SANATÇI ŞEHRİ ANKARA

Sonbahara girerken gökyüzündeki yıldızların ışıltısıyla gün döndü…
Uzun saçlı, küpeli, güleç bir genç yanıma yaklaştı:
“Size, bugün sanatçıların Ankara’sını gezdirmek istiyorum…”
Böylesi büyülü bir öneriye kim hayır der ki? “Sevinirim” dedim.
Yarım asırdır yaşadığım kenti bir gençle gezmek, tazelenmekti.
Falih Rıfkı Atay Sokağı’ndan geçerken, Çankaya’sını yeniden okuduğumu anımsadım. Tabelada sadece adı, soyadı yazıyor. Eksik gibi… Genç kuşaklar için doğum ve ölüm tarihi, bir iki eser adı, sokağın başına bir levhaya yazılabilir. Ya da oturduğumuz kafenin bir köşesine yapıtlarından bir demet sunulabilir; genç yazar adaylarına ilham versin.
Bir yazarın adının verildiği sokaktan geçmek güzeldi.
Kentin varsıl tepesinden başlayan yolculuk yoksul tepeye uzandı.
Yıkılan gecekonduların içinde bir ev bırakılmış.
Evin kapısının üstüne, “Neşet Ertaş bu evde saz çalmaya başladı. ‘İki büyük nimetim var/ Biri anam biri yârim’ türküsünü ve ‘Gönül Dağı’nı uzun yıllar burada yazdı, çaldı, çığırdı” diye yazılı.
İki sokak ötesinde bir başka evin duvarına, “Mahzuni Şerif, Maraş’tan göçle gelip burada oturdu. ‘Yiğitler yiğitler bizim yiğitler’ türküsü ile ‘İşte gidiyorum çeşm-i siyahım’ türküsünü burada yazdı, besteledi, söyledi” diye yazılmış.
“Belediyenin açtığı kültür evinde, biri yaşayan, biri dünyamızda eserleriyle anılan iki değerli ozanımızı örnek alan gençler için bağlama eğitimi veriliyor. Resim çalışmaları, fotoğraf kursları sürüyor. Girişteki salonda şiir dinletileri yapılıyor. Sürekli sanat konuşuluyor” diye anlattı yanımdaki genç.
Hasan Hüseyin Korkmazgil Parkı’nda onun Güven Park için yazdığı şiirleri, parka konan banklarda fotoğrafı ile sergileniyor. “Bu fotoğraftaki gür saçlı, heybetli, keskin bakışlı adam kim?” sorusu yanıtlanıyor sanki…
Ankara’da Hacettepe Üniversitesi profesörlerinden Hamiye Çolakoğlu’nun seramik yapıtları şehrin meydanlarındaki açık hava sergisinde sergileniyor. Birlikte gezdiğimizde gördüm ki sanat bölümü öğrencileri, kadın sanatçılar, ilgiyle geziyor, ayaküstü sanat konuşuyorlar.
O coşkuyla yanımdaki gence Bilkent Üniversitesi’ndeki “Bilimin Işığı Dış Duvar Panosu” ile 1997’de açılan “Bilim Ağacı Heykeli”ni beğendiğimi söylüyorum.
Yaşar Çallı’nın dev tablolarının sergileneceği galerinin adresi ile İbrahim Demirel’in Sanat Yapım Plastik Sanatlar Atölyesi’ndeki fotoğraf sergisinin el duyurularını ve Solfasol gazetesini gençler dağıtıyor.
Gençlerin sevgiyle sanat için gönül elçiliği yapmaları sanat dünyası adına umut veriyor.
Ankara o gün her meydanında, caddesinde, sokağında sanat soluyor. Bir anlamda sanatçısıyla gönenen şehir oluyor.
Küpeli genç, “Öğlen yemeğini, Ahmed Arif’in şiirinde adı geçen Karanfil Sokak’ta yiyelim” diyor. Girdiğimiz lokantanın bir köşesi belli ki bize ayrılmış. Duvarda Ahmed Arif’in buğulu fotoğrafı ve şiirleri çerçevelenip asılmış. “Bu namustur künyemize kazılmış”, “Adiloş Bebe”, “Hasretinden Prangalar Eskittim” ve “33 Kurşun”…
Yemek sonrası kahvelerimizi Sakarya Meydanı’ndaki “Emek Anıtı”nın önünde yudumluyoruz. Bu kez de ben, sanatsever gence, Emek Anıtı’nın öyküsünü anlatıyorum. Günlerce Ankara’nın soğuğunda grev yapan Tekel işçilerini, ödenen büyük bedelleri ve Ankaralıların dayanışmasını aktarıyorum.
Küpeli gencin elinde yazar Necati Yalçın’ın “Gezdiğim Ankara” kitabı var. Yazar Necati Yalçın’ın, Mansur Yavaş, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilir seçilmez çalışma arkadaşlarına önerisini anımsıyorum:
“Yaşarken oturdukları sokaklara, caddelere yazarların, ressamların, heykeltıraşların, karikatüristlerin kısacası sanatçıların adı verilmeli. ”
Bu güzel öneriyi birlikte dolaştığım gençle bir dinlenme anında paylaşmak istiyorum…
Ansızın çalan telefonun ziliyle uyanıyorum ki, ne küpeli güleç genç ne de sanatçısıyla gönenen, sanatçısını seven, sanatın başkenti olmak isteyen Ankara şehri var!..
Gördüğüm, Ankara’ya sevdalı bir kadının düşü…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi