BİLİNÇLİ YANLIŞLAR

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu kendisiyle ilgili bir belgesel için verdiği röportajda “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorunu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz. Erdoğan bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var. Parlamentoya gelmiş, dolayısıyla parlamentonun içinde bulunuyor görevini yapıyor. Dolayısıyla eğer bu sorun çözülecekse meşru bir organla da biz bu sorunu çözebiliriz; bu düşüncedeydim.” ifadelerini kullanması yeni ve hararetli bir tartışmayı başlattı.
Bir yandan Kürt sorununda “muhatap” kim olmalı tartışması yaşanırken, öte yandan da HDP’nin “meşru” olarak görülüp görülemeyeceği konusunda sert açıklamalar yapıldı.
Bazı siyasi yorumcular ise Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasının arkasında yatan nedenlere odaklanmayı tercih etti. Özellikle iktidara yakın yorumcular bu sözleri Millet İttifakı’nın HDP’ye önümüzdeki ilk seçimlerde muhtaç olmasına bağladılar. Onlara göre seçim yaklaştıkça Millet İttifakı HDP’ye daha başka jestler de yapmak zorunda kalacak.
Bu tartışmalar esnasında benim açımdan en dikkat çekici husus, çok sayıda yorumcunun hala yüzde 50 + 1 sisteminin ve ittifakların matematiği konusunda kafalarının ve söylemlerinin karışık olmasıydı. Aslında bu kafa ve söylem karışıklığını özellikle iktidar medyasının geleneksel konusu haline gelmiş bulunan “muhalefetin cumhurbaşkanı adayı kim olacak” tartışmalarının tamamında gözlemlemek mümkün. Hem iktidara hem de muhalefete yakın duran çok sayıda yorumcu büyük ölçüde bilinçli bir biçimde bu karışıklığı besliyorlar. Bu nedenle 30 Mart 2016 yerel seçimlerinin hemen sonrasında başlayan cumhurbaşkanlığı adayı ve muhalefet partilerinin olası tutumlarına dair tartışmalar içinden çıkılamaz bir meseleye dönüştü.
Peki konu gerçekte bu kadar karmaşık mı? Tabi ki değil. Olayı karmaşıklaştıran şey bazı bilinçli yanlışlar aslında.
Kısaca özetleyecek olursak; iktidar tarafındakilerin ortak kurgusuna göre yüzde 50+1 zorunluluğu nedeniyle HDP’nin desteği olmaksızın Millet İttifakı’nın hiçbir siyasi değeri yok, çünkü HDP olmadan Cumhurbaşkanı seçmeleri imkansız. İYİ Parti ve HDP arasındaki doku uyuşmazlığı nedeniyle bunu yapamayacakları için de muhalefetin başarılı olma şansı yok.
Muhalefet yorumcuları ise tersinden giderek benzer değerlendirmelere ulaşıyorlar. Onlara göre de yüzde 50+1 nedeniyle tüm muhalefet birlikte hareket etmeli, şimdiden anayasa taslağını ve cumhurbaşkanı adayını açıklamalı. Ama bunu yapamadıkları için onlar da muhalefetin başarısız olacağını ima ediyorlar.
İlk bakışta mantıklıymış gibi duran bu argümanlar aslında bir kolektif yanlışın üzerine inşa ediliyor. Yorumcular nedense ısrarlı bir biçimde ittifakları Cumhurbaşkanlığı seçimi ile özdeşleştiriyorlar ve diğer tüm değerlendirmelerini bu yanlıştan türetiyorlar.
Yasaya göre seçim ittifakı milletvekili seçiminde birlikte hareket etmek için kuruluyor, öyle sözlü bir anlaşmayla falan da değil yazılı bir protokolle. İttifak kuran partiler bu protokolü YSK’ya veriyorlar ve YSK’da seçim barajını hangi partilerin aştığını ve milletvekili dağılımını bu ittifakları baz alarak belirliyor. Ama Cumhurbaşkanlığı seçimi için böyle bir düzenleme yasada öngörülmemiş.
Cumhurbaşkanı’nın halk oyuyla belirlendiği ilk seçim olan 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde, henüz ittifak düzenlemesi sistemimizde yokken CHP ve MHP ortak aday göstermişti. 2018’de ise daha enteresan bir şey yaşandı. Millet İttifakı yasal olarak kurulmuş olmasına rağmen ittifak ortakları farklı adaylarla cumhurbaşkanlığı için yarıştı.
Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde partiler arasında gerçekleşen ortak davranma siyasetini “ittifak” olarak değil, bir seçim iş birliği şeklinde isimlendirmek ve değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Bu hatırlatmadan sonra, bilinçli yanlışların sonucu oluşan sis tabakasını dağıtmaya katkıda bulunmak umuduyla bazı düzeltmeler yapmaya çalışalım:

  1. Millet İttifakı’nın büyüme ihtiyacı Cumhur İttifakı’ndan daha fazla değil. Şu an her iki ittifakın oy oranı birbiriyle eşitlenmiş durumda. Aslında her iki ittifakın büyümeye ihtiyacı da yok. Çünkü ittifak özü itibariyle seçim barajını aşmada avantaj sağlıyor ve her iki ittifakın oy oranı da seçim barajının üstünde.
  2. Öte yandan HDP’nin de bir ittifak içinde yer almaya ihtiyacı yok, çünkü 2015’ten bu yana yapılan üç genel seçimde yüzde 10 barajını rahatlıkla aşabildi. Halihazırda da baraj sorunu yok.
  3. Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanlığı yarışını kazanması için HDP’yi ittifaka dahil etmesine gerek yok. Her şeyden önce Anayasamıza göre Cumhurbaşkanlığı yarışının ilk turda bitmesi gerekmiyor. Ayrıca geçen seçimde olduğu gibi Sn. Erdoğan’ın ilk turda kazanma olasılığı da şu an pek söz konusu değil. Dolayısıyla Millet İttifakı’nın adayının ilk turda HDP tarafından desteklenmemesi, otomatik olarak seçimin Cumhur İttifakı tarafından kazanılması sonucunu doğurmayacak. Seçim ikinci tura kalacak ve ikinci turda parti genel merkezlerinin tutumundan çok seçmenin bağımsız kanaati seçim sonucunu belirleyecek.
    Çözüm Süreci’nin sona ermesinden itibaren iktidarın çok sayıda uygulaması ve söylemi nedeniyle HDP seçmenlerinin duygusal olarak Sn. Erdoğan’dan oldukça uzaklaştığını gösteren çok sayıda araştırma verisinin olduğunu da hatırlamakta fayda var.
  4. Tartışmalarda hep Millet İttifakı’nın seçimi kazanamama riski üzerinde duruluyor, oysa ki Sn. Erdoğan’ın seçimi kaybetme riski çok daha büyük. 2017 referandumundan bu yana gerek Sn. Erdoğan’ın kişisel oyu gerekse de AK Parti’ye yönelik kamuoyu desteği düzenli olarak aşınıyor. Önümüzdeki süreçte bu trendi tersine döndürebilecek adımlar şu ana kadar atılamadığı gibi; başta ekonomi olmak üzere, demokrasi, insan hakları, yolsuzluk iddiaları, adam kayırma, hukuk sistemine duyulan güvenin azalması vs. gibi çok sayıda nedenle önümüzdeki süreçte aşınmanın devam etmesi daha olası.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi