Kim korkar yapay zekâdan?

Yapay zekâ gündelik hayatımıza girdi girmesine, insanlar bununla kendilerine yeni eğlence alanları oluşturmaya da başladılar ama beni çok rahatsız eden bir soru var. Daha doğrusu insanların yapay zekâ karşısında duydukları endişe. Görüyorum ki pek çok insan aslında çok uzun zamandır çeşitli kılıklarda karşısına çıkmış olan (Siri, Google, sosyal medya algoritmaları vs.) ama şimdilerde çok daha yakın ve birebir ilişki kurduğu bu yapay zekâdan korkuyor. Bu korkularını da “eyvah, biz şimdi işimizden mi olacağız?” sorusuyla dile getiriyor.

Son zamanlarda her yerde yapay zekâ üzerine yazılıyor, herkes onun üzerine konuşuyor. Geçmişi oldukça eski ama özellikle bugünlerde çok popüler. Çünkü artık tam anlamıyla elimizin altında ve onunla muhabbet edebiliyoruz. Yine bir yapay zekâ ürünü olan Apple’ın sesle komut alan kişisel asistanı ‘Siri’ de ilk çıktığında çok popüler olmuştu. Ama onun popülaritesi bir hafta, bilemediniz on gün sürmüştü ülkemizde. Türk insanın Siri’yle imtihanı biraz tuhaftı. Çoğumuz ona talimat verip bir şeyler isteyeceğimize ona küfretmeyi ve verdiği nazik cevaplarla alay etmeyi tercih etmiştik. Hâl böyle olunca da zavallı Siri’nin ülkedeki popülaritesi küfür içerikli kelime haznemiz tükendiğinde (aslında oldukça yaratıcıyızdır bu konuda ama) bitti. Belki de Siri, küfürlerimize hakettiğimiz şekilde “ben de senin…” diye başlayan edepsiz karşılıkları vermediği ve bizi nezakete davet ettiği için kısa sürede sıkıldık ondan. Bugünlerde Chat GPT ne türden küfürlü tacizlere maruz kalıyor acaba? Onunla yeni başlayan ‘ana-avrat’ muhabbetimiz ne kadar sürecek dersiniz?

İnsanlık olarak teknolojiyle olan ilişkimizde sinkaflı iletişimden çok daha ciddi boyutlar var elbette. Özellikle gündelik hayat pratiğimizin içine girmiş, şimdilik en gelişmiş teknoloji olarak kabul edebileceğimiz yapay zekânın sorgulanması önemli. Önemli, çünkü bu sorgulama aslında yeni ‘ben’in de sorgulaması olacak. Evet… İnsanın kendi icadı karşısında kendini yeniden tanımlamasından bahsediyorum.

ZEKÂ VE AKIL FARKLI MI?

İki hafta önceki yazımda akıl biçimlerinden bahsetmiştim dilim döndüğünce. O yazının sonunda da bir sonraki yazının ‘yapay zekâ’ ile ilgili olacağını söylemiştim. Neden ve nasıl sorularının arasındaki farka değinerek neden sorusunun theoria (teorik akıl), nasıl sorusunun ise poiesis ve praksis (yaratıcı akıl ve pratik akıl) alanlarına ait olduğundan bahsetmiştim. O ünlü şehir efsanesinde neden sorusuna neden olmasın diye cevap veren felsefe öğrencisinin zekice ama akıllıca olmayan bir cevap verdiğinden bahsetmiştim. Demek ki (en azından benim iddiam odur ki) zekâ ve akıl farklı kavramlar. Bunların birbirlerinden farkını basitçe anlatacak olursak, zekâ insana verili bir yetenektir. Tıpkı sanata, konuşmaya, ne bileyim futbol oynamaya yetenekli olmak gibi. Tanrı, doğa, ebeveynlerden gelen genler… Hangisine inanıyorsanız onun tarafından verilmiş bir yetenek. TDK bu kelime için şu tanımı yapıyor: “İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamı, anlak, dirayet, zeyreklik, feraset.”

Tabii bu sadece bir sözlük tanımı, kelimenin yüzeysel anlamı. Oysa zekâya bir kavram olarak baktığımızda onu bilimsel ve felsefî açıdan yeniden tanımlamak gerekir ve elbette işin içerisine felsefe girdiğinde pek çok insan için işler karışmaya başlar. Bir kere felsefede herhangi bir kavram için öyle tek bir tanım bulmanız çok olası değil. Pek çok felsefî alanda felsefeci, bu kavramı da kendi düşünce sistemi açısından tanımlamış. Örneğin Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Ansiklopedisi’ne bakarsanız zekâyla eş anlamlı kullanılan anlak maddesinde göreceksiniz ki bu kavram bilgi kuramında (epistemoloji) ‘bilme yetisi’, ahlâk kuramında (etik) ‘yeni duyumlara bilinçli olarak uyma yeteneği’ olarak tanımlanmış. Metafizikte ise Leibniz ‘özdeksel varlıkları kavrama yetisi’, Malebranche ‘inan gerçeklerini anlama yetisi’, Bergson ise içgüdü ve sezginin karşıtı olarak ‘bilerek etkin olma yetisi’ olarak tanımlamış. Hepsi de farklı tanımlar… Ama yine de hepsinin ortak bir noktası var. O da zekânın bir yeti, yani yetenek olduğu.

Akıl ise pek çok filozof için zekâdan çok daha üstün bir şeydir. Örneğin Aristoteles için evrensel bir kavramdır ve onu Tanrı ile özdeşleştirmiştir bile diyebiliriz. Onun için Tanrı, kendi kendini düşünen bir düşüncedir. Canlılar arasında sadece insanda olan bu özellik, Tanrı’da en mükemmel halinde vardır, hatta bizzat Tanrı’dır. Kant için akıl da zekâ gibi bir yetenektir ama zekâdan üstün, duyuları biraraya getirerek anlamlı hâle getiren bir yetenektir. Tabii bu filozofların bahsettikleri zekâ ve akıl doğal birer yeti. Oysa biz yapay bir zekâdan, yani insan yapımı, kültürel bir aletten bahsediyoruz. Bütün tartışma da bu insan yapımı bu yapay aletin organik yapıdaki insanın yerini alıp alamayacağı hakkında.

ZİHİN FELSEFESİ

Bu konudaki tartışmayı biraz daha derinleştirmek için aslında zihin felsefesi üzerinden değerlendirmeler yapmak en doğrusu. Ama sormamız gereken ilk soru şu bence. Felsefede en temel görüşler olarak saydığımız düşünceler bugünkü yapay zekâ kavramını sorgulamak için yeterli mi? Platon, Aristoteles, Descartes, Kant, Husserl… Zihnin ne olduğunu araştıran, bunun üzerine neredeyse hayatlarını adamış isimler. Tabii ki onların kurdukları kavramsal altyapı bugünkü problemleri (buna yapay zekâ da dahil) tartışabilmemiz için çok önemli. Ancak her alanda olduğu gibi felsefede de yenilikler var. Felsefe sadece kendi içinde ürettiği kavramlar üzerine değil, bilimin ürettikleri üzerine de düşünür. Hatta benin daha önceki yazılarımda da iddia ettiğim üzere o yeni kavram bilim tarafından ortaya konulmuş olsa bile yaratılmak için felsefî düşünme sürecine muhtaçtır. Bu anlamda yapay zekâ elbette felsefenin de konusudur, hatta belki de bugünlerde ilgilenmesi gereken en önemli konudur. Bu anlamda felsefî düşüncelerin temelini oluşturan filozofların kavramlarından da yararlanarak, yeni dünyada yeni şeyler söylemek, yeni düşünce sistemleri inşa etmek felsefe için bir zorunluluktur.

John Searle hatta dil felsefesinin önemli isimlerinden olması nedeniyle kısmen de olsa Noam Chomsky bu alanda düşünen, üreten insanlar. Searl’ün Brains and Programs, The Rediscovery of The Mind, Philosophy in a New Century gibi pek çok eseri işte bu yeni düşünce dünyasını anlamak, yapay zekâ ile ilgili felsefî fikirleri takip etmek çısından önemli. Bu felsefî fikirlerin ayrıntılarına burada girmeyeceğim. Ama gelin biz de biraz zihin egzersizleri yapalım bu konuda.

EYVAH! YAPAY ZEKÂ BENDEN DAHA ZEKİ

Yapay zekâ gündelik hayatımıza girdi girmesine, insanlar bununla kendilerine yeni eğlence alanları oluşturmaya da başladılar ama beni çok rahatsız eden bir soru var. Daha doğrusu insanların yapay zekâ karşısında duydukları endişe. Görüyorum ki pek çok insan aslında çok uzun zamandır çeşitli kılıklarda karşısına çıkmış olan (Siri, Google, sosyal medya algoritmaları vs.) ama şimdilerde çok daha yakın ve birebir ilişki kurduğu bu yapay zekâdan korkuyor. Bu korkularını da “eyvah, biz şimdi işimizden mi olacağız?” sorusuyla dile getiriyor. Yapay zekâya makale yazdırdığını iddia edenleri, yapay zekâyı adeta fırça ve boya gibi kullanarak illüstrasyon yapanları gördükçe endişeleniyorlar. Sanıyorlar ki gelecekte akademisyenlere, sanatçılara bile gerek kalmayacaksa kendileri iyice ıskartaya çıkacaklar. Bu endişeler size de garip gelmiyor mu? Hesap makinesi icat edildiğinde, bilgisayar hayatımıza girdiğinde o teknolojilerden korkmak gibi yersiz bir şey bu.

1800’lerde hayatını at arabası sürerek kazanan bie insanı düşünün. Haber geliyor “otomobil diye bir şey icat edilmiş” diye. Adam da diyor ki “eyvah, ne yapacağız şimdi, ekmeğimizden olacağız..” Şimdi bu çağını anlayamamak değil de nedir? Neden insanın aklına hemen “eyvah işsiz kalacağım” sözü geliyor? Yahu kardeşim ağlayıp dövüneceğine gidip otomobil kullanmayı öğrensene. İnsan, aslında kendi işini geliştiren bir icada sevineceği yerde neden üzülür ve o icattan korkar? Çünkü bir anda kendi yetersizliğiyle yüzleşir. İşte bu yetersizlik duygusu onu yenilikten, değişimden, gelişimden uzak tutar. Hemen kendine gelip silkinmezse ve yaşadığı çağa ayak uyduramazsa o icat değil ama kendisi, kendi kendini siler dünyadan. Şimdi kime ait olduğunu hatırlayamadığım şahane bir tweet gördüm geçenlerde. Şöyle yazıyordu tweet’te: “Yapay zekâ değil ama emin olun yapay zekâ kullanmayı bilen biri sizin yerinizi alacaktır.” Ne kadar doğru bir tespit.

YAPAY ZEKÂ AKILLI MI?

Bu tür korkuları çok fazla ciddiye almamakla birlikte yine de sorular sormaya devam edelim yapay zekâya. Madem zekâ bir yetenek, o halde geliştirilebilir. Kendimizde var olan bu doğal yeteneği geliştirebildiğimiz gibi yapay olanını da geliştirebilir, hatta kendi kendini geliştirecek programlamaları yapabiliriz. Ama dikkat edin “programlamaları yapabiliriz” dedim. Yani yapay zekâ, her ne kadar kendi kendini geliştirebilecek olsa da insanî dokunuşlara muhtaç.

Sonuç olarak verileri toplayan ve ihtiyacımız olduğunda bize o verileri belli bir düzen içerisinde de geri veren bir mekanizmadan bahsediyoruz. Evet, bunu bizden çok daha hızlı ve çok daha yanlışsız yapıyor ama o kadar. Yani bir insanın, hatta belki de bütün inanlığın sahip olamayacağı devasa bir bir hafızaya ve bunları işleyerek bize anlamlı bir şekilde sunabilen bir yeteneğe sahip. Ama bu yeteneğe akıl demek ne kadar mümkün? Yapay zekânın aklı yürüttüğünü, yani düşündüğünü, buna bağlı olarak da özgün fikirler ürettiğini söyleyebilir miyiz? Söylediği şeyler bize anlamlı gelebilir ama kendisi için bir anlam ifade ediyor mu? Bir anlamda zekâsı yerinde maşallah ama ya bilinç? Bilinci var mı? Diyelim ki insan gibi düşünmeyi de öğrendi. Sonuçta insanı taklit eden bir sistemden bahsediyoruz. Hadi insanın duygularını da taklit etti diyelim. Ama bu, taklitten öteye gidebilir mi? Gerçekten duyguları olabilir mi? Üzerine yerleştirilen sensörler sayesinde duyuları var. Yani görebilir, duyabilir, koklayabilir, hatta dokunma ve tat alma duyularını bile taklit etme programlarıyla algılayabilir. Hatta bizim şüphe ettiğimiz ve duyularımız bizi yanıltabilir dediğimiz durum onun için geçerli bile olmayabilir. Peki gerçekten algılayabilir mi? Taklit ederek bunu yaptı diyelim… Kimi taklit edecek? En mükemmeli mi? Yani duyularımız görece ya. Bir sıcaklığı hepimiz farklı algılayabiliyor, bir rengi farklı tonlarda görüyor, br sesi farklı şiddetlerde işitiyoruz. O böylesi bir görece dünyaya sahip olabilir mi? Ahlâkî kuralları birer veri olarak ona yüklediğinizde hepimizden daha ahlâklı bile olabilir. Ama ona vicdan da yükleyebilir miyiz?

Bu ve benzeri sorulacak o kadar çok soru var ki, hepsini sormaya, kendimizce de cevaplamaya kalksak sayfalar yetmez. Bu yüzden bunları ve benzeri pek çok soruyu haftaya bırakalım ve yapay zekâ konusunu sadece bir teknolojik mesele olmanın dışında, ucundan kıyısından da olsa felsefî olarak tartışmaya devam edelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi