Yeme-içme kültürümüzde kaşık

“Bir kaşıktan daha iyi olacak bir kaşık yapamazsınız” diyor Umberto Eco… Medeniyetin simgesi kaşığın Anadolu’daki yolculuğunun peşinde bir akşam geçirdik. İstanbul’da buz gibi bir ayaza çisil çisil bir yağmurun eşlik ettiği geçtiğimiz cuma akşamı, otuz kadar kişi evlerinde hafta sonuna başlamak veya eş dostla bir yerlerde buluşmak yerine, bir seminer salonunda toplanmış, kaşığın geçmişi konulu bir konuşmayı dinlemekteydiler. Mutfak Dostları Derneği üyeleri, derneğin organizasyonu ile, Karaköy Güllüoğlu’nun en üst katında bulunan Nadir Gastronomi Platformu’nda Nur Başnur’un 1.5 saat süren “Anadolu’da Kaşığın Arkeolojisi” sunumunu takip etmek üzere bir araya geldiler.

Kaşık, sofra düzeni açısından medeniyete geçişin adeta simgesi. Mert Hüseyin Doğan’ın “Anadolu Neolitik Mutfak Kültüründe Kaşıklar” adlı Sakin Kitap’tan çıkan kitabında belirttiği gibi; “… Doğal olanı şekillendirerek yeni bir form kazandırma edinimi insan kültürünün oluşmasını sağlamıştır. Alet üretim teknolojisi Neolitik Dönem’de görülen köklü değişikliklerle oldukça gelişkin bir düzeye gelmiştir. Özellikle insanların beslenme biçimlerindeki değişimler bazı aletlerin kullanımının yaygınlaşmasına yol açmıştır. Bu aletlerden birisi de kaşıktır.”

Neolitik dönem, artık tarımın başladığı, pişirerek beslendiğimiz bir dönemi işaret ediyor. Çanak çömlek yapımı ile sulu yiyecekler devreye giriyor. Hal böyle olunca, dünyanın en güzel tasarımlarından biri olan kaşık, hayatımıza iyiden iyiye giriyor. Zaten Nur Başnur da, Umberto Eco’nun Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın’ındaki güzel cümlesiyle açtı zengin ve renkli sunumunu; “Kitap, tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek veya makas gibidir; bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazsınız. Bir kaşıktan daha iyi olacak bir kaşık yapamazsınız.”

Cuma akşamı işte daha iyisi olmayan kaşık formunun Cumhuriyet dönemine kadar olan süreçte Anadolu’daki geçmişine gittik; ilk örneklerine, işlevsel boyutuna, halk kültüründeki, dilindeki, türkülerindeki simgelerine baktık. Belde gezdirilen tahta kaşıklardan, isim verilmiş zarif kaşıklara, hoşaf için ayrı, yumurta için ayrı malzemeden yapılanlara, kaşıkçı esnafına, pirlerine, kaşıkçılıkla tanınan Konya, Taraklı gibi yerlere göz attık. Elbette şikemperver bir grup olmamız nedeniyle, kaşığın lezzete olan katkısı ana ilgi alanlarımızdan biri. O nedenle akşamı kendisi de müthiş bir kaşık sever ve koleksiyoneri olan Refik Halid Karay’ın şu sözleriyle noktaladık: “Zevk sahibi konaklarda hoşafın bağa ve muhallebinin kemik kaşıklarla içilip yenildiği zamana da yetiştim. Netekim evimiz böyle idi, mesela sofraya çekirdeksiz üzüm hoşafı sarı, uryanî eriği hoşafı koyu renkte bağa kaşıklarla beraber gelirdi. Renklerde bile içilen hoşafa uygunluk aranırdı. Maden, kemik, som veya tahta kaşık hoşafın lezzetini bozar, bağa ise artırır. Bunu, o hayata erişmiş olanlar pek iyi bilir (…)”

Yemek, gıda, sofra konusunda giderek artan arkeoloji ve tarih çalışmalarına ve bu alanlara olan ilgiye bakıp, sonra da böylesi bir paragrafı okuyunca; kaybettiklerimize olan özlem, bir zamanlar her işin sabırla, titizlikle, incelikle yapılmasına, “o hayata erişmiş olan”lara hayranlık da bu artan ilgide pay sahibi mi acaba; diye düşünmeden edemiyorum…

Karaya gösterdiğimiz ilgiyi suya gösteriyor muyuz?

Geçtiğimiz cuma günü, yani 22 Mart, Dünya Su Günü’ydü. Kışın yağmur ve kar yağmadığından hepimiz şikayet ediyoruz, yazın sıcak ve kurak günlerinde barajların doluluk oranlarını günlük olarak takip ediyoruz, biraz farkındalığımız varsa kısa duş almaya, sebze sularını çiçeklere dökerek tasarruf etmeye çalışıyoruz. Küçük ama şüphesiz ki olumlu adımlar…

Ancak su, dünyanın %71’ini kapladığı halde, hala toprak kadar konuşmadığımız bir dünya varlığı. Bu yüzde 71’in ise, sadece yüzde 3’ü içtiğimiz, günlük hayatta, sulamada kullandığımız tatlı su. Bunun da üçte ikisi buzda hapsediliyor. Kısacası, gezegenimizdeki suyun sadece %1’i bizim için doğrudan erişilebilir. Küresel tatlı su kullanımının yüzde 70’i ise, tarım ve hayvancılık sektöründe kullanılıyor. O halde burada en çok su ayak izi olan ürünler neler, bilmekte ve belki tüketim alışkanlıklarımızı yeniden değerlendirmekte yarar var; kahve, çikolata, sığır üretimi müthiş bir su ayak izine neden olurken, bir elmanın su ayak izi tabii ki çok daha düşük. Yediklerimiz ne kadar doğrudan ne kadar işlemden geçmemiş ise, bize de dünyaya da faydaları o kadar fazla aslında…

Su öyle bir konu ki, ormansızlaşmadan okyanus sağlığına, yağmur suyu yönetiminden sulak alanlara ve haliyle bitki ve hayvan türlerine, ekosistemlerin zenginliğine ve sağlığına çok fazla ve detaylı konuyu içinde barındırıyor. Örneğin yer üstündeki kaynakları tükettiğimizden, elektrikçi araçlar ve teknoloji üretiminde gerekli olan materyaller için derin okyanus yataklarında madencilik çalışmaları başlasın mı, bunun olası sonuçları, deniz canlılarına ve ekosisteme etkileri tartışmasını da, tarım arazilerindeki gübrenin fazlasının göl ve nehirlere karışmasıyla su yaşamının dengesinin bozulmasını, azot ve fosforla büyüyen alglerin aşırı üremesi nedeniyle oksijensiz ölü sulak alanlar ortaya çıkmasını da konuşmamız gerekiyor. Kısacası, tek bir çalışmayla, tek bir makaleyle, tek bir planla sorunları çözmek mümkün değil. Ancak üzerinde yaşamlarımızı kurduğumuz toprak parçalarıyla ilgilendiğimiz kadar gezegendeki ve ülkemizdeki sularla ilgilendiğimizi söylemek de mümkün değil.

Paris İklim Anlaşmasına taraf olduğumuz ve 2053 net sıfır emisyon hedefini paylaştığımız için bu konudaki çalışmaları ortaya koymak üzere Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı geçtiğimiz hafta “İklim Değişikliği Azaltım Stratejisi ve Eylem Planı (2024-2030)” başlıklı yaklaşık iki yüz sayfalık son derece kapsamlı bir plan yayınladı. Plandaki temel yedi alanda- Enerji, Sanayi, Binalar, Ulaştırma, Atık, Tarım, AKAKDO (Arazi Kullanımı, Arazi Kullanım Değişikliği ve Ormancılık) – ortaya konan stratejiler ve eylem planları umarım hayata geçirilebilir. Alınacak tedbirlerin derelere, nehir, göl, diğer sulak alan ve denizlerimize ne gibi olumlu etkileri olmasının hedeflendiği konusunun da daha net çizgilerle ele alınması, Dünya Su Günü’ndeki dileğimiz olsun.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esin Sungur Arşivi