örtmek, çekici olan yerlerimizi ön plana çıkarmak istiyoruz. Geçmiş yüzyılın moda tasarım anlayışı bu yönde şekillenmiştir. Daha ince, daha seksi gösteren giysilerden bahsediyorum. Yeni dünya estetiği ise kusurları ile barışık bir dünya.

Çağımızın en önemli film yönetmenlerinden Luis Bunuel, anılarını anlattığı kitabının bir yerlerinde, tekrarlardan nasıl da hoşlandığından bahseder. Örneğin bir eve giriş sahnesinin tekrar etmesi, aynı insanların tek bir filmde üç kez tanışıp tokalaşması gibi.. Ben tekrar sevmem. Geçmiş gitmişle uğraşmayı da sevmem. Geçmişteki bilgiyi deneyimi değerlendirmek, analiz etmek, ders çıkarmak bir yana. Tekrardan kast ettiğim, birebir aynı olanın yeniden, yeniden, aynı Bunuel’in söz ettiği gibi yaşanmasıdır; bu bende monotonluk hissi yaratır.

Ülkemizdeki yaratıcı üretim, yerinde sayıyor denilemez ama oldukça yavaş gelişim gösteriyor. Ağır ama emin adımlarla ilerleyen bir gelişimin dışında bolca da tekrar ediyor. Büyük bir imitasyon ülkesi gibiyiz. Dünyada yıllardır olup bitenin bizim coğrafyamızda yeni kabul edilmesi, en katlanamadığım durumlardan biri. Bu tavır gelişimin ve yaratıcılığın önündeki en büyük engel. Neden derseniz, yaratıcı aklı kolaycılığa yönelten, özgünlükten uzaklaştıran bir yaklaşım olduğundan derim. Fazla yorulmadan, irdelemeden, çabalamadan gelen kolay bir alkış,ne tasarımcıyı ne de onu tüketenleri geliştirir.

Yenilik hala çetrefilli bir kavram. Yeniliği gerçekten seviyor muyuz, doğal karşılıyor muyuz emin değilim. Tasarımcı eğer yeni bir şey sunar ise, çoğunlukla marjinal, avant gard, uyumsuz, işe yaramaz, boş işlerin peşinde koşan kişi konumuna yerleştirilir. Çoğunluğun beğenisine uygun bir üretim sunmadığında, tıpkı sanatçı gibi bir yalnızlaşma, dışlanma içerisinde bulur kendini. Bunun sonucu çoğu kez de ekonomik bir buhrandır.

Oysa global pazardaki yaratıcı üretim yeniliği bağrına basar. Bizim kültürümüzün tam tersine, tasarımcı yaratıcı bir birey olarak kabul edilmek için koşulsuz olarak özgün olmak zorundadır. Üretimleri yepyeni fikirler, malzemeler içermelidir. Tasarım tüketicisinin, ilgili pazarların karnı tekrar edilene karşı toktur. Eski olanı bile gündeme getirse, bunun getiriliş biçimi, hikayesi ve zamanlaması özgün olmalı, mutlaka yeni bir şeyler anlatabilmelidir kabul görmek için.

ÖZGÜNLÜK MÜCEDELE RUHU GEREKTİRİR

Tasarımcı, alıştığınız fikirleri değil, daha önce hiç karşılaşmadığınız fikirleri size sunan kişi olmalıdır. Onun aldığı eğitim ve yaşam felsefesi bunu desteklemelidir. Tasarımcı, kabul gören ve yükselen değerleri, eğilimleri alıp yorumlayan kişi değil, o eğilimleri yaratan, değerleri ortaya koyan, standartları belirleyen kişi olmalıdır. Biliyorum mücadele gerektiriyor, özellikle bizim coğrafyamızda.

Son dönemde, burada sözünü ettiklerimi bana düşündürten bir yaratıcı yönetmeni izliyorum. Moda dünyasının dev markaların yönetiminde gittikçe kartelleşen ortamında sunduğu yeniliklerle nasıl da sıyrılabildiğini hayranlıkla izliyorum. Bunu nasıl da ustalıkla, hicivle, yenilikçi malzemelerle yapabildiğini tek tek inceliyorum.

Moda dünyasının tekrara düşen klişelerini dize getiren bu ismi sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Beate Karlsson, henüz 27 yaşında İsveçli bir tasarımcı. Stokholm’de müzik ve sanat üzerine aldığı eğitimlerden sonra 19 yaşında New York’a gidiyor ve burada moda alanında kurslar alıyor.

Karlsson’un çamur ve silikon gibi malzemelere olan merakı ve bunlarla olan pratiği onu bugün duyulan bir isim haline getiren tasarım çizgisinde çok belirleyici. Karlsson’un tasarımları oyuncu, fantastik ve bir hayli ilginç. Elle şekil verilen çamurun ilkel ve kusurlu yüzeylerini, veya silikonun teknik olarak imkan verdiği tüm aykırılıkları bu tasarımlarda görmek mümkün.

STAJLARIN ÖNEMİ

Tasarımcının ismini ilk olarak sanatçı ikilisi Ida-Simon ile birlikte sunduğu giyilebilir Kim Kardashian Poposu ile duymuştum. Henüz 22 yaşında iken Vera Wang ve Karl Lagerfeld gibi markalarda staj yaparken, hayatında ne yapmak istediğini net olarak keşfettiğinden bahsediyor Beate. Stajların, insanların hayatlarında en az okul yılları kadar önemli olduğunu hep vurgularım. Bu nedenle on yıllardır her zaman benimle birlikte zaman geçirecek stajyerlerim olmuştur. Ben nerede ne iş yaptıysam bu güne dek sanırım 100den fazla genç de bunların bir kısmına tanıklık etti bugüne dek, kimi benden ve yaptıklarımdan nefret etti, kimi sonradan iş arkadaşım oldu, kimileri ile dostluklarımız devam etti; kimileri ardımdan bol bol dedikodumu yaptı, onlarcasından teşekkür mektupları aldığım oldu yıllar sonra.. Deneyimimiz ne olursa olsun, hayatlarında ne olmak veya ne olmamak istediklerini bu stajlar sayesinde keşfettiklerine eminim.  Bir meslekte başarılı olmak bir denge işidir. Özellikle bizimki gibi yaratıcı alanlarda çalışan herkesin pratiği, insan ilişkilerini ve teoriyi dengede tutması, sanıyorum başarıya giden yoldaki en önemli etkenler.

Karlsson’un moda devlerinin yanında yaptığı stajı da işte böyle, belki de bugünkü alaycı, esprili ama bir o kadar  özgün ve çığır açan stili bulmasına yardımcı olmuş.

Tasarımcı geçen yıldan bu yana Avavav isimli Floransalı markanın yaratıcı yönetmenliğini üstleniyor. Finger Feet isimli ayakkabı serisi bir hayli dikkat çekiyor. Hem sosyal medyada hem de Dazed, ID, Paper Mag gibi yayınlarda tasarımları yer alıyor.

DEĞİŞEN BEDEN ESTETİĞİ VE MODA

Bir moda tasarımcısı, beden silüetini değiştirebildiğince özgünleşiyor. Klasik estetik anlayışı bu değişimi kusursuzluk yönünde ele alıyor. Giysiler dış dünyaya takındığımız ikinci derimiz. Bu kılıf ile bir tür mesaj kaygısı taşıyoruz. Kusurlarımızı örtmek, çekici olan yerlerimizi ön plana çıkarmak istiyoruz. Geçmiş yüzyılın moda tasarım anlayışı bu yönde şekillenmiştir. Daha ince, daha seksi gösteren giysilerden bahsediyorum. Yeni dünya estetiği ise kusurları ile barışık bir dünya. Daha önce beden üzerinde özellikle distorsiyon yaratan farklı bir moda tasarımcısını bu sayfalara taşımıştım. Karlsson da benzer bir anlayışla bedenin silüetini değiştiriyor. Bunu yaparken mevcut bedenin oranlarını bozuyor, uzatıyor, çekiştiriyor. Renkleri, dağılımı ile alışmadığımız bir bedensel kılıf sunuyor.

Temel olarak lateks ve kumaş malzemeleri harmanladığı bu tasarımlar, renkli bir rüya, mutlu bir fantezi dünyası öneriyor. Bir yandan da rave, erotizm gibi ikonik kavramlardan geri durmuyor ortaya çıkanların algısı.

İsveçli tasarımcı, dönüşüm ile de yakından ilgili. Yaratıcı yönetmenliğini üstlendiği Avavav için, ünlü markaların artığı olan malzemeleri kullanıyor. Bu da dönüşüm için yeni ve yaratıcı bir bakış açısı. Bu markadan aldığınız bir giysinin etiketinde %20 yün % 80 polyester yerine, %20 Fendi, % 30 Burberry gibi bir karışım sunuluyor. Bir bakıma çöpü, hazineye dönüştüren Felsefeyi Beate de benimsiyor böylece.

Tasarımcının farklı bakış açısı, yeni sezon defilelerinin her gün önümüze çıktığı bu günlerde onun sunduğu podyum şovu ile de ortaya çıkıyor. Avavav’ın mankenlerinin herbiri alımlı alımlı yürürken ağır çekim nefis birer düşüş ile sunuyor giysileri. Bana göre oldukça şiirsel çekimler, bir o kadar da farklı.

Tasarımcının çamur malzemeye olan tutkusu ile şekillenen tasarımları, son olarak meta-alem de de yerini aldı.

Geçtiğimiz şubat ayında ilk kez düzenlenen sanal moda haftası Paris Moda Haftası ile eş zamanlı olarak gerçekleşmişti. Metaverse platformu Decentraland tarafından düzenlenen bu  sanal moda haftasına özel bir koleksiyon sunan Avavav, tasarımcının oldukça aykırı ayakkabılarına ve tasarımlarına yer vermişti. Karlsson, bu koleksiyon ile tam da meta alemin hakkını veriyor ve dijital ortamın gerçek yaşamda imkan bulunmayan yaratımlar için eşsiz bir olanak olduğundan söz ediyor. Kendini tekrar etmek istemeyen bir tasarımcı zaten tam da bunu isterdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi