Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

ZİHİN AKILA UZANINCA…

En fazla yirmi ya da yirmi beş kişilik topluluklar haline yaşamaya başlayışımızın üzerinden 3,5 milyon yıl geçti. Birlikte yaşam içinde kurallar olduğu sürece mümkündü. Atalarımız ta o zaman yaptı. İlk önce ortak avlanmayı örgütledi. Hemen ardından eşit paylaşımı. Derken, doğurgan kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yardımcı olma gelişti. Topluluk içinde sürtüşmeleri, takışmaları azaltma kuralları bile zaman içinde ve ortak akılla oluştu. Peki, suç ne zaman suç oldu…

Geçen üç buçuk milyon yılın bize yakın bir diliminde, intikam dediğimiz kavramı geçerli bir ceza biçimi olarak uygulamaya başladık. Örgütlü değildik, henüz. Ama bir şeyi “suç” olarak nitelendirmemiz için “intikam”ın var olması gerekiyordu. Yani ceza, ortada bir suçun varlığını verili kılıyordu ve sadece suçun kurbanı tarafından intikam veya ödeşme olarak ceza uygulanıyordu. Ama orada büyük bir sorun bekliyordu, atalarımızı. İntikam ya da ceza suçun kendisiyle eşleşemedi, bir türlü. Ceza, suçun kendisinden kat be kat şiddetli olabiliyordu. O zaman da ortaya yeni bir durum çıktı: Suçlunun kendisi kurbana dönüşerek yeni bir konum kazandı ve bu defa bu “eski suçlu-yeni kurban”, intikamını şiddetli biçimde alma yoluna gitti. Bu kısır döngü ne kadar devam etti, bilinmez. Kan davası dediğimiz şeyin atası budur. Kim bilir kaç jenerasyon insanı etkiledi… Hemen aklıma Montague ve Capulet ailelerinin kan davası geliyor (Merak eden gençler Romeo ve Juliet’i okusun). Düşünsenize, sürekli birbirinden intikam almak isteyen kişi ve grupların oluşturduğu bir hayat ne kadar verimli olabilir. Sonunda atalarımız suç ve ceza ile ilgili yasaları ve kuralları oluşturmak suretiyle zihnin akıla uzanışını gerçekleştirdi. Yine de ceza, mağdur tarafından bakınca bir intikam şekliydi.

Böyle böyle, deneye yanıla, milattan önce 1700’lere geldik ve Mezopotamya’da Kral Hammurabi geçmiş tecrübeleri, öğretileri değerlendirerek “Bu böyle olmayacak, en iyisi yazalım. Getirin taşı, çekici, kili!” dedi! Bize ulaşan ilk kanun maddelerini yazdılar. Madde bir, cinayet işlersen cezası ölümdür. Madde iki, hırsızlık yaparsan cezası ölümdür. Toplamda 282 adet ceza kanunu maddesi yazdılar. Modern (!) dünyamızda bile adaleti tesis ederken Hammurabi’nin kil tabletler üzerine yazılı kanun maddelerinden etkilenmişiz. “Bir insan suçu ispat edilene kadar masum muamelesi görür” dip notunu Hammurabi koymuş, biliyor musunuz…

Temiz eller, yeniden doğmak, temizlik yapmak, arınmak vesaire… Bunlar güzel ama bugün Türkiye’mizin geldiği yerin ne olduğunu kavramakla yükümlüyüz. Yaşımız, konumumuz ne olursa olsun, yükümlüyüz. Neo-liberal ekonomik düzenin tüm suç örgütlerini ürettiğini, habitat oluşturduğunu artık görmek gerek. Güncel bir örnek olması açısından, Türkiye yurttaşlığına geçmiş bir yabancı iş insanının güneydeki marinasına “çöktüler” deniyor. Peki, o iş insanı kimin marinasına çökmüştü? Kendi halinde işler güçler yaparken birden yedi yıl gibi kısa bir süre içinde inanılmaz bir servet sahibi olmuş. Suç artık suç olmaktan çıkmış demek istiyor muyuz gerçekten? Bu ekonomik sistemin aygıtlarını kullanarak elde ettikleri bir tür kutsallık (!), dokunulmazlık sayesinde mafyavari oluşumların, tarikatların gözümüz önünde güçlenmesine şaşırmamak gerek. Koca koca kanun maddeleri bu sistem içinde eritilmiştir. Hammurabi’den bu yana insan öldürmek, mal çalmak en büyük suçtur. Devlet içinde yer alan gruplar da yapsa, suç örgütleri de yapsa suçtur. Bunun önüne geçmek için neo-liberal politikalarla beslenen ekonomik düzen değişmelidir. Kar üretme mekanizmaları ortadan kalkmalıdır. İşte o zaman bir yeniden doğuştan, temizlikten, arınmışlıktan bahsedebiliriz. Yoksa, “Tamam ama bu düzen değişmez” der, otururuz. Dünyada değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.

Dünyadaki yerimizi yitirmedik ve güçlü olan biziz.       

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi