Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

%3 – Küresel Gelir Eşitsizliğinin Distopyası

Kurduğumuz modern dünya, küresel eşitsizliği büyüten, derinleştiren ve sınıflar arası uçurumu belirginleştiren bir sisteme dönüşmekte. Hak edilmiş olana ulaşmamız için önce hak etmiş olmamız, yani belirlenen sınavları geçmiş olmamız gerekiyor. Bu uğurda verilen mücadeleler, psikolojik harpler, umutsuzluk, depresyon, intihar düşüncesine sürükleyen çaresizlik ise sınavın bir parçasıymış, hak etmek için aşılması gereken engellermiş gibi kamufle ediliyor.

Hayatta kalmak ve makul bir hayat sürmek için gerekli ve gün geçtikçe daha zor bulunan, ulaşılması güç donanım zenginler ile yoksullar arasındaki kıran kırana bir savaşın malzemesi haline geldikçe, gittikçe derinleşen bu eşitsizliğin en büyük kurbanı demokrasi olacaktır. (Human species, endangered (2011))

Yüzde üç, ikiye bölünmüş bir dünyanın distopya temalı, izleyici zaman zaman kendi düşünceleriyle çeliştirmeyi başarabilen, iyi veya kötünün net çizgilerle ayırmayan, hak, adalet ve empati kavramlarını farklı boyutlarla yeniden sorgulatan bir bilim kurgu dizisi. Brezilya yapımı dört sezonluk bu dizi post apokaliptik kurgu olarak tasarlanmış. Hikâyeye göre bildiğimiz dünya yaşanması neredeyse mümkün olmayan bir yere dönüşmüştür. Ekonomik problemlerin neden olduğu adaletsizliğin yükselişi, doğal kaynakların yok oluşu, bitmeyen harpler derken teknolojisi ilerlemekte olan insanı tüm bu kaostan koruyabilmek için Açıklar denen, karadan uzak bir cennet inşa edilir. Açıklarda yaşanan modern ve zengin yaşamın karşısında diğer taraf, yani ekonomik açıdan kötü, sefalet ve yoksulluk içindeki Kara yaşamı vardır. Kara’da toprağı işleyebilecek su, yetiştirilebilecek tohum veya gelişebilecek teknolojik olanaklar yoktur. Açıklar ise tıbbı olarak gelişmiş, üzümleri çeşit çeşit yetiştirilebilecek kadar verimliliğe, herkesin huzur içinde yaşayabileceği adil bir sisteme ve akla gelebilecek envai çeşit varlığa sahiptir. Açıklar, adil sistemin yaratılabilmesi, mülkiyet uğruna ataerkil bir sisteme dönüşmemek için, bildikleri dünyanın sonunun gelmesine neden olan insanlığın yaptığı hatalara önlem olarak ve bireyi, bir anne ve babadan doğmuş olmanın hak edilmiş avantajlarından ve dezavantajlarından ayrıştırmak adına kendilerini kısırlaştırmış %3’lük elit bir toplumdur. Açıklar halkının tüm fertleri, Kara halkından seçilmiş olan bireylerdir.

Seçim sınavı: Süreç

Zenginliğe, refaha, eğitime, yemeğe kısaca her şeye ulaşmak için Kara halkının tüm fertleri 20 yaşına geldiğinde, Açıkların tasarladığı ve “süreç” adını verdikleri çoklu beceri, dikkat, bireysel ve ekip performansı yeteneklerini ölçen bir sınava girme hakkı kazanır. Ölüm riski dahi barındıran bu sınavları geçen bireyler, refah içinde yaşanan %3’lük elit kısmında yaşamaya başlayabilir. İkinci bir şansı olmayan halkın %97’lik kısım ise “Süreç sonrası hayata uyum için çocuk yapın.” tavsiyeleriyle sefalet içindeki düzenlerine geri gönderilir. Lakin görünen tüm güç farklılığına rağmen ortada güçlünün güçsüzü sömürdüğü bir düzenden bahsedilemeyeceğinden, hak ve adalet kavramları yeniden tartışmaya açılıyor.

Açıklar toplumu zenginliğe sahip ve bu zenginliği adil kılabilmek için doğurganlık hakkından vazgeçmiş; Kara halkını sömürmeden onlara da Açıklar’a gelme şansı tanımış durumda. Hatta bir asırdan uzun bir zamandan süreğen bu sınav sisteminin oluşturan ve Açıkları kuran “Kurucu Çift”in kendi çocukları dahi adaletin korunabilmesi için Kara’ya geri gönderilmiş. Kendi düzenlerinde herkes eşit şartlar içinde yaşıyor. Kara halkı, Açıkların sahip olduğu imkanlara sahip değil, ancak onlarda yoksulluk şartları eşit yaşıyorlar. Açıklar (sınav anı haricinde) Kara halkını hiçbir koşulda sömürmüyor. Her ne kadar birbirinden izole iki toplum olsalar dahi ikisi arasındaki imkân adaletsizliği rahatsızlık veriyor, ancak iyi ve kötü ayrımını yapmayı da zorlaştırıyor.

Sınıf farkı distopik bir düzen getiriyor

İlerleyen bölümlerde, sürecin/sınavın yüzde yüz adil olamayacağı açıkça görülse de Kara halkı, yaşamı için tek umudun süreci geçmek olduğuna inanmış. Bu yüzden çocuklar doğdukları andan itibaren süreç için hazırlanıyorlar. Oyunlarını süreci geçmek için oynuyor, süreci geçtikten sonraki hayatlarını tasvir eden resimler çiziyor, birbirlerini kışkırtmak için dahi süreci kullanıyorlar. Sürecin varlığına ve yaşamın onu geçtikten sonra başlayacağına inançları tam. %3’ün refah içinde yaşayabildiği distopik dünyanın gerçekçi yanlarından biri de inancı kullanarak kitleleri kontrol etmeyi başarmış olması. Açıklar’ı kuran kurucu çift, zamanla gerçek olmayan bir yüceliğe ulaştırılarak, ilahi olana ve kuralları sorgulanmaz olana dönüştürülüyor. İnsan olma halinden çıkarılan kurucu çift kutsallaştıkça, Kara halkının imanına dönüşüyor. Sınavı geçerek ulaşmaya çalıştıkları cennet ise Açıklar oluyor. İlahlaşan bu kurucu çiftin, kurdukları cennetin ilk günahkârları olduklarının açığa çıkması adaleti savulan Açıklar’ın adilliğini kökten irdelemeye itiyor. Cennetin/Açıkların inşa edilebilmesi ve sürdürülebilmesi için önce Kara’yı cehenneme dönüşmesine izin vermiş olmaları ise tüm sistemi sorgulayan ve değiştirmek için harekete geçen karakterin motivasyonuna dönüşüyor.

Sürece giren, geçen ve geçemeyen karakterlerin kendi yolculukları, refah içinde yaşayan elit kesim olmak uğruna verdikleri savaş, cennetin vaadiyle yaşarken kayıp giden yıllar, hayat boyu tek hedefleri olan sürecin bitiminden sonra düştükleri manevi ve fiziki yokluk günümüzde yaşadığımız toplumun içinden de tanıdık geliyor. Dizide sınıf farkının büyümesiyle aşinalığımızın arttığı bu mücadele distopik düzende tek yolmuş gibi hissettiriyor. Günümüzde de yoksullar ve yeterli imkanları olmayanlar ile varlıklılar arasında derinleşen ve büyüyen uçumu geçebilenlerin sayısı da her geçen gün azalıyor. Ekonomik dengesizliğin büyümesi sahip olunan insani hakların sürdürülmesinin önünde engele dönüşüyor.

Eşitlikçi demokrasiye ne olacak?

Diğer grupların söz hakkı olmadığı, %3’lük kesimin kararları verdiği sistemde, organizasyon ya da politikayı şekillendirmede eşit hak sunan demokrasiyi sadece Açıklar Konsey’inde görebiliyoruz. Açıklar ve Kara birbirinden izole iki topluluk olarak yaşaması rağmen, karar mekanizmasının Açıkların istekleri ile işiyor; Kara’da ise anlık güçlü olan söz sahibi.  Bauman’ın “Human species, endangered” (İnsan türü tehlike altında) makalesinden uyarlayarak bahsettiği gibi; hayatta kalmak ve makul bir hayat sürmek için gerekli ve gün geçtikçe daha zor bulunan, ulaşılması güç donanım zenginler ile yoksullar arasındaki kıran kırana bir savaşın malzemesi haline geldiğinden, gittikçe derinleşen bu eşitsizliğin en büyük kurbanı demokrasi oluyor. Açıkların kurduğu organizasyonun içinde Kara’dan kimsenin söz hakkı olmuyor. Kara’dan Açıklar’a seçilmeyi başarmış olanlar ise “hak edilmiş” eşitliğin ardından Kara’yı düşünmez hale geliyorlar.

Finale doğru yaklaşırken, Açıklar’a/cennete kabul sürecinde yüzde yüz adaletin olamayacağını anlayan Kurucu Çift’in pişmanlığını görebiliyoruz. Ancak kendi yarattıkları düzen onları kutsallaştırarak, Çift’in asıl söylediklerinin de duyulmamasını sağlıyor. Yukarıda makalenin son sözünde dediği gibi, toplumsal eşitsizlikler, modern projenin mucitlerinin yüzünü utançtan kızartıyor; Kurucu Çift kendi modern projesinden pişman oluyor.

%3’lük kesim kurgu mu, gerçek mi?

2010’lu yılların başında dünyanın en zengin beşte birlik nüfusu toplam küresel gelirin %74’ünü alırken, en yoksul beşte birlik kesim %2 ile yetinmek durumundaydı. 2020’li yılların başında bu oran %1’lik dilime gerilemiş durumda. Yoksul ve orta sınıf olarak tanımlanan kesimler bir sınıf oluşturmaz ve aynı gelir düzeyi aralığını paylaşırken, %1’lik küresel elit kesim küresel gelirin neredeyse tamamına sahip konumda. Kurduğumuz modern dünya, küresel eşitsizliği büyüten, derinleştiren ve sınıflar arası uçurumu belirginleştiren bir sisteme dönüşmekte. Hak edilmiş olana ulaşmamız için önce hak etmiş olmamız, yani süreci/sınavları geçmiş olmamız gerekiyor. Bu uğurda verilen mücadeleler, psikolojik harpler, umutsuzluk, depresyon, intihar düşüncesine sürükleyen çaresizlik ise sınavın bir parçasıymış, hak etmek için aşılması gereken engellermiş gibi kamufle ediliyor. Böylece hak edilmiş olanı hak etmek için neden kurgulanmış bir sürecin içine girildiğinin, yani neden küresel kaynaklar ve küresel gelir adil dağılmıyor sorgulamasının önüne geçiliyor. İçinde bulunduğumuz koşullar içinden baktığımızda, distopik kurgu dizi olarak sunulan %3’lük oran üstü kapatılan gerçek tabloya kıyasla iyimser bir tablo dahi denilebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi