SAVAŞ VE TASARIM

İnsanlığın medeniyeti, çağlar boyunca ölümler ve yıkıntılar üzerinde yükselmiş ne yazık ki. Hiç olmasın dediğimiz savaşların üretime, tasarıma ve günlük yaşamına etkisi tahmin ettiğimizden daha çok.

Savaşları doğuran, insanın içindeki ilkel iç güdüler. İlkel insan savaşır. Gelişmiş insan ise savaşmak durumunda kalmayacağı, sorunsuz bir yaşam ideali peşinde koşar. Dünya halkları bu ideali büyük bir hızla benimserken, devlet yapısı hala eski kafalı bir yaklaşım içerisinde ilerliyor. Savaşı da tasarım olarak ele almak mümkün. Savaş felsefesini inceleyenler, kaçınılmaz görünen bu insanlık eylemini adil bir zemine oturtmaya çalışırlar. İtiraf etmeliyim ki ben adil kelimesini kullandığım bir cümlede savaş kelimesini kullanmaktan bile rahatsızım!

SAVAŞIN ETİĞİ

Savaşın etik zemini jus ad bellum, jus in bello ve jus post bellum olarak adlandırılıyor. Bellum, savaş kelimesinin Latince karşılığı, jus kelimesi de “hak” anlamında. İkisi birlikte, insanlığın savaşma hakkı üzerine geliştirdiği meşrulaştırma teorilerini temsil ediyor.

Bu teorilere göre (jus ad bello) savaş, eğer bir yaralanma girişimini önlemek veya buna karşı müdafaa için ise kabul edilebilir. Savaşma yetkisine sahip varlıklar arasında, varlıklarca yapılmalıdır. Taraflar arasında eş değerlilik yoksa savaş haksızdır. Savaş doğru niyet içermelidir. Eğer bir varlık, haksız bir niyete ulaşmak için durduk yerde bir savaş açıyorsa bu teorideki savaş etiğine karşı bir eylemdir. Bir savaşın başarıya ulaşması genel beklentidir; savaşılıyorsa makul olan budur. Eğer bir savaş söz konusu ise, savaşın ortaya çıkaracağı ahlaki iyilikler, ahlaki olarak ağırlıklı kötülüklerden fazla olmalıdır. Son olarak, savaş ancak son çare olarak düşünülmelidir. Haklı bir amaca ulaşmak için artık başka bir yol kalmadığında, ancak çok gerekli ise savaşılmalıdır.

Jus in bello teorileri ise şu ilkeleri içerir: Savaşanlar her zaman sivil halkı ve askeri birimleri birbirinden ayırmalıdır ve yalnızca askeri hedeflere saldırmalıdır. Ortaya çıkacak istenmeyen zararlar sağlanan askeri avantaja göre orantılı olmalıdır. Mümkün olan en az zararlı araçlar kullanılmalıdır.

Bana tasarım ile ilgili bir yazıda neden bunlardan bahsettiğimi sorabilirsiniz. Tek bir amacım var, insanın aklının ve düşünce gücünün ideal tasarımı ortaya koyabildiğini, ancak uygulama söz konusu olduğunda, kendi düşüncelerini ve tasarılarını da kolayca rafa kaldırabildiğini göstermek. Bu insanlığın her alanda ve tüm üretimlerinde içinde bulunduğu en sarsıcı ve yıkıcı ikilem bana göre.

Savaşı istediğimiz kadar etik bir zemine oturtup meşrulaştırmaya çalışalım, yolunu yordamını tasarlamaya çalışalım, yine de bu eylemin kabul edilir bir yanı yok. Toplumların bugün içinde bulunduğu farkındalık ve yeni gelen nesillerin benimsedikleri yaşam idealleri doğrultusunda, önceki yüz yıllardan gelen kuralların, anlayışların, kabul edilen gerçeklerin çoğunun bir geçerliliği yok. Savaş ve benzeri eylemler bu çağın dogmaları.

Ne var ki, insan aklı iyi girişimlerinden de, kötü girişimlerinden de deneyim ediniyor. En temel ve en büyük arzusu olan hayatta kalma ve türünü devam ettirebilme iç güdüsü doğrultusunda, edindiği tüm deneyimler onu ilk günden bugünlere kadar geliştiren, yücelten mekanizma. İnsanlığın medeniyeti, çağlar boyunca ölümler ve yıkıntılar üzerinde yükselmiş ne yazık ki. Hiç olmasın dediğimiz savaşların üretime, tasarıma ve günlük yaşamına etkisi tahmin ettiğimizden daha çok.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE TASARIM

Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, toplumlar yıkılmış yaşamlarını yeniden sil baştan inşa etmek zorundalardı. Üstelik bunu yapacak güçleri de bulunmuyordu. Tüm ihtiyaçlardan önce gelen barınma ihtiyacı yeni, mümkün olduğunca ekonomik, hızlı yapılabilen yaşam alanlarını ortaya çıkardı. Modernizm akımı böylece kök saldı. Bu o kadar büyük bir dönüşüm ki, sadece mekan anlayışını değil, toplam bir yaşama biçimini değiştirdi. Bugünlere dek uzanan yaşamlarımıza, kentlerin yapısına baktığımızda, belki de İkinci Dünya Savaşı yaşanmamış olsaydı, bugün yaşadığımız formda yaşamazdık diye düşünebilir ve bunda haksız da sayılmayız.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında sadece kentler, mimarlık anlayışı ve mekan tasarımı dönüşmedi; yeni kurulan yaşamlar için yeni eşyalar ve ürünler gerekliydi. Savaş sonrası yayılan optimizm, insanlığın tüketim psikolojisinin temelindeki en önemli unsurlardan biridir. Yaşanan kötü deneyime meydan okuyan ve imkanlarınca yeni bir yaşam ideali peşinde koşan insanlar, kendilerini iyi hissetmek, yaşamlarını güzelleştirmek için daha çok satın aldılar. Endüstriyel seri üretim, rekabet ve bağlantılı olan tasarım gerçekleri bu eğilim yönünde dev adımlar atabildi.

Yaşam biçimlerini etkileyen sadece bunlar olmadı. Savaş için geliştirilen pek çok teknoloji daha sonra kitlelerin kullanımına sunulan teknolojiler haline dönüştü. Savaşta ortaya çıkan yeni malzemeler, yeni tasarlanan ve üretilen ürünler için kullanıldı.

1914 yılından bu yana gerçekleştirilen hava trafiği, 1950 yılından itibaren yeni denemeler ve rekorlarla gelişti. 1957 yılında artık okyanuslar jet uçuşlarla herkes için aşılabilir hale gelmişti. Londra’dan Amerika’ya rahatça uçabiliyor olmak, kuşkusuz sadece üretimi, bilimi veya teknolojiyi farklılaştıran bir gelişme değildi; kültür sanat ve tasarım dünyası da böylece dünya çapında olmaya başladı.

Plastiğin bir malzeme olarak gelişimi ve yaygınlaşması da İkinci Dünya Savaşı süresince ve sonrasında yaşanan bir gelişim olarak düşünülmeli. 19. yüzyılın ortalarından itibaren selülozdan üretilen plastik alaşımlar, daha çok fotoğraf ve film endüstrisinde, hatta sanat eserlerinde kullanılıyordu.

1907 yılında icat edilen bakalit malzeme tarihe ilk sentetik plastik olarak geçti. New Yorklu Leo Baekeland bu malzemeye ismini de veren kişi oldu (Bakelite). Bu malzeme radyolarda, ev aletlerinde, elektrikle ilgili pek çok üründe hızla kullanılır hale geldi. Hızlı üretilebilir, kalıplanarak kolayca şekil alabilir, hafif ve ucuz bir malzeme olarak plastik savaş ortamı için ideal malzemeydi. İsveç, Almanya, Amerika ve İtalya’da pek çok laboratuvar, bu malzemenin geliştirilmesine adandılar. Elde edilen yeni malzemeler ve teknolojiler öyle büyük oldu ki, bu malzeme savaş sonrası artan talepleri karşılamak için en öncelikli tercih haline geldi. Özellikle Amerika’daki tüketiciler kahve bardaklarından mobil tuvaletlere kadar plastikten üretilmiş ürünlere akın ettiler. Savaştan çok sonraki yıllara kadar, 20. yüzyılın sonlarına dek tasarım tarihine yön veren önemli bir malzeme böylece savaş ile tetiklenmiş oldu.

Bu dönemdeki gelişimi tetikleyen iki marka belirtmem gerekirse, plastik ürünlere güven sağlayan Tupperware markasından ve 1948 yılında “Daha iyi bir yaşam için daha iyi şeyler” sloganı ile göz dolduran Tupperware’in dev reklam panolarını hazırlayan DuPont’tan söz edebilirim. Tupperware in ana malzemesi olan polietilen, savaş süresince üretilen çeşitli araçların kablolarını izole etmek için geliştirilmiş ve kullanılmıştı. Markanın kurucusu, ilk gençlik yıllarında hemen savaşmaya gönderilmiş bir savaş gazisi olan Earl Tupper’ın mirası, bugün ülkemizde de tüm dünyada da mutfaklarda yerini buluyor.

2017 yılında kapanan ancak bugün göndelik yaşamlarımızın pek çok ürününde imzası bulunan DuPont ise, 1802 yılında Amerika’da kurulan ve silahlar için barut (gun powder) milleri üreten Fransız kökenli bir kimya firması. Kuruluşunun ardından Amerikan ordusunun en büyük tedarikçisi konumuna gelen ve hayatlarımızda bu kadar yaygın olan bu markanın (ve alt markalarının) servetinin sebebinin savaşın ta kendisi olduğunun altını çizmesek olmaz.

Tüm bunlar olurken, atom bombası ile dünyanın en büyük savaş faciasının orta yerinde kalan bir toplum olan Japonlar, çorak topraklarında kalan savaş artıklarından, bir bakıma ellerindeki tek malzeme olan alüminyumdan ürettikleri çeşit çeşit eşya ile yıllarca hayatta kalma savaşı vereceklerdi. Japon tasarımındaki minimalizmin kökleri kültürel olduğu kadar bu toplumsal ve ekonomik travmanın sonucudur. Fransa’daki bir tasarım vahasında bu inanılmaz rafinelikteki ürünlerden oluşmuş sergiyi gezerken gördüğüm tavalar, saç kurutma makineleri, okul çantaları gibi eşyalara bakarken, bugün Ukraynalılar için hissetiklerim, bu kez Japon halkı için içimi doldurmuş ve bu en yenilmez kötülüğümüz gözlerimde birkaç damla yaş olmuştu.

Savaş insanın en ilkel, en barbar iç güdülerinin, hırsları ve çıkarları doğrultusunda tasarlanmış halidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi