Ahlak mı Etik mi?

“Bu da nasıl bir başlık böyle? İkisi de bir ve aynı şey değil mi?” diyenler olabilir. Böyle düşünenler kısmen haklılar, çünkü çoğu zaman (özellikle gündelik dilde) bu ikisi eşanlamlı olarak kullanılıyor. Hatta bu kavramların esas uzmanı diyebileceğimiz bazı filozoflar bile ikisinin bir ve aynı şeyi ifade ettiği düşüncesiyle, onları birbirinin yerine kullanabiliyor. Ancak her ne kadar benzer anlamları ifade etseler de aralarında önemli bir nüans (küçük fark) var. Zaten gündelik dilde de eşanlamı kullanılmaları, aralarında anlam bakımından bir uçurum değil de bir nüans olmasından kaynaklanıyor.

 

Neyse… Girizgâhı fazla uzatmadan konumuzu anlamaya girişelim. Yazı için böyle bir başlık kullandığıma göre, çok açık ki bu iki kavram arasında bir fark olduğu görüşündeyim. Bu farkı ifade edebilmek için de öncelikle örneklerle başlamak istiyorum. Sonra bu örnekler üzerinden kavramsal bir tanımlama yapmaya çalışırız.

 

Ahlak ve etik arasındaki tanımsal ilişki tıpkı sağlıkla tıbbın, hukukla adaletin birbirleriyle olan ilişkisi gibidir. Yani anlam açısından hem çok yakın hem de farklı kavramlar. İkinciler (etik, tıp, adalet) kendi konularının teorik bilgilerini üreten inceleme alanlarını, birinciler ise (ahlak, sağlık, hukuk) bu alanların pratik uygulamalarını temsil eder. Tıp sağlığın bilimi, adalet hukukun dayandığı ve amaçladığı kavram, etik de ahlakın felsefesi. İkinciler evrensel bilgi, birinciler ise yerel uygulamalardır.

YEREL VE EVRENSEL

Aradaki farkı ortaya koymaya çalışırken karşımıza yerel ve evrensel diye iki kavram daha çıktı. Madem derdimizi anlamak için bu iki temel kavramla karşılaştık, öyleyse bunları da kendi meselemiz bağlamında tanımlamak gerek.

 

Tabii bizim bağlamımızdaki evrenselliği a priori (deneye ihtiyaç duymayan) bilgiyle bir tutmamak gerek. Elbette esas evrensel olan bilgiler onlardır. Yani matematik, geometri gibi alanlara dair bilgiler. Öyle ya… 2x2 evrenin her yerinde ve her zaman 4 eder. Ya da bir üçgenin iç açılarının toplamı, her zaman ve her yerde 180°’dir. Bunlar hiçbir koşulda değişmezler, çünkü deneyimleyebilmenize rağmen, deneye dayanmayan, deneyden kaynaklanmayan bilgilerdir.

 

a posteriori (deneye ihtiyaç duyan) bilgilerin ise matematik ya da geometriye dair bilgiler kadar değişmez ‘evrensel’ bilgiler olduğunu söyleyemeyiz. Ancak yine de deneyimle gelen bilgileri ‘evrensel’ (tümel) bir bilgiye dönüştürme çabaları vardır. İşte bunlar bilimsel ve felsefî çabalardır. Bunlara daha geniş anlamda teorik aklın çabaları da diyebiliriz.

 

Matematik ve geometrinin dışındaki bu bilimsel ve felsefî evrensellik arayışının amacı, pratikte gördüğümüz doğal ve insanî eylemlerin ilkelerini ortaya koyabilmektir. Çünkü ancak bu ilkeler sayesinde işleyişi açıklayabiliyor ve bir kısmını anlamlandırabiliyoruz. İşte bu noktadan hareketle ‘evrensel’ kavramını ‘yerel’ olanın ilkelerinin belirlendiği alan olarak adlandırabiliriz. Yine buradan hareketle ‘yerel’ olanın zamana, mekâna, bakış açısına kısacası şartlara göre çeşitlenen, değişen işleyişler ya da eylemler; ‘evrensel’ olanın da az önce sıraladığımız şartlara göre değişmeyen ilkeler olduğunu söyleyebiliriz.

AHLAK YEREL, ETİK EVRENSELDİR

Kendi bağlamımız için gerekli olan, yerel ve evrensel tanımını da ortaya koyduktan sonra, gelin şimdi baştaki örneklerimize geri dönelim. Üstelik tekil bir olayı, örnek olarak verdiğimiz üç alan üzerinden değerlendirelim. Tabii bu değerlendirme sırasında herhangi bir ahlakî yargıda bulunmayacağımı söylemek isterim. Sadece tekil bir vaka üzerinden bazı tespitlerde bulunmaya çalışacağım.

 

Öncelikle hem tıp hem etik hem de adalet kavramlarıyla ilgili, dolayısıyla sağlık, ahlak ve hukuk alanlarını ilgilendiren bir örnek bulalım kendimize… Kürtaja ne dersiniz?

 

İlk olarak tıp ve sağlık açısından değerlendirelim kürtaj meselesini… Bir hamilelik düşünün. Tahliller sonucunda ortaya çıkan veriler şöyle: Ceninin sağlıksız, doğum gerçekleşirse bebek ya kısa bir süre sonra hayatını kaybedecek ya da en iyi ihtimalle yaşamına zihinsel engelli bir birey olarak devam edecek. Üstelik hamilelik süreci de oldukça riskli. Çünkü anne adayı 40 yaşın üzerinde ve doğuştan gelen bir kalp rahatsızlığı var. Hem bebek hem de anne sağlıksız olduğu için, gebelik sürecinde ya da doğum sırasında yüksek bir olasılıkla ikisini de kaybedeceğiz.

 

Tıp insanın dünyaya geliş olgusunu nasıl açıklar? Öncelikle bunun ön şartı olan gebeliği tanımlar. Der ki gebelik, kadının yumurtalıklarından atılmış yumurtanın erkekten gelen sperm ile döllenmesi sonucu fetüs meydana gelir. Yaklaşık dokuz aylık bir süreç sonunda da olgunlaşan fetüs, bir insan yavrusu olarak doğar. Tarifini yaptığımız bu süreç, gebelik sonucunda bir insanın dünyaya gelmesinin ilkelerini ortaya koyuyor. Tabii tıp bilimi yeni verilerle yeni bilgiler üretirse, bu ilkeler de değişebilir. Peki şu anda evrensel bilgi olarak kabul ettiğimiz bu ilkeler, bizim örneğimizdeki fetüs ve anne adayı için geçerli mi? Tıbben geçerli de sağlık açısından durum pek öyle görünmüyor. Anne adayının ve fetüsün özel koşulları, tıbbın ortaya koyduğu evrensel ilkenin dışında kalıyor. İşte bu özel koşullar, bizim yerel diye adlandırdığımız alana giriyor. Peki bu yerel koşullar dahilinde, doktor çocuğun hayatını kaybetme ya da zihinsel engelli doğma riskiyle birlikte annenin hayatını kaybetme riskini göz önünde bulundurarak kürtaj önerirse, tıbbi açıdan yanlış bir görüş mü beyan etmiş olur? Bunu bir hekimin cevaplaması en doğrusu, ama ben yine de sezgilerimle cevap vereyim… Hayır. Karşısındaki insanların sağlığını (yerel koşulları) gözettiği için tıbbın evrensel ilkesinin tanımladığı süreci yarıda kesmeyi önermiş olur. Bir anlamda bu durumda kürtaj, tıbbın evrensel ilkesinin işlemesini durduran ama sağlık açısından doğru bir karar olabilir.

 

Mesele doğa bilimleri tarafından incelendiğinde sorun kısmen kolay bir şekilde sonuca bağlanabiliyor. Ancak aynı örneği adalet ve etik tarafından, yani insan icadı kavramlar açısından incelediğimizde işler karışmaya başlıyor.

 

Bu örnek, adalet kavramı karşısında nasıl bir şekle bürünüyor? Adalet, bir ilke olarak herkesin yaşam hakkına sahip olduğunu söyler. Öyleyse henüz dünyaya gelmemiş olsa da dünyaya gelir gelmez ölme ya da engelli yaşama riski olsa da bu bebeğin bir adalet ilkesi olarak yaşam hakkı vardır. Peki bu ilke anne için de geçerli değil mi? Onun da ilke olarak yaşam hakkı yok mu? Var elbette. Evrensel ilkeleri belirlemiş olan adalet, her ikisinin de bu hakka sahip olduğunu söylüyor. Anne adayı bu gebeliğin hem çocuğun hem de kendisinin sağlığı açısından riskli olduğunu anlayıp kürtaja karar verirse, bir diğer yerel alan olan hukuk bu konuda nasıl davranacak? İşte bu noktada hukuk yerel olduğu için, yani zamana, mekâna ve şartlara göre değişiklik gösterdiği için, yasal olarak kürtaj hakkı olan bir ülkede bu operasyona izin verecek ama yasal olarak insanlara kürtaj hakkı verilmeyen bir ülkede operasyona izin vermeyecek. Gördüğünüz gibi evrensel dediğimiz adalet ilkesi de yerelde işlememe ihtimaliyle karşı karşıya. Bir başka deyişle bu durumda kürtaj, hukuken doğru ama adil bir karar olmayabilir.

 

Aynı örnek etik alanında da benzer bir şekilde sonuçlanacak. Evrensel etik kuralı da tıpkı adalet gibi insanın yaşam hakkının olduğunu söyleyecek. Zaten adalet, etik alanına dair bir kavram olduğu için, bu ikisinin ilke bazında uyuşması kaçınılmaz. Peki, aynı örnek etik ve ahlak açısından nasıl bir değerlendirmeye tabi tutulabilir? Dedik ya, etiğin evrensel kuralları gereği her canlının yaşam hakkı vardır. Ancak burada hem anne adayının hem de fetüsün sağlık durumu göz önüne alındığında, anne adayının kürtaj yaptırmaya karar vermesi evrensel bir etik kuralını çiğniyor olmasına rağmen ahlakî açıdan bir problem teşkil eder mi? İşte işler burada iyice karışır. Bazıları bu kürtaj kararının ahlakî olarak bir sorun olmadığına, bazıları ise her şeye rağmen bu olayda kürtajın ahlakî bir problem olduğuna hükmedebilir. Etiğin evrensel kurallarını çiğneyen bu karar; yerel olan, zamana, mekâna ve kişiye göre değişebilen değer yargılarını ifade eden ahlak açısından sorunsuz kabul edilebilir.

ESAS SORUMUZ NEYDİ?

Örneğimize fazla dalınca kavramsal sorumuzun cevabına ulaşmak biraz zaman aldı. Ancak yukarıdaki örneklerin, etik ve ahlak arasındaki farkı pratik akıl açısından netleştirdiğini düşünüyorum. Bu örneklerin sonucuna baktığımızda da yapabileceğimiz ayrım çok net. Ahlak, zamandan zamana, mekândan mekâna, toplumdan topluma, kişiden kişiye değişebilen, sana göresi, bana göresi olabilen davranış biçimleri ve kurallarıdır. Yani pratik hayatla, eylemle ilgilidir. Etik ise bu davranış biçimleri ve kuralları inceleyen, onları evrensel ilkelere bağlamak niyetinde olan bir disiplindir. Bir başka deyişle etik, ahlakın teorisini ortaya koymaya çalışan felsefî bir düşünme alanıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi