İktisadi göstergeler, gerçeklik ve manipülasyon

Türkiye’de ve gelişmiş ülkelerin pek çoğunda işsizlik oranları, enflasyon oranları gibi çok sayıda iktisadi gösterge üzerinde tartışmalar, itirazlar var. Bu oranları üreten istatistik kurumları çoğunlukla en azından işsizlik ve enflasyon gibi popüler göstergeler temelinde güvenilmez ilan ediliyorlar. Aslında sorun iktisadi göstergeler ile gerçeklik arasındaki bağın kopmasından kaynaklanıyor. Bunun temel nedeni ise değer ile fiyat arasındaki bağın kopmasına neden olan teknolojik gelişmelerdir. Teknolojinin üretim sürecinde neden olduğu büyük dönüşüm, yani canlı emeğin üretim sürecinin dışına sürülmesi olgusu ana akım iktisadın gerçekliği kavrama ve yansıtma iddiasındaki göstergelerini işlevsizleştirmiştir.

Bu göstergelerden biri olarak enflasyon oranı da uluslararası kabuller çerçevesinde oluşmuş protokollere ve standartlara göre ölçülüyor. Sonuçta enflasyon oranı, sosyoekonomik seviyeleri farklı hanelerin, ekonomik yapıları son derece farklı bölgelerin ve kalite düzeyleri son derece farklı malların, fiyatlama davranışları büyük ölçüde değişkenlik gösteren satış kanallarından belirli bir düzende toplanan çok sayıda fiyatın ortalamasını yansıtıyor. Diğer bir deyişle, Türkiye gibi derin bir şekilde ayrışmış bir ülkede aslında hiçbir şeyi temsil edemeyen bir orandan bahsediyoruz. Bu konuyu ocak ayındaki yazımda ayrıntılı olarak işlemiştim.

TÜİK ENFLASYONU MANİPÜLE EDİYOR MU?
Temsiliyeti zayıf bir orandan bahsederken kamuoyunun üzerinde genel olarak anlaştığı konu ise TÜİK’in manipüle edilmiş bir enflasyon oranı yayınladığı. TÜİK bu oranı manipüle edebilir mi? Teorik olarak evet. Peki TÜİK bu oranı manipüle ediyor mu?

Bu soru ben bu konuya ilgi duymaya başladığım 90’ların sonundan bu yana soru olarak değil kesin bir iddia olarak öne sürülmüştür. O zamanlar bütçe anketleri prensip olarak beş yılda fiilen ise altı-yedi yılda bir yapılırdı. Kamuoyunda “çalı süpürgesi” ve “pinpon topu” çok popülerdi. Enflasyon sepetinde bu maddelerin yer alması manipülasyonun kanıtı olarak sunulurdu. 2.000’li yılların başında, özellikle AB ile entegrasyon süreci başladığında sepetin her yıl yenilenmesine imkan veren HBA düzenine geçildi. Artık her yıl sepetteki mallar ve/veya ağırlıkları son yapılan anketlere göre yenilenebiliyor. Bu defa da yıllardır, ağırlıklar niye her yıl değiştiriliyor sorusu sorulmaya başlandı. Bu soru anlamsızdır ve manipülasyonun kanıtı veya göstergesi olarak değerlendirilemez. Son iki yıl hariç. Salgın nedeniyle 2020 ve 2021 yıllarında HBA yapılmadığı için 2021 ve 2022 yıllarında ağırlıklar makro değişkenler kullanılarak belirlendi. Eurostat’ın bu doğrultuda ilan ettiği prosedürlere dayanıldığı ifade ediliyor.

Burada iki sorun alanı var:

Birincisi, makro değişkenler büyük oranda kayıtlı işlemleri yansıtırlar, dolayısıyla bu konuda bir düzeltmenin yapılıp yapılmadığı ve yapıldıysa nasıl yapıldığı belirsiz.

İkincisi, salgın ile yıkıcı ölçüde ağırlaşan ekonomik bunalım derin bir refah kaybı ve yoksulluk yarattığından hanelerin tüketim kalıpları 2020 – 2022 yıllarında radikal olarak değişmiş olmalı. Ağırlıklara bakıldığında bu kırılmayı yansıtan bir farklılaşma göremiyoruz. Yani, yoksullaşma nedeniyle, iktisadi sağduyuya göre gıda, ulaştırma ve konut harcamalarının bütçe içindeki payı yani sepet içerisindeki ağırlıklarının çok artmış olması gerekirdi.

Manipülasyon yapılıp yapılmadığını anlamak için TÜİK’in ilan ettiği oranları karşılaştıracağımız başka kaynaklara ihtiyacımız var.

ENAG İLE KARŞILAŞTIRMA DOĞRU DEĞİL
Kamuoyunda bu karşılaştırma için yaygın olarak ENAG verisi kullanılıyor ancak bu doğru değil.

ENAG verisi çok değerli bir online fiyat verisi ancak online fiyatlardan hesaplanan endeks ile enflasyon oranı aynı olguyu ölçmüyor.

Online fiyatlara dayalı endeksler pek çok değerli bilginin yanında çok sayıda sorunu da barındırmaktadır.

En önemlisi, fiyat bilgisinin yanında işlem hacmi bilgisi bulunmamaktadır. Özdeş bir ürün için %60’a varan fiyat farklılıklarının olduğu bir yerde hacim bilgisi olmaksızın nasıl derneşik fiyat hesaplanabilir?

Bunun yanı sıra, giren/çıkan ürünler, türdeş ürün toplulaştırılması, alışveriş hacmine bağlı online platform indirimleri, bölgesel fiyat takibinin yapılamaması, kayıt dışı ekonomideki fiyatların takibinin yapılamaması, hanelerin satın alma yeri tercihlerinin dikkate alınamaması gibi çok sayıda sorun ENAG fiyat endeksinin TÜİK enflasyon oranı ile karşılaştırılmasını güçleştirmektedir.

Karşılaştırma için ikinci kaynak ise sadece İstanbul’daki enflasyonu izleyebileceğimiz İTO Ücretliler Geçinme Endeksi.

Bu endeksle TÜİK İstanbul enflasyon endeksi düzey olarak büyük bir farklılık barındırmamakta, eğilim ise uzun dönem içerisinde neredeyse aynı özellikleri göstermektedir. Dolayısıyla ya TÜİK ile İTO’nun koordineli bir organizasyon ile fiyatları manipüle ettiklerini düşünmemiz veya irili ufaklı hatalarla birlikte ölçüm yaptıklarını düşünmemiz gerekir.

ÖDEMELER DENGESİ KRİZİ İHTİMALİ
Sonuç olarak, TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları, zaten Türkiye’nin çok yüksek enflasyon patikasına girdiğini ve bu patikanın ekonomi yönetiminin zihniyeti ile birleştiğinde bir ödemeler dengesi krizine girme ihtimalini güçlendirdiğini ve bunun da bizi hiperenflasyon tehlikesinin kıyısına getirdiğini gösteriyor.

Bunun yanında Türkiye’de kendisini ücretlilerin asgari ücretlileşmesi ve istihdam kalitesindeki aşırı bozulma ile ifade eden ciddi bir gelir yoksunluğunun fiyat artışları ile birlikte büyük bir refah krizine yol açtığı açıktır.

Bu noktada enflasyon rakamlarının manipülasyonundan çok bu köklü krizi nasıl aşacağımıza odaklanmak ve çözüm önerileri geliştirmek daha doğru olur kanaatindeyim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haluk Levent Arşivi