Menekşe Tokyay

Menekşe Tokyay

Zamanın Ruhu: “Gaslighting”

‘Gaslighting’, iki kişi arasındaki bir sorun olmanın ötesinde, eşitsiz bir sosyal bağlam ve güç dengesizlikleri içerisinde toplumdaki kırılganlıkları, zafiyetleri ve marjinalize edilmiş bazı gruplara yönelik stereotipleri, ırkçılığı, cinsiyetçiliği, kadın düşmanlığını ortaya çıkarıyor. En önemli enstrümanı da geleneksel medya ve yeni medya.

Amerika’nın en eski sözlük yayıncısı Merriam-Webster Sözlüğü bu yılın kelimesini seçti: Gaslighting. Bu yıl hakkındaki aramaların yüzde 1740 oranında arttığı belirtilen kelimenin kökeni, İngiliz oyun yazarı Patrick Hamilton’ın 1938 yılında kaleme aldığı aynı adlı (Gas Light) bir kitaptan geliyor.

Kitabın konusu, Kraliçe Victoria dönemi Londra’sında orta sınıfa mensup bir çiftin aldatmacalara dayalı evliliği. Öyle bir aldatmaca ki, koca Jack, karısı Bella’yı delirmeye başladığına ikna etmeye uğraşıyor, onun algılarını manipüle ediyor ve karısının akıl sağlığını sorguluyor; çünkü Bella evlerindeki gaz lambasının kısıldığı ve evde ayak sesleri duyduğu konusunda iddialı.
Oysa Bella’nın bu düşüncesinin ardında belki de küçük yaşta tanıklık ettiği bir cinayetin izi vardır. Belki de eşini bilinçli bir şekilde manipüle edip gaz lambasını kendisi kısan ama kısılmadığını iddia eden koca, onu akıl hastanesine gönderdikten sonra evde gizli olduğu iddia edilen mücevheri daha rahat arayabilecektir, kim bilir?
Kitap 1944 yılında Beyaz Perde’ye uyarlandı ve başrolde Ingrid Bergman’ın yer almasıyla birlikte 7 Oscar ödülü kazandı.
Peki ne demek bu meşhur gaslighting? Genellikle “sanrıya zorlamak”, “yanıltmak”, “gerçeklik algısını bozmak” veya “zihinsel karartmak” gibi öneriler kulağa hoş gelse de henüz bu “moda” kelimeye TDK tarafından bir karşılık önerilmiş değil. Ancak ev-içi şiddetten mobbinge, medya etiğine, siyasete dek birçok alanda aslında her gün yaşadığımız bir durum.
Siz de arama motorlarına başvurmadan önce arama sayılarını biraz azaltmak pahasına, Merriam-Webster’ın tanımından yola çıkarak tüyo veriyorum: Bir kişinin kendi çıkarları doğrultusunda başka birini bilinçli olarak yanıltması, psikolojik manipülasyon teknikleri uygulayarak birinin kendi bilgisinden, belleğinden, hakikate dair algılarından dahi şüphe etmesini sağlar hale getirilmesi.

Çağımızın Kelimesi
Buna bir tür “duygusal istismar” hali de denebilir. Yani, sizden daha büyük bir güce sahip olan biri veya bir seçkinler topluluğu tarafından hakikate dair algınız ve bilginiz sürekli değiştirilmek ve “zehirlenmek” isteniyor.
Dezenformasyonun, mezenformasyonun, sahte haberlerin, komplo teorilerinin, derin sahtelerin yılın her günü kesintisiz şekilde aramızda kol gezdiği, teknolojik araçların insanların yaşamlarını kolaylaştırmanın yanı sıra onları yanıltmak için de kullanıldığı bir dönemde tamamen “çağımızın kelimesi”nden, bir tür zeitgeist’ten söz ediyoruz.
Eşi üzerinde kontrol ve tahakküm sağlamak adına onu çirkin, şişman veya beceriksiz olduğuna ikna eden bir erkek düşünün. Bir noktadan sonra karşısındakini gerçekten de çirkin, şişman veya beceriksiz olduğuna ikna etmiş olsun. Dolayısıyla, eşinin hakikate dair algısını, özsaygısını ve aynada karşı karşıya kaldığı kişiliğini zedelemiş olsun.
Üstelik bu koca, eşine psikolojik ve fiziksel şiddet de uyguluyor. Eş, kendisini o kadar tecrit edilmiş hissediyor ki, acil yardım hatlarına dahi başvuracak bilgi ve deneyime sahip değil. Yapayalnız. Ailesine can havliyle sığınmayı deniyor, olmuyor. Karakola gidiyor, olmuyor. Kocasından şiddet görmesine rağmen “kocandır bu, sever de döver de” diyerek onu hep geri gönderiyorlar. Şiddetin tüm fiziksel kanıtlarına karşın…
Her akşam da, eş, eve geri dönüyor. Hem de hiçbir şey olmamış gibi… “Sen de aşırı hassas davranıyorsun” diyor; şiddetin evliliğin doğal akışında bir şey olduğuna inandırmaya çalışıyor karşısındakini. Hatta şiddete yol açmış olduğunu iddia ettiği “hafifletici nedenleri” sıralıyor, onu “histerik olmakla” suçluyor, hatta ona şiddet uygulamadığını, eşinin ayağı takılıp düşerken yüzünü dolaba çarptığını söylüyor ve bir noktada da bu yalanı tekrarladıkça eşini inandırıyor. Tahakküm ilişkisinin geçerli olduğu bu evrende, kadın bir noktadan sonra herhangi bir dış yardım almadığı sürece hakikatini deforme ediyor ve bu hayata razı oluyor. Bazen ölümü pahasına da olsa…

Acil Yardım Hatları
Bu konuda ABD ve Avrupa’da uzun zamandır önalıcı çalışmalar yürütülüyor. Örneğin Teksas merkezli Ulusal Hane-içi Şiddet Yardım Hattı, günün 24 saati, haftanın 7 günü 200’ün üzerinde dilde gaslighting mağduru kişiye destek hizmetleri sunuyor. Getirilen öneriler arasında ise, yaşadıklarına dair bir günlük tutmaları, bunu güvenli bir yerde saklamaları, yaşadıkları duygusal istismara dair ses kaydı almaları, görsel kanıt olarak fotoğraflar çekmeleri ve bunları gerektiğinde güvendikleri bir dosta veya aile üyesine göndererek depolamaları yer alıyor.
Bizde de Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun Acil Yardım Hattı başta olmak üzere şiddet karşısında hakikatle bağın kopmaması ve sanrıya zorlanmamak adına birçok destek seçeneği mevcut.
Her ne kadar kelimenin çıkışı psikoloji olsa da, toksik/marazi ilişkilere benzer şekilde hakikat-sonrası siyasette ve politik propaganda araçlarında gaslighting’e maruz kalıyoruz.
Seçim dönemlerinde siyasi partilerin liderleri veya bazı belediye başkanları hakkında seçmenlerin belleklerini, yargılarını, algılarını sorgulamalarına neden olan psikolojik manipülasyon tekniklerine sık sık tanıklık ettik. Bu teknikler uygulanırken, “öteki”leştirilen kişilere dair anlatılar tersine çevrildi, zaman zaman dikkat dağıtıldı, hatta seçmen o kişilere oy vermek üzere sandığa giderken kendisini suçlu hissetsin diye medya kanalları üzerinden dezenformasyona bile başvuruldu.
Örneğin Altılı Masa’nın her toplantısı veya ortak her projesine dair medyanın bir kanadından kasıtlı ve yanıltıcı paylaşımlar geldi. Bu paylaşımların amacı, dikkatleri asıl meseleden uzaklaştıran kurgusal söylentiler yaymak idi. Medya okur-yazarlığında sınıfta kalan toplum ise, bu manipülatif içeriklerin büyük kısmını “satın aldı”.

Batı ve Doğu Cephelerinde Durum Nasıl?
Geçtiğimiz sene İngiltere eski başbakanı Boris Johnson, vergi artışları konusunda Britanya kamuoyunda gaslighting yapmakla, çalışan kesim üzerinde vergiler artarken “vergileri kestik” iddiasında bulunarak gerçekleri saptırmakla suçlanmıştı.
Donald Trump’ın başkanlığı sırasında bir gün söylediği şeyi bir başka gün asla söylemediğini iddia etmesi, hakikati yok sayan ve kendi anlatısını tüm karşıt kanıtlara rağmen empoze eden, kendi gerçekliğini Amerikan halkına tek gerçeklik olarak sunan yaklaşımı da gaslighting örnekleri arasında.
Putin’in Ukrayna işgalini “oradaki neo-Nazileri ayıklayacağız” ve “barış koruma güçleri göndereceğiz” söylemleriyle gerekçelendirip hakikati deforme etme çabaları da buna örnek verilebilir.
Benzer şekilde, #MeToo hareketi de, bu terime sıklıkla başvurmuş, cinsel şiddet ve taciz mağdurlarının maruz kaldıkları şiddet esnasında kendi değerleri konusunda ne kadar da şüpheye düşürüldükleri ve itibarsızlaştırıldıkları görülmüştü.
Dolayısıyla, gaslighting, iki kişi arasındaki bir sorun olmanın ötesinde, eşitsiz bir sosyal bağlam ve güç dengesizlikleri içerisinde toplumdaki kırılganlıkları, zafiyetleri ve marjinalize edilmiş bazı gruplara yönelik stereotipleri, ırkçılığı, cinsiyetçiliği, kadın düşmanlığını ortaya çıkarıyor. En önemli enstrümanı da geleneksel medya ve yeni medya.
2020 yılında ABD’nin Minneapolis kentinde dolandırıcılık şüphesiyle gözaltına alınan siyah Amerikalı George Floyd’un yerde direnmeden yatarken ve elleri arkada kelepçeliyken “nefes alamıyorum” dediğini gösteren tüm video kayıtlarını hatırlıyor musunuz? Floyd, dokuz dakika boyunca diziyle boynuna bastırarak nefessiz bırakan bir polis memuru tarafından öldürülmüştü.
Peki, polis memurunun avukatı ne yapmıştı? Elbette gaslighting! Floyd’un “aşırı doz uyuşturucu kullandığı” ve “daha önce mevcut olan hastalığı” sebebiyle öldüğü yönündeki savunması, Amerikan toplumundaki ayrımcılık ve ırkçılığa dair gaslighting çabalarının bir ürünüydü.

Liste de Süreç de Uzun
Dolayısıyla, gaslighting aslında toplumda kurumsallaşmış olsun veya olmasın mevcut makro düzeydeki eşitsizlikler ile gündelik yaşantımızda yaşadığımız mikro düzeydeki tahakküm girişimleri arasındaki etkileşimin, yani devasa bir sürecin ürünü.
Hakikatimizi eğer sağlam temeller üzerine kurgulamadıysak, medya okur-yazarlığımız güçlü değilse, her duyduğumuza ve her gördüğümüze inanıyorsak, gaslighting’in olağan kurbanlarına ve açık hedeflerine dönüşüveriyoruz.
Upuzun bir gaslighting kaynağı var karşımızda… Alıcı uçta da bizler…
“Ekonomik durumu abartıyorsunuz, aynı enflasyon oranı tüm dünyada var” veya “Çok uzun kuyruklar oluşuyordu, bu nedenle zam yaptık” diyerek cüzdanlara ve geçim dertlerine yansıyan acı gerçeklerin yapısal sebeplerini unutmamızı isteyenler… Bir litre sütün hangi ara 20 lira olduğunu, çocukların en temel gıdalar olan et ve sütü artık tüketemediğini görmememiz için çabalayanlar…
“Sahte hekimcilik” oynarken ameliyathanede dikiş atacak kadar psikolojik sorunlarını başkalarının canıyla oynamaya vardıranlar karşısında “Meslek aşkının cesaretlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yok mu hekim olmak için yanıp tutuşan bu kızı burslu okutacak bir tıp fakültesi?” diyerek meslek etiğine, sahtecilikle mücadeleye, dürüstlüğe dair algı çerçevelerimizi bozmak için köşelerini kullananlar…
Gerçekleri hakikat bağlamından koparmakta giderek çığır açan, bir gün ak dediğine ertesi gün kara diyen, bir gün yerin dibine soktuğunu diğer gün baş tacı eden, enflasyon kelimesini zikretmemek için sürekli “fiyat artırımı” diyen anaakım medya organları…
“Anayasa’da kadına, engellilere ve çocuklara karşı pozitif ayrımcılık var” diye övündükten sonra kadınların 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde özgür ve eşit bir yaşam için yürüyüş yapma hakkını engelleyenler…

İstanbul Sözleşmesi ve “Gaslighting”
“İstanbul Sözleşmesi Batı’nın Türkiye’ye dayattığı bir sözleşmedir” diyerek aslında bu sözleşmenin Türkiye’de 6284 sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun başta olmak üzere kadınların şiddet karşısında koruyucu ve önleyici tedbirlerle güçlendirildiğini görmememizi, Türkiye’nin de hazırlık sürecinde Avrupa Konseyi’nde yoğun mesai harcadığı İstanbul Sözleşmesi’nin önemine dair algı çerçevelerimizi deforme etmek isteyenler…
Okullarda açlıktan bayılan çocukların iyi olma halini düzeltmek ve okullara ücretsiz yemek programı getirilmesini sağlamak adına birbiri ardına verilen yasa tekliflerini teker teker reddedenler…
Engelli-dostu olmadığı için okula erişimlerinde hep sorun yaşayan tekerlekli sandalyeli çocuklara dair hakikati gizleyen ve toplumda engellilerin olduğunu ancak takvimler Engelliler Günü’nü gösterdiğinde anımsayanlar…
Veya tüm mültecileri “hırsız”, “uyumsuz” veya “pis” olmakla itham edenler… Sigortasız çalıştırdığı Suriyeli mültecilere ağır çalışma koşulları hakkında kimseye şikâyette bulunma haklarının olmadığını söyleyerek onların haklarına dair algılarını manipüle eden bir patron…
Karşılığında ise, psikolojik travmaya uğrayan, toplumdan uzaklaşan, depresyona sürüklenen, anksiyete geliştiren, özgüveni zedelenen, anaakım medyaya güvenmeyen bireyler…
Gaslighting’de amaç hep ortak: “Öteki”leştirilen veya üzerinde denetim kurulmak istenen kesimin olaylar ve hakikate dair algılarını deforme etmek, onları bilişsel olarak belirli bir çerçeveye yerleştirmek ve onun dışına çıkmamaları için de onları sürekli psikolojik iplerle kukla misali idare etmek…

Uzun Sürede Fark Ediliyor
Gaslighting, fiziksel şiddet gibi anlık bir durum da olmayabiliyor. Yaşadığı duygusal istismarın bir kişi tarafından fark edilmesi aylar ve hatta yıllar alabiliyor. Dolayısıyla, etkilerinden kurtulmak da uzun zamana yayılan bir durum.
Medya ve toplumsal ilişkiler üzerinden yaşadığımız, zaman zaman Meclis’te ve siyaset kulislerinde de karşımıza çıkan gaslighting’i duygusal ve bilişsel bir istismar olarak kabul edip bu durum karşısında bilinçlenmemiz ise, Türkiye’deki doğruluk kontrolü ve doğrulama kuruluşları sayesinde yavaş yavaş olanaklı hale geliyor.
Lakin çıkmadık candan umut kesilmez. Umarım 2023’te yılın kelimesi, insan ilişkilerinde aldatmaca ve manipüle etme odaklı olmak yerine güvene, barışa, demokrasiye, insan haklarına, işbirliğine ve empatiye atıfta bulunan bir kelime olur. Hayal bu ya… Ne de güzel olur…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Menekşe Tokyay Arşivi