Ahmaklaşan insanlık, cinleşmiş ahmaklık: DON’T LOOK UP

Eğlencenin, küresel yok oluş dâhil her tür içeriğin sunumunda önkoşul haline geldiği; kıyameti dahi kazanca tahvil etmeye hevesli bir tekno-kapitalist irrasyonalitenin ne yapılsa-edilse de önünün alınamadığı; “kâr-büyüme-kalkınma” körlüğü, sağırlığı, kalpsizliğinde bir “cinler düzeni”nin yeryüzüne cehennemi indirdiği bir toplumsal hercümercin, bir insanî hazan mevsiminin hicve vurulmuş dökümü Don’t Look Up.

“Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. (…) Gafillerin ta kendileridir bunlar” (Kur’an/A’raf: 179; Yaşar Nuri Öztürk Meali, 1994).

İki gün önce Netflix’te izleyiciyle buluşan Don’t Look Up (“Yukarıya Bakma”), küresel tüketim kapitalizminin iki çıktısını kafa kafaya vuran bir acı-güldürü. Bu iki çıktıdan birincisi, “yeryüzüne ölümü indirmiş” olan ekonomi-politik işleyişin yol açtığı çevresel kıyamet (“Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm//Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz//ya dünyamıza inecek ölüm” [N. Hikmet]).

İkincisi ise “MEŞ Çağı”, yani medya, eğlence ve şovun endüstriyel-kültürel ablukası altında ahmaklaştırılmış insan toplumsallığı.

Ahmaklaştırma (stupidification) bir süreç ve durum olarak televizüel/dijital görsel kültürün insanlığa maliyeti… Bilgiden çok seyre, düşünmeden çok görünmeye, hakikatten çok hayale (imaja), çalışıp emek vermekten çok chat’leşip eğlenmeye, kafa yormaktan çok “Yorma kafanı” telkinine, “Ben kimim” sorusundan çok “Nasıl görünüyorum” sorusuna meyyal insanlık halinin sonucu.

Cihazları akıllılaştıkça kendisi ahmaklaşmış insanın dünyasında gerçeklik yok artık, gerçeklik gösterisi (realite-şov) var. Hakikat yok artık, hakikat-aşımı/aşınımı (post-truth) var. İnsanî ilişki, diyalog, etkileşim yok, bitimsiz bir maskeli balo var. Samimiyet yok, selfie var. Kalıcılık yok, geçicilik var. Bilim ve düşünce yok, bilimin ve düşüncenin magazinelleşmesi var.

Nihayet toplum yok, sessiz bir yığınsal karanlık var.

Kâr-büyüme-kalkınma körlüğünde bir cinler düzeni

Tüm bu yukarıda sıraladıklarımız Don’t Look Up’ta, Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sından (1932) Toffler’in “Şok: Gelecek Korkusu”na (1970), Baudrillard’ın “Sessiz Yığınların Gölgesinde”sine (1978) ve Postman’ın “Televizyon: Öldüren Eğlence”sine (1985) kadar, geçtiğimiz yüzyılı başından sonuna sîgaya çekmiş bir dizi “yazılı kültür incisi”nden çağrışımları akla getirerek, sekans sekans sunulmaktalar.

Eğlencenin, küresel yok oluş dâhil her tür içeriğin sunumunda önkoşul haline geldiği;

Kıyameti dahi kazanca tahvil etmeye hevesli bir tekno-kapitalist irrasyonalitenin ne yapılsa-edilse de önünün alınamadığı;

“Kâr-büyüme-kalkınma” körlüğü, sağırlığı, kalpsizliğinde bir “cinler düzeni”nin yeryüzüne cehennemi indirdiği bir toplumsal hercümercin, bir insanî hazan mevsiminin hicve vurulmuş dökümü Don’t Look Up.

(Dikkat, spoiler!)

Film, Michigan Üniversitesi’nde astronomi doktora öğrencisi olan Kate Dibiasky (Jennifer Lawrence) ile hocası Dr. Randall Mindy’nin (Leonardo DiCaprio) birkaç ay içerisinde dünyaya çarparak yaşamı topyekûn yok edecek çok büyük bir kuyruklu yıldız tespit etmesiyle açılıyor. Ve onların, tepeden (Beyaz Saray’dan) tırnağa (medyaya-sokağa) eğlence-gösteri-para-çıkar ve iktidar hırsına gömülmüş bir toplumda çevrelerine uyarıda bulunma, yetkilileri önlem almaya sevk etme yolunda nafile çırpınışlarıyla akıp gidiyor.

Önce ilgili resmî makamlara baş vurarak kıyametin gelişinden onları haberdar etmeye çabalıyorlar. Ardından kendilerine NASA’dan katılan bir üçüncü bilim insanıyla (Rob Morgan) birlikte Beyaz Saray’ın yolunu tutuyorlar. Gelgelelim yollarına karşıcı çıkan, yakınlarda yapılacak Kongre seçimlerine ilişkin kaygılarla ve kampanya telaşıyla sarmaş dolaş halde yozlaşmış ve “ahmaklığın iktidarı”nı (idiocracy) temsil eden bir Başkan (Meryl Streep) oluyor.

Devletten hayal kırıklığı içindeki kahramanlarımız, insanları olup biteceklerden haberdar etme sorumluluğu ve yükümlülüğündeki medyadan medet umarak oraya yöneliyorlar. Lâkin orada da bilginin hayatî öneminden çok ticarî getirisini, gerçekliğinden çok gösterişini, ciddiyetinden çok reytingini dert eden bir “medya adabı”nın duvarına tosluyorlar. Bizim buralarda da sabah vakti bol bol ekranları dolduranlara benzer bir haber-şov programı, “Günlük Fırt”ta(The Daily Rip) şöyle “harcanıyorlar”:

(Kuliste)

   “-Dr Mindy ve Bayan Dibiasky, sizi alacağız, keşfettiğiniz gezegeni anlatacaksınız.

    -[Mindy] Kuyrukluyıldız keşfettik. … [Dibiasky] Ne anlatacağımızı biliyorlar değil mi?!

   -Elbette. Jack ve Brie bilim köşesi yapmaya bayılır. Yeter ki eğlenceli olun. Jack ve Brie eğlenceyi sever.”

Bir kaşık Xanax, Kıyamet’e iyi gelir!

(Stüdyoda yayında)

“-[Erkek sunucu] Önce bir şey sormak istiyorum. Meraktan çatlayacağım. Uzayda hayat var mı? Var mı yok mu? Son karar! [Gülüşmeler]

-[Dr. Mindy] Elimizde veri yok. Ama tabii uzay büyük, neden olmasın.

-Bu adamı severim demiştim. [Yanındaki kadın sunucuya dönerek] Elli dolar sökül!..

-[Dr. Mindy] Aman ha, UFO falan demiyorum yalnız.

-[Kadın sunucu] Lütfen şuna çanak tutmayın Dr. Mindy, yoksa bu program bitmez. [Gülüşmeler] … Herald’da yeni bir haber yayımlandı, ikinizin çok önemli bir keşfini anlatıyor.

-[Dr. Mindy] Öğrencim Kate süpernova gözlemleri sırasında son derece sarsıcı, hayatta bir kere denk gelecek bir keşif yaptı.

-Ne buldunuz bize anlatın Bayan Dibiasky.

-[Dibiasky] Evrenin büyümesini hesaplamak için, patlayan yıldızları gözlemliyordum ve daha önce görmediğim bir şey tespit ettim. Bir kuyrukluyıldız. Çok büyüktü. Doğrudan dünyaya geliyor ve çok büyük ihtimalle çarpacak.

-[Erkek sunucu] Kulağa epey heyecanlı geliyor. Patlayan yıldızlar falan, demek yıldızlar patlıyor. Bu şey ne kadar büyük? Bir evi yok edebilir mi?

-[Dr. Mindy] Tüm gezegene hasar verecek boyutta. Sadece bir eve değil.

-Madem hasar verecek, acaba New Jersey sahilindeki belli bir eve düşmesi mümkün mü? Eski eşimin evi. Rica etsem olur mu!.. [Gülüşmeler]

-[Kadın sunucu] Hadiii, Shelly ile ilişkileriniz iyi. Kes şunu. [Gülüşmeler]

-[Erkek sunucu] Tamam, ama evin parasını ben ödedim… …

-[Dibiasky, araya girerek] Pardon, ama dediğimiz anlaşılmadı mı?! Size tüm gezegenin yok olmak üzere olduğunu anlatmaya çalışıyoruz!..

-[Kadın sunucu] Peki. Yani, şöyle ki bizim olayımız budur. Kötü haberleri eğlenceli sunarız.

-[Erkek sunucu] Acı ilacı içmeyi kolaylaştırıyor. İlaç demişken, yarınki konuğumuz…

-[Dibiasky, yine araya girerek] Belki de gezegenin bütünüyle yok olması eğlenceli olmamalı. Belki de korkunç ve sarsıcı olmalı. Sabaha kadar uyumayıp her gece ağlasak yeridir. Çünkü hepimiz yüzde 100 gebereceğiz ulan!.. [Ağlayarak stüdyoyu terk eder]

-[Kadın sunucu] Normalde de hep böyle midir?

-[Dr. Mindy] Belki ekstra Xanax’ımı ona versem iyi olurdu.

-[Erkek sunucu] Sende fazla yoksa bizde fazlasıyla var. [Gülüşmeler]

-[Kadın sunucu] Bir kaşık Xanax acı ilacı içtirir, haksız mıyım? [Gülüşmeler/kahkahalar] Seni programa yine çağıralım, seveceğimi biliyordum. Pekâlâ. Yakışıklı gökbilimciye kapımız her zaman açık, ama bağıran hanımefendi, bir daha gelmese iyi olur!..”   

‘Ölüm taşı’nı da satmak ister kapitalizm

Sonrası mı? Aynen bizde de 1999 Marmara Depremi’nin dehşeti içerisinde ekranlarda öne çıkan deprem profesörlerinden “en seksi erkek” tiplemeleri devşirildiği gibi, kıyamet uyarısında bulunan gökbilimci de “seksi profesör” olarak şöhret şerbetini içmeye, yanı sıra kadın sunucu (Cate Blanchett) ile yasak ilişkiye evriliyor.

Benzer şekilde, yine nasıl ki bu memlekette Korona kıyametini iktidar-beka-kâr ve büyüme yolunda fırsata dönüştürmekten başka gözü bir şey görmeyen siyasi ecinniler olduysa; filmde de bir seks skandalının açığa çıkmasıyla seçim tehlikeye girdiğinde bu büyük felaketten yararlanma cinliği sergileyen bir Başkan çıkıyor karşımıza. Ama bunun da ötesinde “ölüm taşı” olarak dünyaya çarpacak bu kuyruklu yıldızı ticari kaynağa, metaya, sermayeye dönüştürmeye hevesli, Başkan’ın da en büyük maddi destekçisi olan bir tekno-milyarder (Mark Rylance) var ve gidişatı onun gözünü-aklını-kalbini kör etmiş kâr hırsı belirliyor.

Neticede ahmaklaşmış insanlık başını gökyüzüne çevirip yukarı bakmama telkinlerine iş işten geçene kadar uyarken, iktidar sahibi ecinnilerin başka gezegenlere zehirlerini akıtmak üzere dünyadan kaçışlarıyla gelen sona kahkahalarla şahitlik ediyoruz.

Hasılı, gülüyoruz ağlanacak halimize!..

Belki çok derin, rafine ve incelikli olmayan; çok özgün ve işlenmemiş olduğu da söylenemeyecek, ama mevcut küresel ekonomi-politik işleyişin MEŞ endüstrisi marifetiyle insanlığı karşı karşıya bıraktığı distopik tabloyu yine de düşünce kışkırtıcı renklilik ve dinamizmle yansıtan bir yapıt Don’t Look Up.

Es geçmemekte, ilgi yöneltmekte yarar var.

(Zikredilen kaynaklar: Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya [Çev. Ümit Tosun], İthaki, 2014; Alvin Toffler, Şok: Gelecek Korkusu [Çev. Selami Sargut], Altın Kitaplar, 1974; Jean Baudrillard, Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu [Çev. Oğuz Adanır], Ayrıntı, 1991; Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence [Çev. Osman Akınhay], Ayrıntı, 1994.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi