Avrupa ile uzatmalı nişanlılık nereye kadar devam edecek?

AB’nin iyi bir proje olduğunu hatta Avrupalılardan bile fazla önemseyen bir kişi olduğumu söyleyerek söze başlayayım. Ancak, son yıllarda iki taraf giderek birbirinden uzaklaşıyor.
Öncelikle meseleyi doğru analiz etmek için, Türkiye - Avrupa Birliği ilişkilerine çok dikkatli bakmakta fayda var. Her şeyden önce bilmemiz lazım ki, Türkiye'ye en çok yabancı sermaye getiren ülkeler AB ülkeleri.
Yabancı sermayede Hollanda 1.sırada, 4. sırada ise artık AB’den ayrılmış olsa da İngiltere geliyor. Listede Lüksemburg, İspanya, Almanya ve Belçika da var. Böyle bakıldığı zaman yabancı sermayenin aslında AB tarafından Türkiye’ye teveccüh gösterdiğini görüyoruz. Hepsini topladığımızda Türkiye’ye giren yabancı sermayenin %40’a yakını Avrupa Birliği’nden geliyor. Zaten %7,7’si de ABD’den geliyor. Yani Batı Ülkeleri en çok sermaye getiren ülkeler.
Şimdi 2013 ve 2020 yılları arasındaki Türkiye ve AB arasındaki dış ticarete bakalım. Ne mutlu bize ki, 2013’ten 2018’e kadar dış ticaret açığı verdiğimiz AB'ye bugün dış ticaret fazlası verdiğimizi görüyoruz. Mesela ilk 5 sırada ihracat yaptığımız AB ülkeleri Almanya, İtalya, Fransa, İspanya ve Hollanda. Tabii, İngiltere artık AB üyesi olmadığı için onu farklı bir kategoride değerlendirmek lazım. Gözüken o ki, Almanya ve İtalya haricinde Türkiye’nin Fransa, Hollanda ve İspanya’ya dış ticaret fazlası verdiği görünüyor. Ayrıca, Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Polonya, Yunanistan, Malta, Danimarka, Hırvatistan ve Çekya dış ticaret fazlası verdiğimiz diğer ülkeler. Demek ki bir zamanlar şikayet ettiğimiz Gümrük Birliği bize bu açıdan fayda getiriyor.
Ancak bugün baktığımız zaman, bu gömlek artık dar geliyor diyebiliriz. Ayrıca, AB’nin yaptığı anlaşmalarla, Türkiye mağdur oldu desem yanlış olmaz. Mesela AB, doğrudan Meksika ile ya da farklı ülkelerle anlaşmalar yapıyor. Fakat bu nimetlerden Türkiye'nin yararlanması için AB'den herhangi bir çaba ya da adım yok.
O zaman analizi şu şekilde yapalım: Türkiye açısından Gümrük Birliği macerası 1990’ların ortasından 2000’li yılların başına kadar iyi gitti ve Türk sanayiinin standartlarını yükseltti diyebiliriz. AB tüketicisi standardını yükselttikçe Türk üreticileri de bu seviyeye çıkmak için çalıştı. Bunun yanında AB’nin birçok markası Türkiye’ye geldi ve yatırım yaptılar, istihdam yarattılar. Bu süreçte 2 taraf arasında ticari ilişkiler gelişirken aynı zamanda 2013 yılına kadar diplomatik ilişkilerin olumlu seyrettiğini gördük.
Mağduriyetimizi nasıl gideririz ?
Maalesef 2013’ten sonra iki taraf arasında gözle görülür diplomatik ve siyasi gerginlikler baş gösterdi. AB tarafı, ticaret anlaşmalarını kendi başına yapmaya başladı. Hal böyleyken Türkiye bir cenderenin içine alındı, mağdur edildi.
Şimdi bu mağduriyetin giderilmesi için 2 yol var diyebilirim;

  • Zor olan yol: AB anlaşma yaparken, Gümrük Birliği üyesi olan diğer ülkelerde bu kapsama dahildir kararı alması ama bu çok mümkün görünmüyor.
  • Kolay olan yol: Türkiye’nin Gümrük Birliği çerçevesinde AB’ye ihracat imkanlarını artırmak ve bazı maddeleri Türkiye’nin lehine geliştirmek.
    Açıkçası son zamanlarda Türkiye’nin ciddi bir kaybı oluştu. AB'nin imzaladığı serbest ticaret anlaşmaları nedeniyle rakiplerine karşı pazar kaybediyor.
    Şunu da hatırlatarak bitireyim Ankara Anlaşması imzalanırken kimsenin dikkat etmediği bir madde var. Türkiye imtiyazlı üye olabilir. Bu önemli detayı Prof. Dr. Çağrı Erhan birkaç kere makalelerinde değerlendirdi. Yani, AB’ye tam üyeliği yapılmasa da Türkiye’nin imtiyazlı bir ortak olarak tanımlanması ve bu tanımlama doğrultusunda da ticari olanaklarını geliştirmesi gerekiyor.
    Eğer bu yapılırsa AB’ye istikrarlı şekilde dış ticaret fazlası veririz. Belki de böyle bir gelişme Türkiye’nin kronik döviz açığı sorununu çözecek bir sonuç yaratabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Alkin Arşivi