Tek kelime ile “şeffaflık”

Kullanım maksadı itibariyle dünyanın en ciddi sosyal medya platformu olan Twitter’da geçtiğimiz hafta “tek kelime akımı” vardı. Politikacılardan sanatçılara ve ünlü markalara kadar tüm kullanıcılar bu akıma kendi sahaları ve meşrepleri dâhilinde katıldılar. Bazısı eksik gördüğü şeyi vurguladı, bazısı sevdasını, bazısı da özlemini. Kimin ne kadar samimi olduğunun takdirini yüce toplum iradesine bırakalım.

AKP’nin kurulduğu yıllardı… Günümüzün muktediri, o günlerin ise mağduru Tayyip Erdoğan; 3Y ile mücadele sözü veriyordu:
Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar.

Nereden nereye geldiğimizi anlamak için öyle uzun boylu siyasi analizlere girmeye hiç gerek yok. Bugün; Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları dâhilinde, bu üç kavramın en az ikisi ile başı dertte olmayan birisini bulmak mümkün değil. Ancak; bu realitenin toplum nezdinde kabulü, hayatın akışını değiştirmeye yetmiyor. Halen siyasi iktidara ve bilhassa Tayyip Erdoğan’a güvenen bir kitle var. Ekonominin durumunu Kılıçdaroğlu’na bağlayan sosyal ölüler bu hesaba dâhil değil. Zira onlar ne isterlerse söyleme ve yapma özgürlüğüne sahipler, kendileri için yapılabilecek pek bir şey de yok.

Siyasi iktidar ise algı operasyonlarıyla, manipülasyonlarla ve “Kral çıplak!” diye bağıranların sesini kesmeye çalışmakla meşgul. Para sahiplerini koruyan ekonomi politikalarının sonucunda, hayat pahalılığı altında ezilen ve her geçen gün daha da yoksullaşan bir toplum var. Buna karşılık; tüm kesimleri kucaklama vaadi ile gelen, üstelik asli görevlerinden biri de bu olan Sayın Cumhurbaşkanı da basının karşısına geçerek “su bedellerinin yüksekliğinden” şikâyet ediyor. Sorun su bedeli falan değil, kaybettiği belediyeleri karalama politikası… Sonuçta insanlar, suyu evlerinin önünden akan dereden sayaç ile alıp bunun için de belediyelere bedel ödemiyorlar. Su, kullanıldığı mahallere ulaşıncaya kadar birçok yere uğruyor ve bir dizi işlemden geçiyor. Terfi istasyonlarında kullanılan elektrikten, dezenfeksiyon ürünlerine kadar tüm girdilerin fiyatlarındaki fahiş artışların sorumluluğu ülkeyi yönetenlere aittir. Yani bizler boşuna kendisine cumhurun reisi yerine, “AKP’nin reisi” demiyoruz.

Yaşadığımız toprakların tarihinde, topluma faydalı hayır kurumları kazandırma düşüncesinin ürünü olarak külliyeler inşa edilmiş. Bugüne gelindiğinde ise; ülkenin yönetildiği “Külliye”nin koridorlarında şahsi menfaati için makamını kullanan danışmanlar, liyakatsiz yöneticiler, iş takipçileri cirit atıyor. Cumhuriyet’i 100 yıllık pranga olarak gören ve isminin karıştığı rüşvet skandalı ile gündeme gelen milletvekili hanımefendi de, benliğini ait hissettiği geleneğin kültürel bir parçası olan Külliye’nin koridorlarında ne olup bittiğini iyi biliyor. Kur’an’daki ayet sayısını tam olarak bilmese de bunu biliyor. İsminin karıştığı büyük skandal ile ilgili kamuoyunu aydınlatması, olmadı istifa etmesi beklenirken, kendisi “dinbaz” manevralar ile demagoji yapmayı tercih ediyor.

Hükümet ortaklarının ise bu konularda özeleştiri yapmak gibi bir niyetleri de, düşünceleri de yok. Onlar; ortaya dökülen pisliği, yayın yasakları ve sansürler ile toplumun gözünün önünden süpürmenin derdine düşmüş durumdalar. Devlet Bahçeli, “sosyal medyanın mutlak surette denetim altına alınması gerektiği”ni söylüyor. Tüm iletişim aygıtlarının tek sesli birer propaganda makinesine dönmesi özlemi içerisindeler. İletişimin tartışmasız gücünden huzursuzluk duyuyorlar. Bu huzursuzluğun Devlet Bey’in bilinçaltındaki yansıması, başta bahsettiğim tek kelime akımına “HUZUR” ile katılması şeklinde tezahür etti sanırım.

Geçtiğimiz hafta, Cumhurbaşkanı’nın da katılımıyla adli yıl açılış töreni düzenlendi. Tüm konuşmalar TV’lerde yer bulurken, Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın konuşması yayınlanmadı. Amaçları, haber alma ihtiyacını görsel iletişim araçlarından gideren insanlara bu konuşmayı izletmemek… Adalette reform söylemleri lafta kaldığı için, memlekette hukukun vaziyetini dile getirebilecek insanları gözden uzak tutmayı tercih ediyorlar. Hatta eleştiriye tahammülsüzlükleri öyle bir noktaya geldi ki, yandaş - muhalif ayrımı da yapmıyorlar. Dilipak gibi İslami kesimin en önemli kalemlerinden bir tanesi, son dönemde yaptığı özeleştirilerden ötürü, otuz yıldır çalıştığı medya grubundan ayrılmak zorunda kaldı.

İhtiyacımız olan şey, tek kelime ile ve tartışmasız olarak “ŞEFFAFLIK”. Muhalefet için, bundan daha güçlü bir argüman olamaz. “3Y’yi bitireceğiz!” diye gelenlerin ne hâle geldiklerini “Şeffaflık” şemsiyesi altında bıkmadan, usanmadan topluma anlatmak ve iletişim dilini de bunun üstüne kurmak gerekiyor. Salt seçim dönemi özelinde ve söylemde değil, çağı yakalama iddiası ile ülkeyi yönetecek iradenin tüm temel politikalardaki düsturunun bu olması gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi