Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

YETTİNİZ ARTIK!

Kendinize gelin!
Yön çarpıtmak için kullandığınız yol, yol değildir.
Davamız, davamız diyerek neyi amaçladığınızı çoktan anladık. 50 yıl “onlar” yedi, şimdi sıra “bizde”, demişsiniz işte. Demokrasi parantezinde boşalttınız, kuruttunuz koca memleketi! Fitili yanlış ve tehlikeli yerlere yerleştirerek çekiliyorsunuz, inceden!
Yettiniz!
Bugün yazıma yukarıdaki gibi başlayayım istiyordum, vazgeçtim. Onun yerine ciddi bir sıçramayla Seneca’ya uğruyorum ya da döngü içinde ileriye değil geriye doğru bir sıçrama yapıyorum. Konduğum zaman aralığı milattan hemen sonra, 65 yılının biraz öncesi… Biz Seneca’yı daha çok devlet adamlığı sıfatıyla biliriz ama İspanya doğumlu bu muhterem Romalı bir düşünürdür, oyun yazarıdır. Düz yazıları vardır. Zamanın modası diyaloglar yazmıştır. Tragedyalar cabası…
Roma İmparatorluğu senatosundan bir anekdot aktarır, Seneca. Günlerden bir gün senatoya bir yasa önerisi getirilir. Buna göre kölelerin (şimdinin işçileri gibi düşünün) toplum önüne çıkarken, özgür yurttaşlardan olmadıkları hemen anlaşılacak şekilde, bir örnek kıyafetler giymeleri önerilir. Senatörler yasa önerisiyle ilgili kısa süreli bir fikir teatisi içindeyken birden teklif son derece tehlikeli bulunarak geri çevrilir. Zira kölelerin birbirlerini tanımaları ve potansiyel güçlerinin farkına varmaları gibi bir olasılık söz konusudur. Bu, köle sayısının çok büyük miktarlara ulaştığı gibi bir sonuca götürmesin, bizi. Çünkü yanlış olur. Senatonun birdenbire öneriyi tehlikeli addetmelerinin ardındaki siyasi güdü, söz konusu insanların sayısından tamamen bağımsız olarak, sadece görünür olma olgusunun kendisidir. Yok hükmünde sayılmak için görünmez kılınmak lazım…
Köleler yüzyıllar içinde özgürleşti, modern dünyanın işçi sınıfını oluşturdu. Kendilerini ilk ifade ettikleri büyük olay Fransız Devrimi’dir. Yanlış hatırlamıyorsam devrim sırasında en alt tabakayı oluşturan köylüler de dahil olmak üzere kendilerini görünür kılacak bir aksesuar buldular. Zamanında içinde Seneca’nın da olduğu senatoda, “Aman! Ne yapıyoruz biz!” diyerek yok ettikleri yasa önerisi 1700 yıl sonra yeniden ama sokaktan doğdu. Fransız Devrimi sırası ve sonrasında işçi ve köylü sınıfının birbirlerini tanımaları ve potansiyel güçlerinin farkına varmaları için Paris şehrinin renklerini temsil eden kırmızı ve maviyi gösteren kurdelelerden yapılmış yuvarlak bir amblem olan üç renkli (beyaz zaten monarşiyi temsilen var) bir kemer takmaları önerildi. Öneri hemen karşılık buldu. Kemer deyince, askerlerin bele bağladıkları ya da göğse çaprazlama taktıkları enli bir kayış gibi. Ama üç renkli kurdeleden yapılmış. Siyasi hareketin kimliğinde hayati bir rol oynadı, bu kurdeleler. Seneca’nın senatosunda korktukları kadar varmış, meğerse! Dar sokaklardan insan seli aktı, meydanlarda coştu.
Günümüz siyasetini kimseye hayrı dokunmayan, tam tersi her an herkese kötülük saçarak, olmayacak şeytanlıklar planlayarak, uygulayarak yürüyor olmasından kurtarmak şarttır. Bugün işçi ve emekçi sınıfın hep beraber sadece dolaşmak, temiz hava almak için bile sokağa çıkması düşüncesi iktidarı, siyaset planlayıcılarını, politik dolandırıcıları, kadın düşmanlarını, adalet kıyıcılarını zangır zangır titretiyor. Üstelik bu titreme hali hiç yeni değil. Sokakta ortaya çıkacak sonucun öngörülemezliği, sürecin tersine çevrilemezliği ve kalabalık arasında olası faillerin anonimliği yüzünden titriyorlar. Baskı üstüne baskı uyguluyorlar. Yön çarpıtıyorlar.
Gülşen’den de korkuyormuş, galiba. Öyle bakmak lazım.
Kendinize gelin, diyorum. Yoksa üç nokta.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi