Kutsanan Ölüm

“Hala fetihlerden söz ediyoruz. Hala kendimizi bu engin ve inanılmaz evrenin küçük bir
parçası olarak düşünecek kadar olgunlaşamadık. İnsanın doğaya olan tutumu bugün son
derece önemlidir çünkü şimdi doğayı yok edecek güce sahibiz. Ancak insan doğanın bir
parçasıdır ve doğaya karşı verdiği savaş hiç şüphesiz kendine karşı açtığı bir savaştır.
Rachel Carson

Milyonlarca yıl boyunca insanlar küçük hayvanlar avladılar, ne buldularsa onu yediler ve büyük avcılar tarafından avlandılar. 400 bin yıl önce çeşitli insan türleri büyük av hayvanlarını avlamaya başladı ve 100 bin yıl önce Homo sapien’in ortaya çıkışıyla insan besin zincirinde yukarı zıpladı. Ancak insan tepeye o kadar hızlı çıktı ki ekosistemin gerekli ayarlamayı yapacak vakti olamadı ve insan bu değişime ayak uyduramadı. Gezegendeki büyük avcılar, milyonlarca yıl süren evrimleri sayesinde kendilerine olağanüstü derecede güvenirler. İnsan ise adeta bir muz cumhuriyetinin diktatörü gibidir. Daha yakın zamana kadar savanadaki orta halk yaratıklar olduğumuz için hala korku ve endişelerle doluyuz ve bu da bizi fazlasıyla tehlikeli kılıyor. Ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine kadar pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor.

İlk olarak Mezopotamya ve Kenan Ülkeleri’nde ve daha sonra Yahuda ile İsrail’de savaş, despotluk toplum yaşamının ayrılmaz parçaları oldu. Bir zamanlar daha barışçıl ve eşit toplumun ana çekirdeği olan Büyük Tanrıça fikri tamamen ortadan kaldırıldı. Artık kadın heykelcikleri, doğal betimlemelerle dolu sanat eserleri, müşterek mezarlıklar ya da eşit büyüklükte mezarlar yoktu. Savaş tabiattan, ölüm yaşamdan önce gelmeye başladı. Her yerde silahlar vardı ve yerleşim yerleri korunaklı, her an savunmaya hazırlıklı ve sularla çevriliydi.

Böylece, erkek egemenliği ve toplumsal eşitsizlik dışında insanlık tarihinin üç temel özelliğinden sonuncusu olan “savaşlar” yaklaşık olarak MÖ 4000’de başladı. İnsan kaybettiği zamanı telafi etmek istercesine dünyanın büyük bir kısmını bir savaş alanına dönüştürdü. 1740-1897 yılları arasında yaşanan savaşlarda otuz milyon kayıp verilmişken, sadece Birinci Dünya Savaşı’nda ölü sayısı 8,5 milyon, kayıp sayısı 7,8 milyon oldu. İkinci Dünya Savaşı’nda ise ölü sayısı 50 milyona ulaştı.

Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesini coşkuyla karşılayan tek ülke sadece Almanya olmadı. Savaş, Avrupa’nın genelinde bir sevinç yarattı. Savaş, herkese can sıkıntısı ve tekdüzelikten kurtulmak için bir çare sunmuş, toplumsal bir birlik sağlanmıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Alman kaynakları ablukanın neden olduğu ölümlerin sayısının 762 bin olarak bildirmişti. Birinci Dünya Savaşı 200 milyar dolara mal oldu. Bu parayla İtalya, Almanya, Macaristan, Avusturya, Amerika, Fransa, Belçika ve İngiltere’deki ailelerin her birine bir ev verilebilirdi. Ama bunun yerine milyonlarca ailenin eline ne geçti? Binlerce aile, babalarının veya oğullarının gömülmüş olabileceği mezarlıktan 1/2 pay aldı. Gazeteci Walter Duranty, 1919’da Lübeck’i ziyaret ettiğinde, insanların hala sadece patates ve kara ekmekle beslendiklerini görmüştü. Et, tereyağı, süt ve yumurta yoktu.

Tarihin MÖ 4000’den bugüne aralıksız süren bir savaşlar kataloğundan başka bir şey olmadığı bilinsin.

Bir yanda adı doların üstünde yazılan bir Tanrı, öte yanda adına “kutsal” savaş ilan edilen bir Tanrı varken, dahası bu iki figür aynı tek tanrıdan -ya da tanrı olarak kabul edilen Bir’den doğmuşken, Bir’in kuşkusuz daima öz-yıkıma sebep olan, esrarengiz aynılığını sergilediği bilinsin.

2022 yılında savaşın niçin vardır sorusunun hatalı olduğu, bunun geçmişten gelen bir şiddetin dirilmesi olmadığı, ilkel şiddetin daha vecd halinde olması ve daha çok kurban etmeyle ilgilisi olduğu, dünya savaşı felaketinin, endüstrileşmenin ve teknolojik ilerlemenin gücüyle, büyük oranda tarımsal dünya görüşleri ve onlara muadil değerler tarafından şekillendirilmiş bir bilincin çarpışması olduğu bilinsin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kubilay Kaptan Arşivi