YARATICILIKTA KARDEŞLİĞİN GÜCÜ

16 Kasım sabahına tasarım dünyasının en önemli ikililerinden biri olan Campana Brothers’ın yarısı Fernando Campana’nın ölüm haberi ile uyandım. Hani şu size bir devrin kapandığını hissettiren ayrılışlar vardır ya; tam da böyle bir kaya çöktü içime. Hoşça kal Fernando!

Brezilyalı Campana Studio’nun kurucuları Humberto ve Fernando Campana, tasarım dünyasında Campana Kardeşler olarak anılır. Tasarımda ve yaratıcı alanlarda kardeşliğin gücüne rastladığımızda bizi çoğunlukla iyi şeyler bekler.

Kimse kardeşini seçemez. Aynı karından çıkan, aynı rahmi paylaşan (karındaş) anlamına gelen kardeş kelimesi, yerimizi, ailemizi seçemediğimiz gibi bize doğumumuzla veya sonrasında “verilmiş” bir kavramı temsil eder. Kardeşlik, tüm birliktelikler gibi hiç de kolay değildir. Kuşkusuz bir tür ebeveyn dayanışmasının kalesi olduğu durumlar vardır. Aileye ve daha geniş ölçekte hayata karşı tek olmama duygusunu verir, verebilirse. Diğer yandan, kardeşlik her zaman iyi değildir, daha doğrusu, tüm kardeşler birbirlerine iyi gelmeyebilir; örnekleri kendi ailemizde veya yakın çevremizde eminim vardır. İster istemez bu ülkede kaç ağabeyin kız kardeşlerine dünyayı dar ettiğini de düşünmeden geçemiyorum. Hemen bu psikiyatri ve sosyoloji alanından sıyrılıp yaratıcı alanlara yöneliyorum!

KARAMAZOV KARDEŞLER

Kardeşler hakkında düşündüğümde aklıma ilk olarak iki isim geliyor. Bunlardan ilki, ve sanıyorum dünyadaki en ünlü kardeş ikilisi, Fyodor Dostoyevski’nin nefis romanı Karamazov Kardeşler’dir. Ivan ve Aloysha, yazarın kendi ismini vermekten sakınmadığı Fyodor’un iki ayrı uçta karaktere sahip üç oğlundan ikisidir. Roman bu üç kardeşin birbirinden çok farklı düşünceleri etrafında örülmüş olaylarla gelişir. Dostoyevski’nin bu başyapıtı, varlığımız, değerlerimiz, Tanrı’nın varlığı ve Hristiyanlık gibi kavramların göbeğinde ağır ve önemli sorular sormayı ihmal etmez.

Bu eser boyunca Dimitri’nin duygusal mizacı, Ivan’ın katı ve soğuk akılcılığı ve Aloysha’nın ruhani değerlere saygılı ve oldukça iyimser yaklaşımları içerisinde, hayata, insanlığa ve toplumsal değerlere karşı düşüncelere dalarız. Sonuçta bu kardeşlerden biri, babayı öldürür ama!

COEN KARDEŞLER’den BOUROULLEC KARDEŞLERE’e

Unutmadan not etmeliyim, çok sevgili dergilerimden biri olan OT Dergi’nin 116. sayısı, dünya edebiyatının bu çok önemli yaratıcısına dair güzel yorumlarla dolu. Geçtiğimiz hafta sonu bu sayıyı okumuştum; üzerine bir de Okay Bayülgen yorumu ile sahneye taşınan Richard III. oyununu izleyince, ister istemez kardeşlik kavramını sorguladım durdum.

Kardeşler mevzu bahis olunca aklıma hemen düşen ikinci isim ise sinema dünyasının önemli ikilisi Coen Kardeşler. Amerikalı film yapımcıları, tüm sanatsal üretimleri ile izlemeyi en sevdiğim, beni en düşündüren filmleri ürettiler yıllardır. Sanıyorum izlediğim ilk filmleri, Ankara’da öğrenci iken Kızılırmak sinemasına  dadandığım yıllarda karşıma çıkan Barton Fink idi. Tüm filmin üstüne yığıldığı o epik son sahnesini bunca yıl hala hafızamdan silemedim. Bu kardeşler, Raising Arizona, Fargo, Big Lebowski, No Country for Old Men gibi şahsi “en iyi filmlerim” listemin önemli yaratıcı profilleri arasındalar. Hem hikayeleştiren, yazan, hem yöneten, hem de prodüksiyonunu üstlenen bu birliktelik, eminim zordur ama ne kadar üretken ve eşsiz olduğu da açıkça ortada.

Yaratıcı alanlar, zorlu bir tempo ve çok sayıda savaş verilecek cephe içerdiğinden, kardeş olarak çalışmak ve böylece birbirini iyi anlayan, aynı aileden gelen ve ortak amaçlarda buluşacak bir ikili olmak sıkça rastlayabildiğimiz bir durum. Unutmayalım ki, uçağı bulan iki mühendis de Wright kardeşlerdi. Tarih sayfaları medeniyeti geliştiren gelişmelerin arasında bu kardeşlik gücünü belgeler bizlere.

Tasarım dünyasında ise, söz gelimi Fransız kardeşler Ronan ve Erwan Bouroullec, son yirmi yılı aşkın süredir duvar panellerinden aydınlatmaya, sandalyeden masa üstü eşyalara kadar gerçekleştirdikleri üretimler ile fark yaratmıştır. Tasarımlarında çoğunlukla doğadan, tekrarlayan formlardan ve bunların tıpkı doğadaki gibi bir araya gelerek çoğalmasından, üremesinden ve büyümesinden ilham alan tasarımcı kardeşlerin, yaratım dillerinde bu yaklaşımlarını okuyabiliriz. Tavandan yere doğru sarkan aydınlatmalar kordonları ile birbirlerine dolanarak aşağı süzülürler; örneğin bu lamba bir eşya olmasa, öylece olduğu gibi de doğada var olabilirdi ve hiçbirimiz yadırgamazdık. Aynı durumla ikilinin tasarladığı paneller ve bölücü elementler ile de baş başa kalırız.

Campana kardeşler ise yıllarca bize Brezilya’dan ulaştı. 16 Kasım sabahına tasarım dünyasının bu en önemli ikililerinden biri olan Campana Brothers’ın yarısı Fernando Campana’nın ölüm haberi ile uyandım. Hani şu size bir devrin kapandığını hissettiren ayrılışlar vardır ya; tam da böyle bir kaya çöktü içime.

İkili 1984 yılında kurdukları stüdyolarında mobilyalar, moda aksesuarları, aydınlatmalar ürettiler. Brezilya yaratıcılık alanında öyle güçlü kültürel mirasa sahip ki, ikilinin yaratımlarında bunu hep hissettik. Bu tasarımlar malzemeye odaklı, radikal, kural tanımaz ve farklılıkları ile ses getiren nesneler olarak yaşamlarımızda yerini aldı. Campana kardeşler sadece nesneler tasarlamadı. Her ne kadar onların ürünlerinin bugün dünya üzerinde girmediği kalıcı müze koleksiyonu kalmadıysa da onlar tasarım hayallerini, sağladıkları sayısız sanat yönetmenliği ve saygın bale ve sahne eserleri için gerçekleştirdikleri skenografiler ile genişlettiler.

Sao Paolo’da yer alan ama yaratımları tüm dünyayı kaplayan bu stüdyonun yarısı olan Fernando’nun daha 61 yaşında yaşama veda etmesi beni bile bunca üzdüyse, kardeşi Hubmberto’nun durumu nasıldır diye düşündüm ilk olarak haberi alınca.

Benim de yaşam felsefem olan “Kendimi tekrar etmemeliyim” mottosunu, ikilinin Wallpaper dergisine çok eskiden verdiği bir röportajından edinmiştim. İkili ikonik tasarımlarını ve tasarım felsefelerini gelecek nesile aktarmak adına bir de Campana Enstitüsü’nü kurdular.  Humberto’nun 2021 yılındaki 35. yıl kutlamalarında Designboom’a söylediği bir sözle bitiriyorum:

“Fernando ile 35 yıldır birlikte çalışıyorum; bu bir evlilik gibi! Herkes bizi aynı kişi sanıyor ama biz birbirimizden tamamen farklıyız. Her gün burada, stüdyoda olmayı seviyorum. Zanaatkarlarla birlikte olma sürecini veya çizim yapmayı seviyorum. Biraz disipline ihtiyacım var. Fernando ise çoğu zaman evinde kalıyor ve buraya taze bir gözle geliyor. Fernando proje çizmeyi seviyor ve ben de onun projelerini ve benim fikirlerimi gerçekleştirmeyi seviyorum. Bazen zor oluyor ama ikimizde de tasarım tutkusu var ve aslında bu çatışmayı da çok seviyorum. Biz çok iyi arkadaşız.'

Hoşça kal Fernando!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi