Sandalye Ötesi

Dünyada en çok tasarlanan nesne nedir diye düşünülse sanırım yanıtı “sandalye” olur. Ben de döne döne sandalyeler hakkında yazarken buluyorum kendimi. İşte bunlardan bir yenisi ile karşınızdayım.

İnsanlığın soğuk kaya ve topraktan poposunu kurtarıp, “ yapılmış” veya “ bulunmuş” bir nesneye oturmasına dair ilk kayıtlar MÖ 50.000 yılını gösteriyor. Antik çağların tümünde oturma eylemini ve çeşitli oturma düzeneklerini görsek de, bildiğimiz anlamdaki  sandalyenin ilk kez MÖ 40.000 de Çin’de ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Uzmanlar pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da kesin bilgi etrafında uzlaşabilmiş değiller; Çin’e de Hindistan’daki tapınaklardan geldiğini söyleyenler var.

Emin olduğumuz tek şey, antik Mısır’da sandalyenin hemen her türlüsü hatta, katlananı bile yapılmıştı. Bunların işçilikleri üstündü ve deriden yapılan ilk döşeme de antik Mısır’da kullanıldı.

Ne varki bu sandalyelere herkes oturamazdı. Sandalye  gücün ve saygınlığın göstergesi oldu her zaman. Antik çağlar boyu hemen hemen tüm kültürlerde sandalyeye oturabilenler ailenin reisi, o topluluğun en kıdemli kişisi veya gurubu, din ve devlet adamları idi. Bir prestij objesi olan sandalye bu nedenle pek çok özel form, malzeme ve detaylı işçilikle üretildi.  Sıradan insanlar için sadece gerektiğinde oturmak yaygındı.

İzlemek için oturmak

Oturma eylemi, gösteri ile de paralel bir gelişim içinde. Birileri bir gösteriyi sunarken diğerleri de onu izlemekteydi. Antik stadyumlar boyu uzanan mermer taşlar sıradan halk içindi, onların başlarında ve özel localarında bulunan işlemeli daha özel mermer koltuklar ise kuşkusuz o topluluğun liderlerine ayrılmıştı.

İstanbul’da olmayı en sevdiğim köşelerden biri, şu anda Sultanahmet Cami’nin bahçesinde bekleyen Bizans Hipodromu’dan kalan taş koltuktur. Yaklaşık 2000 yıldır İstanbul’un bir parçası olan bu koltuğu kim bilir hangi hünerli eller yonttu? O koltukta kim bilir kimler oturdu, ve baktıkları yerden neler gördüler düşündünüz mü?

Rönesans sadece fikirlere değil insanlara sandalye kullanabilme özgürlüğünü de getirdi. Aydınlanma çağı ile birlikte sandalye de standart bir eşyaya dönüştü. Yine de gerektirdiği yüksek işçilik nedeni ile genellikle doğru ölçülerde üretilen, rahatlığı ön planda olan, yerel zenaat örnekleri yaygındı. Döşemecilik denilen zanaat ve buna bağlantılı olarak kumaş üretimi çeşitler stiller çoğaldıkça gelişim gösterdi. . Bu dönemden İngiltere’de üretilen ve bir 16. yy klasiği olan Windsor sandalyesinin modernist yorumları kişilikli mekanların başlıca aktörlerinden biridir hala.

Klasik Avrupa zevkinin yanında, tasarım penceresinden bakarsak, sandalye örneklerin en güzelleri bana göre İskandinav ülkelerinde üretildi. Kalbimde ayrı bir yeri olan Alvar Aalto tasarımı tabureden Norveç tasarımlarına kadar ahşabın en sade ve en estetik işlenişine, kuzey Avrupa ülkelerinin tasarımcıları imza attılar.

Sandalye için asıl dönüşüm çağı 1800’lerin ABD’sinde seri üretim ile başladı. Makinelerin çok sayıda ürettiği ilk seri üretim sandalye, 1830’larda  günlük  yaşamda yerini aldı. Aynı dönemde Viyana’da yetenekli bir usta olan Micheal Thonet de kendi keşfettiği üretim yöntemi ile ahşap boruları kıvırabilmiş ve bu özgün teknikle Thonet sandalyeyi yaratarak Avusturya prensi Metternich’in dikkatini çekmişti. Thonet, klasikleşmiş tarzını yeni malzemelere uyarladığı güncel tasarımları ile hala mekan tasarımının en öncelikli tercihlerinden biri.

Zaman zaman tasarım düşünürlerinin “yeni bir sandalyeye kimin ihtiyacı var? ”  serzenişi ile, üretim ve tasarımdaki çokluğa işaret etmelerine sebep olsa da sandalye, sanırım dünyada en çok tasarlanan eşyaların başında geliyor ve bunların pek çoğu da heyecan verici güzellikte.

Görünen o ki, yeni bir sandalyeye her zaman herkesin ihtiyacı var. Tasarımcılar hiçbir konuda üretmedikleri kadar bu alanda tasarım fikirleri üretiyorlar. Bunlardan  iki çarpıcı örneği paylaşıyorum.

Ron Arad, tasarım dünyasının en üretken ve kült isimlerinden biri. Profili, ayrı bir yazıyı hak ediyor. Pek çok önemli tasarımın yanında oturma eylemine dair çok sayıda tasarımı ile dikkat çeken bir isim Arad. Çizgisi ve kullandığı malzemeler her zaman radikal oldu. İngiliz tasarımcı, endüstriyel olanla haşır neşir olurken, artistik duruşundan da ödün vermedi.

Dubito Ergo Cogito ya da Şüpheliyim Bu yüzden Düşünüyorum

Geçtiğimiz haftalarda sanat ve tasarım ile dolu günler geçiren Londra’da tasarımcının son üretimlerinden biri kalbimi fethetti.

‘Dubito Ergo Cogito’ ya da ‘Şüpheliyim Bu yüzden Düşünüyorum’, isimli heykel sandalyesi, Fransız heykeltıraş François Auguste René Rodin’in ünlü heykelinden esinlenerek kendine ait eski bir tasarımı bununla birleştirdiği bir fikir olarak karşımıza çıktı. Arad bu kez, Fransız sanatçının düşünür koltuğuna oturmuş ünlü “Düşünür” heykelini hayal etti ve onun zamanımıza uyarlanmış bir yorumunu yarattı.

Tasarımcı üretim ve tasarım süreçlerinde arkadaşlarından sandalyeye oturmalarını ve poz vermelerini istedi ve bu da ortaya çıkan tasarımın daha da gelişmesine yol açtı. Sonunda, düşünürün alt ve ayaklarının girintilerini taşıyan heykelsi bir tasarım oluştu.

Heykel ilk olarak 28 Haziran 2022’de Londra, İngiltere’de düzenlenen yıllık Serpentine Yaz Partisi 2022’de görücüye çıktı. “Fikir, insanların üzerine oturacağı ve bir düşünür gibi poz vereceği ve böylece her birinin düşünme eylemine farklı bir yaklaşımı sergileyebildiği bir iş olacak” diyor. Sadece altı adet olarak sınırlı üretilen bu tasarımın prototipi, sanatçı altın renkli alaşımı kullanmaya karar vermeden önce bronz, mermer ve şeffaf cam gibi çeşitli farklı malzemelerle yapılmış. Bu tasarım sanki iç dünyamızla baş başa kaldığımız bir yer olarak yaratılmış, oturanı düşüncelerini ve fikirlerini genişletmeye zorluyor. Şanslı Londralılar ve ziyaretçiler bu deneyimi, geçtiğimiz haftalarda doya doya yaşadılar. Ben de bir gün yolum keşişsin istiyorum.

Tasarımın coğrafyası olur mu?

Heykelsi sandalye tasarımından söz ederken, yine çok sevdiğim başka bir tasarımdan söz etmeden bu Pazar’ı geçiremem. Uzak bir kıtadan, Brazilya’dan Joaquim Tenreiro’nun gelmiş geçmiş en iyi sandalye tasarımını yaptığını düşünürüm hep. 1906-1992 yıllarında yaşamış olan tasarımcı, modernizmin mobilya alanındaki öncü isimleri arasındadır. Tasarımın coğrafyası olur mu? Tenreiro’nun tüm üretimlerine baktığımda anında Brezilya’yı hissettiğime göre, evet pekala olur!

Portekiz’de Melo’da doğan tasarımcı, 22 yaşında Rio de Janeiro’ya taşınmış.

Marangoz olan dedesi ve babasının ardından bu zanaatı sürdürmek üzere pek çok mobilya firmasında nerede ise çırak olarak çalışan Tenreiro’nın yaşamı bir gün kapıdan içeri giren Oscar Niemeyer tarafından değişmiş. Tasarladıkları bir konutun mobilyalarını yaptırmak isteyen ünlü mimar ile kaderleri birleşince, içindeki tasarım  tutkusu ortaya çıkan ve oldukça cesur fikirler ortaya atabilen bu isim, sonraki hayatını   mobilya üretme alanındaki ustalığı ile sürdürmüş, İyi ki !

Uzun yıllar süresince Avrupa sandalye ve koltuklarının replikalarını üretmek zorunda kalan tasarımcının kendi özgün çizgisinde, yaşadığı yıllardaki modernist akımın tüm özgürlüklerini izleyebiliyorsunuz. Yalın sandalyeler ve şezlonglar aynı zamanda son derece kullanışlılar. Brezilya’nın kendine has malzemeleri bu tasarımların ana maddesi. Örneğin Palninha Indiana denilen dokuma kamışından üretilen bu mobilyalar, tasarımın tüm ruhu ile, aynı zamanda üretildiği coğrafyanın kendisi olduğunun kanıtı gibi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi