Justitia virtutum regina (*)

Osman Kavala tam 1422 gündür tutuklu. Selahattin Demirtaş 1783 gündür demir parmaklıklar arkasında.
Neden? Çünkü Türkiye’de adalet yok.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kavala’nın da Demirtaş’ın da serbest bırakılması için defalarca yaptığı çağrıyı yineledi geçen hafta.
Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Kavala'yla ilgili kararının uygulanmaması nedeniyle Türkiye'ye ihlal prosedürü başlatılması gerektiğini ifade etti. Ancak Komite, ihlal prosedürünü karara bağlamadan önce Kavala'nın serbest bırakılıp bırakılmayacağını görmek için aralık ayında yapılacak oturuma kadar bekleyecek.
Hatırlayalım, AİHM, 10 Aralık 2019 tarihli kararında, Kavala'nın "makul şüphe olmadan, siyasi nedenlerle tutuklandığı ve bireysel başvurusunun makul sürede incelenmediği" gerekçesiyle, bu durumun hak ihlali olduğunu belirtmişti.
Bakanlar Komitesi, Demirtaş'ın serbest bırakılması için ise Türkiye'ye 30 Eylül'e kadar süre verdi ve Demirtaş hakkındaki mahkumiyet kararının bozulmasını talep etti.
AİHM’e göre Osman Kavala’nın tutukluluğu, bir sivil toplum aktivisti olarak esasen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından korumaya alınmış hak savunuculuğu çalışmalarını durdurmak ve kendisini susturmak amacı güdüyor.
Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu ise muhalif bir politikacı olarak çalışmalarını engellemek ve ülkedeki çoğulcu demokratik tartışma ortamını bastırmak amacı taşıyor.
İktidarın, tümüyle kontrolü altına aldığı yargıyı siyasi muhaliflerini ve eleştiri odaklarını sindirmek ve susturmak için bir silah olarak kullandığı ortada. Kavala davası da Demirtaş davası da hukuken sakat siyasi davalar. İntikam davaları. Kavala da Demirtaş da iktidarın tutsağı adeta.
Her iki dava da siyasi kin ve nefret üzerine inşa edilen hukuk parodileri. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin yargı erkinin bu kin ve nefretin oyuncağı haline getirilmiş olmasından hep birlikte utanç duymalıyız.
Avrupa Konseyi’nin Türkiye’ye karşı başlatabileceğinin işaretini verdiği ihlal prosedürü Türkiye’nin Konsey organlarındaki oy hakkının veya Konseye üyeliğinin askıya alınmasından, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisindeki milletvekillerimizin görev belgelerinin tanınmamasına, hatta ülkemizin AK’dan ihraç edilmesine kadar varabilecek bir süreç. İhlal prosedürünün nasıl bir süreç içerdiğini merak edenlere değerli meslektaşım Büyükelçi Erdoğan İşcan’ın dün T24’de yayınlanan kapsamlı yazısını okumalarını salık veriyorum.
İhlal prosedürünün başlatılması ülkemiz için bir utanç vesilesi olmakla kalmayacak, Türkiye’de hukukun sürekli olarak çiğnendiği algısının bugüne kadar verdiği maddi ve manevi zararları da üçe beşe katlayacak kuşkusuz. Anlayanlar anlamayanlara anlatsın lütfen… “Hukuk olmayan yere yatırım matırım gelmez” derseniz anlayabilir belki dini imanı para olanlar.
Yalnız bu davalar mıdır yargının yürütmenin emrine girdiğinin örnekleri? Tabii ki hayır.
Vaktiyle elbirliğiyle yargıya yerleştirdikleri FETÖ’cü (o zaman bunlara FETÖ’cü denilmezdi, “alnı secdeye değen” yol arkadaşlarıydı hepsi) savcı ve yargıçlar yoluyla Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı kin ve nefretle yürüttükleri Ergenekon, Balyoz ve benzeri intikam davalarını hatırlayalım. Hani “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” dedikleri kumpas davalarını.
Rahip Brunson davasını hatırlayalım. Hani “Ver papazı, al papazı” hikayesini.
Veya Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel davasını. Hani Erdoğan’ın Yücel’in Almanya’ya iade edilmesine ilişkin soruya “Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla” (Türkçesi: mahkeme benim karşı olduğum bir karar veremez) diye yanıt verdiği davayı. Erdoğan hala o makamda, Deniz Yücel Almanya’da.
MİT TIR’ları davasını hatırlayalım. Hani TIR’larda bulunan silahların fotoğrafları yayınlandığında Erdoğan’ın, 'casusluk faaliyeti' diye tanımladığı habere tepki göstererek, "Bu casusluk faaliyetinin içine o gazete de girmiştir. Haberi yapan bedelini ağır ödeyecek" demesiyle başlayan davayı.
Çorlu tren kazası davası. Hani sorumluların peşine düşüleceği yerde, kazada oğlu ve eski eşini kaybeden ve “Üç maymunu oynuyorlar. Saray’ın soytarıları” dediği için ‘mahkeme heyetine hakaret’ gerekçesiyle acılı anne Mısra Öz’ün ifadeye çağrıldığı ve mahkemece para cezasına çarptırıldığı davayı…
Yerim daraldı. Hepsinin ayrıntısına girmem mümkün değil. Şenyaşar’lar davası, Çağdaş Hukukçular Derneği davası, Nadira Kadirova davası, Ceylan Önkol davası, Feray Şahin davası… Daha çok var. Biliyorum.
AKP dönemi bir adaletsizlik, hukuksuzluk ve yargıya verdirilen keyfi kararlar dönemi olarak anılacak ve tarihe geçecek besbelli.
Ama iktidar böylesini tercih etti. Onun seçimidir bu.
Bedelini de tarih ve toplumsal vicdan karşısında öder kuşkusuz…
(*) Adalet erdemlerin kraliçesidir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi