SAĞLIK VE IŞIK

İklim krizi ve çevresel sorunlar sebebi ile kentsel, mimari ve mekânsal tasarımda ideali arayan ve bu doğrultuda pek çok sertifikasyon programı ile ölçütler belirleyen yapı dünyası, çok kısa bir süre içinde sirkadyen aydınlatmayı da bir lüks değil; bir standart olarak kabul edecek.

Bazı bilim insanları denge kavramını bilimsel bulmasa da evren denge demek. Felsefeden ekolojiye, mitolojiden teolojiye, pek çok düşünce, anlatı, yazı aslında bize dengeyi anlatır. Denge kavramının mistik dünyada bulduğu yoğun ilgi,  sanırım buna karşı çıkan bilim insanlarını asıl en çok rahatsız eden. Bunun için evrenin statik değil dinamik olduğunu, bir tür yuvarlanarak akıp giden bir kavram olduğunu,  tezlerini desteklemek için öne sürüyorlar. Dinamik ve akışta olmak, genleşmek, gelişmek, dengesiz olmak anlamına gelmiyor oysa. Asıl maharet galiba, tüm bu dinamizm içinde dengeyi koruyabilmek.

İnsanlığın bugüne dek beceremediği buydu. Büyürken, gelişirken dengeyi sağlayamadı. Doğanın dengesini, şehrin dengesini, kendi dengesini koruyamadı. Altındaki spor arabanın beygir gücüne kapılan ve sonra da direksiyon hakimiyetini yitirerek sağı solu yıkıp parçalayan bir andropoz ruh haliydi yaşanan. (Bana hep ironik gelir bu beygir gücü ifadesi, size de gelmez mi? Ampullerin kaç mumluk ampul olduğunun belirtilmesi gibi!Ah eski dünyadan kopamayan yeni dünya !) Oysa, denge bu flux içinde de gerekliydi. Şimdi, belki biraz bunu hatırlamaya, sağlamaya çalışıyoruz.

Doğu öğretisinin denge anlayışı, bugün kendine tüm alanlarda pazarlanmak üzere büyük yer bulabilen bir kavram. Köklü doğu mistisizmi, bu anlayış için doğadan esinlenmiş. Pek çok farklı alanda,kültürel farklar ne olursa olsun, kavramları sadeleştirerek öze doğru yolculuk ettiğinizde gele gele çarptığınız basit birkaç öğe var: Dünyanın güneş etrafındaki ve kendi etrafındaki hareketi. Yani gece ve gündüz. Yani gün doğumu ve batımı. Yani karanlık ve aydınlık. İklimler, mevsimler, gel-git’ler veya doğum, ölüm, hasat…. Hayatımızdaki her şey o büyük ateş topu ile ilintili. Ondan bize ulaşan her bir ince ışık hüzmesi kadar da kırılgan yaşam. Işık evrenin tek dengesi.

IŞIK, EVRENİN DENGESİ

Güneş battıktan sonra ortalığı saran gece karanlığında savunmasız insanların korkularını bastırmak için veya vahşi hayvanları uzaklaştırmak üzere çıkardıkları seslerle, yaptıkları danslarla şekillenen ritüellerin, bunların birer dine dönüşmesinin, bu inanışlardan ortaya çıkan yapıların, eşyaların, sonra ateşin, sonra ateş ile gelen tüm gelişmelerin ardında hep gece ve gündüz, karanlık ve aydınlık var. İnsanlığın yüzyıllardır yarattığı hemen her şeyin ortasında, berisinde, gerisinde hep aydınlık ve karanlık, gece ve gündüz, ışık, yani güneş var. Sanat eserleri, edebiyat, film, kent. mimarlık, psikoloji, hata sosyoloji özünde bir yerlerde hep ışığa ve karanlığa değiyor. Hayatlarımız gece ve gündüz arasında yuvarlanıyor. Evet, dinamik bir biçimde, evet belki gelişerek, büyüyerek, etkileşerek. Ama hep gece oluyor, sonra hep güneş doğuyor. Evrenin sonsuz dengesi aslında sadece ışık.

Ateşin bulunması pek çok bakımdan bildiğimiz anlamdaki medeniyetin başlangıcı. Ateş, avlanma ve beslenme alışkanlıklarımızı değiştirdiği gibi, bizi daha uzun zaman uykusuz tutmaya yaradı. Karanlıkta evlerine çekilen topluluklar, balık yağları ile yanan sokak lambaları ile geceleri de sokağa çıkmaya başladı. Gece aydınlatılabilen üretim tesisleri, karanlıkta da durmadı. Matbaalar geceleri baskı yapabildi. Yolculuklar için yollar daha güvenli hale geldi. Birileri uyurken, başkaları sürekli çalışıp, sürekli devinip durdu.

İnsan dinamizmin ta kendisi. İçinde onca çarpışan parçacıkları ile bu varlığın durulmasını, dinginleşmesini beklemek bana anlamsız geliyor. Diğer yandan dengesini kaybedip savrulması değil olması gereken; direksiyon hakimiyetini hiç kaybetmeyecek kaslarını, odağını, algılarını sağlam tutması gerekli.

İnsan ve yaşamı geliştikçe, teknoloji ve yapılı çevresi de ona eşlik ediyor. Kullandığımız mekanlar, kentler, içlerindeki donatılar gelişiyor. Yapay ışık endüstrisi bunlardan sadece biri. Artık tarım için, yaşantımızı sürdürmek için güneşe bağımlı da değiliz pek çok bakımdan. Ne büyük gelişim! Güneşsizlikten korkmadığımız bir yerde Tanrılar olur muydu? Neyse konuyu dağıtmayacağım!

Yapay ışık, medeniyetimizin çok ama çok önemli bir parçası. Bugün için global pazarda 140 milyar dolarlık hacme koşan bir endüstriden bahsediyoruz. Bu endüstri içinde, yüksek ar-ge, dinamik bir teknoloji ve tasarım gücü barındırıyor. Bu endüstri, üretim tesislerini, yolları, köprüleri, kentleri, binaları, okulları, hastaneleri, bina cephelerini, mutfağınızı, oturma odanızı, otomobilinizi, mobil cihazınızı aydınlatıyor.İnsanlar artık ister gündüz ister gece olsun, yapay ışık altında yaşıyor ve çalışıyor.

Amerika’da yaşanan son finansal buhranlardan sonra geniş çaplı kalabalık ofislerdeki harcamaları denetleyen ve bunları minimize eden kuruluşlardan biri, bu ofislerin çalışanların sağlık harcamalarına büyük pay ayrıldığını fark etmiş. Bu harcamaların çoğunlukla ne için kullanıldığına derinleşen analistler, çalışanların çoğunlukla baş ağrısı, anksiyete, depresyon gibi sebeplerle kendilerini verimsiz hissettiklerini, şirketlerinin kendilerine verdiği sağlık haklarını ve izinlerini en çok bu alanlarda kullandıklarını ortaya çıkarmışlar. Çağdaş yaşamın çalışma kültüründe ciddi bir verimlilik bug’ı keşfedilmiş böylece.

SİRKADYEN RİTM VE SİRKADYEN AYDINLATMA

Geleneksel ofislerin, üretim tesislerinin, laboratuvarların, kısaca her türlü çalışma ortamının nasıl aydınlatıldığını bir düşünelim. Ortamına ve ekonomisine göre floresan ampuller, uzun veya kare….Raylar üzerine takılı spot aydınlatmalar. Sadece ofislerde değil, özellikle bizim kültürümüzde evde de çıplak floresan ampulü genel aydınlatma için yaygın olarak kullanılır. Burada dikkat çekmek istediğim yaşam alanlarımızda kullanılan yapay aydınlatmanın çeşidi, şekli veya ne olduğu değil onun ortama sağladığı ışığın rengi. Belki pek çoğumuz dikkat etmiyoruz ama evet ışığın da bir rengi var. RGB LED aydınlatma armatürleri ile sağlanan milyonlarca renklerden, geceleri yeşil aydınlatılan ağaçlardaki, havuzları daha mavi yapan mavi renkli ışıklardan da bahsetmiyorum.  Beyaz ışığın renginden bahsediyorum. Beyaz ışığın da bir rengi var ve bu rengin derecesi insanın sağlığı için yaşamsal önem taşıyor.

Amerika’daki dev şirketlerin risklerini -pardon fazla harcamalarını- araştıran bu araştırmacıların fark ettiği verimsizlik sorununun kaynağında bu ofislerin aydınlatma biçimlerinin olduğunun ortaya çıkması çok sürmüyor. Son dönemde biz aydınlatma dünyasında çalışan profesyonellerin dilinden eksik olmayan sirkadyen aydınlatma da böylece geleceğin yeni çalışma kültürünü temsil eden başlıca tasarım öğelerinden biri haline geliyor.

Sirkadyen aydınlatmayı anlamak için, insanın doğal yaşamına geri dönmemiz gerek. Gece ve gündüze. Denge, sadece evrenin işleyişindeki temel kavram değil. İnsanın bedeni için de vaz geçilmez bir unsur. Tüm biyoritmimiz denge üzerine kurulu. Bu dengenin bozulduğu her anda çeşitli sağlık sorunları ile karşılaşıyoruz.

İnsanın doğal biyoritmi, her canlı gibi güneşe, yani ışığa bağımlı. Bitkilerin fotosentez yapmasını sağlayan klorofil nasıl gün ışığı ile birbirine bağımlı ise, insanların hormonları da öyle. İnsan bedeni karmaşık bir tasarım olduğundan, hormon salınımları da diğer canlılara göre daha karmaşık ve ışığa daha hassas biçimde duyarlı.

Güneşin doğduğu andan, battığı ana kadar olan tüm ışık seviyelerinden etkileniyor hormonlarımız ve çeşitli fonksiyonlarımız da bu hormonlarla sağlanıyor.

Uyanmamızı sağlayan hormonlar sabahın ilk ışıkları ile harekete geçiyor… Güneşin ışıkları “gün ışığı” olarak bilinen ve içerisinde bol miktarda mavi ışık bulunan o en parlak ve güçlü hale geldiğinde enerji seviyemiz de en yüksek halini alıyor; bunu sağlayan yine hormonlarımız. En enerjisi bol, en odaklanma gücü yüksek olduğumuz saatler bunlar. Güneşli ve açık bir günde öğleden sonra 15:00 sularında güneş ışınlarının etkisi azalmaya başladığında bu enerji seviyesi de yavaş yavaş düşüyor. Gün batımı sarıdan kırmızıya dönen ışığı ile hormon saatimizi melatonin salgılamaya hazırlıyor. Sadece karanlıkta salgılanan melatonin hormonu ile bedenimiz enerji depolamak üzere uykuya geçebiliyor. Sağlıklı bir uyku sağlıklı bir yaşamın ilk gereksinimi. Bu uykunun süresi kadar niteliği de önemli. Bu bağlamda, nitelikli bir uykunun sadece karanlıkta olabildiğini de belirtmek gerekli. Gece ışık açık olarak uyumak, hormon salınımının dengesini bozuyor, mekanizmamızın aklını karıştırıyor.

Geceleri ekran başında geçirilen zamanın zararlarını pek çok yerde okumuşsunuzdur. Buradaki konu da ekranların yaydığı mavi ışık. Pek çok ortamda oldukça kötülenen bu ışık rengini de temize çıkarmak isterim. Harvard Health’te de yayınlandığı üzere mavi ışık zararlı değil; aksine enerji ve odaklanma seviyelerimiz için oldukça gerekli. Sadece bedenimizin bu ışığa maruz kalması gereken zaman aralığı, söz ettiğim gibi doğru olmalı. Gece dinlenmeye hazırlanan bedeni bu ışığa maruz bırakmak onun tüm algılarını aksine açık tutmak ve dengeyi bozmak demek.

Bedenimizin sirkadyen ritmi özetle böyle. Hormonlar bakımından çok daha fazlası ve karmaşık bir yapısı var elbette. Bulutlu, yağmurlu bir günde nasıl da enerjisiz ve isteksiz olduğumuzu, sarı güneş ışıkları altındaki aktivitemizi  düşünürsek, sirkadyen ritmi algılamak çok daha içgüdüsel bir hal alabilir.

Yapay aydınlatmada doğru yaklaşımları tasarımcılara ve kullanıcılara önerirken, her zaman bu fonksiyonları ve gereksinimleri  göz önünde bulunduruyor ve önerilerimizi buna göre yapıyoruz. Bu nedenle, örneğin zaten televizyonu veya ekranları açık tuttuğunuz oturma odalarında bir de tavana spot ışıklar takmanın yersizliğinden, yatak odalarındaki aydınlatmanın nasıl da sarı, turuncu ve kırmızı tonları olması gerektiğinden, aksiyon ve odaklanma gerektiren ofis ve okul gibi ortamlarda bu aydınlatmanın nasıl da doğal ışıktan ilham alması gerektiğinden söz ediyoruz daima.

Yeni çalışma ortamlarının aydınlatma kültürü sirkadyen aydınlatma dediğimiz, tümü ile bu ritmi göz önünde bulundurarak tasarlanan aydınlatmadan geçiyor. Günümüz otomasyon teknolojileri, genel aydınlatmadaki her bir armatürün ışık renginin ve şiddetinin belirlenen zaman dilimlerinden belirli düzeylerde yapılabilmesine imkan veriyor. Mekanik olarak değil; dijital olarak gün boyunca ışığın seviyesini, regini, geçişlerini  programlayabiliyoruz. Böylece çalışan insanlara veya öğrencilere, bulutlu ve karanlık bir günde de, öğlen saatlerinde olmaları gereken enerji düzeyini verip, akşamüstü saatlere doğru  biyolojik ritmimize uygun bir biçimde ışık rengini değiştirebiliyoruz. Hormonları evrenin kendi doğasında işleyen insanlarda, bunlara bağlı sağlık sorunları da böylece minimize oluyor. Yapılan bir araştırma, sirkadyen ritme göre aydınlatılan bir ofiste çalışan kişilerin geleneksel ofis ortamlarındaki çalışanlara göre %12-15 arası daha verimli olduklarını ıspatlamış.

Sirkadyen ritim alanındaki çalışma, 2017 yılında Nobel Psikoloji ve Tıp ödülüne layık görüldü. Jeffrey C. Hall, Micheal Rosbash ve Micheal W. Young, sirkadyen ritmi kontrol eden moleküler mekanizmaları inceleyen çalışmaları ile, doğanın dengesinin  bedenimizin iç saatindeki yansımasına ışık tuttular. 1971 yılından bu yana yayınlanan pek çok araştırma ışığında sonuca ulaşan bu çalışmada bilim insanlarının sunduğu en büyük fark, bu mekanizmaların zamanına ve süresine yönelik bulguların ortaya konmasıydı. Böylece gündemimize bilimsel olarak da yerleşen sirkadyen ritim ve bu ritmi tutturan ışık faktörü, sağlıklı bireyler olmamız adına büyük bir tasarım farkındalığı yaşamamızı da sağladı.

İklim krizi ve çevresel sorunlar sebebi ile kentsel, mimari ve mekânsal tasarımda ideali arayan ve bu doğrultuda pek çok sertifikasyon programı ile ölçütler belirleyen yapı dünyası, çok kısa bir süre içinde sirkadyen aydınlatmayı da bir lüks değil; bir standart olarak kabul edecek.

Peki ne mi yapmalıyız? Güneş doğduğunda uyanmalı, odak gerektiren tüm işlerimizi  öğlen saatleri civarında gerçekleştirmeliyiz. Öğleden hemen sonra enerjimizin en yüksek olduğu zamanlarda bu tür işlerimizi yapmalı, akşamüstüne doğru her bakımdan yavaşlamalıyız. Yapay ışık kullandığımız ortamlardaki ışık tercihlerimizi doğanın kendisini taklit edecek biçimde düşünmeli ve kullanmalıyız. Gece saatlerinde, uykudan önce ekran ışığından da fazla aydınlatılmış beyaz ışıklı ortamlardan da kaçınmalıyız. Marketten ampul alırken, gün ışığı yazan ampullerin beyaz (yani mavi ışık) veren ampuller olduğunu bilmeli, eğer gerekli değilse onun yerine sarı ışık yazanları tercih etmeliyiz. Daha az yorgun, daha az sinirli olmak için özellikle genel mekanlarda bu sarı ışık yayan ışık kaynaklarını daha çok kullanmalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi