Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“BİZ EGOYA KISA TASMA BAĞLAMAYI ÇOCUKKEN ÖĞRENDİK”

Kendisiyle yıllar önce bir tiyatro oyunu vesilesiyle röportaj yapma şansım olmuştu ama ondan sonra hiç bir araya gelemedik. Hep istediğim, nevi şahsına münhasır olan bu adamla uzun uzun sohbet etmekti. Hayat yolculuğunu ve yaşadıklarını hep merak ettim. Hâlâ hep aynı ‘insan’ olarak nasıl bu sektörde kalabildiğini düşündüm. Bugüne kadar yapmış olduğu her projede onu izleyince yüzümde bir anlam ve tebessüm oluştu. Çok bizden biriydi. Her oynadığı projede farklı ve iyiydi. Özellikle son yıllarda Güven Kıraç ile birlikte yaptıkları programları izledikçe onlarla birlikte yolculuklara çıkmak ne güzel olurdu diye de hayaller kurdum. Kim bilir belki bu hayalim de gerçek olur. Çünkü Erkan Can ile Gemlik’te uzun bir sohbetin içinde buldum bile kendimi… Hayal gibiydi, gerçekleşti. Kendisiyle çocukluğunun, gençlik yıllarının, tiyatro günlerinin, dizi ve film setlerinin olduğu geçmişten bugüne uzanan keyifli ve tadına doyulmaz bir sohbetin içinde kaldım. Sayfamızın yettiği kadarıyla sohbetin bir kısmına siz de şahit olun istedim. Erkan Can ile sizleri baş başa bırakıyorum. Herkese iyi pazarlar...

Ne güzel sizle memleketimizde buluşmak. Hemşeriyiz, bu durumdan dolayı çok mutluyum. Gemlik sizin için ne ifade ediyor?

Gemlik benim çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği yer. Yaklaşık 30 senedir buralara gelmiyorum. Öyle bir içinden geçiyordum ama bu şekilde kalmamıştım. Tabii ki anılarım depreşti, gençliğime geri döndüm. Gemlik, Kumla, Büyük Kumla, Küçük Kumla işte Hasanağa Koyu daha ileri gidersen Armutlu, Sandıklı’ya kadar gider. Şu an gördüğüm her yerde olduğu gibi bir inşaat kirliliği var. Burada da artık ok yaydan çıkmış gibi görünüyor. Biraz canım sıkıldı ama tabii ki çağ ilerliyor, zaman ilerliyor. Zamanla böyle oluyor, bunu durduramayız. Bu davet gelince çok heyecanlandım çünkü Gemlik Körfezi'nde hayatım geçti.

“Gençlik yıllarımda ben izciydim”   

Anılarınızdan neler geçti ve o dönemler neler yaşamıştınız?

Gençlik yıllarında ben izciydim ve burada Hasanağa Koyu'nda Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın tesisleri vardı. 70'li yıllarda her yaz izci kampı yapardık. Gemlik'ten Hasanağa'ya hep yayan yürürdük sonra sırt çantalarımızla.

Ne güzel zamanlarmış…

Çok güzel günlerdi. Burada bir sürü çocukluk arkadaşlıklarım var, Gemlik’e gelince hepsini aradım, yazıştık ve görüştük bazılarıyla ve çok mutlu oldum. İzci bir ağabeyim var Fatih Ağabey 45 senedir hayatımda… Onunla dertleştik ve eski günleri konuştuk.  

“Bu sahilde ayağımın basmadığı yer yoktur”

Duygusal bir buluşma olmuş ne güzel!

Tabii çok duygusal bir buluşma oldu. Bu çevrede Kurşunlu, Gemsaz, Mudanya, Burgaz, Altınkum… Bu sahilde ayağımın basmadığı yer yoktur buralarda.

“Hayalsiz olmaz ki…”

O dönemler nasıl hayaller kurardınız? ''Ya ne güzel çocuklardık, ne güzel çocukluğumuz geçti. Ne büyük zenginlikti'' diyoruz ya, o başka bir duygu ve özlediğimiz zamanlar. Bugüne geldiğimiz zaman hayal kuruyor musunuz hâlâ?

Elbette çok hayaller kurardım, kurardık. O günler özlenmez mi? Hayalsiz olmaz ki hâlâ kuruyorum.

“İzcilik benim hayatımda önemli bir yere sahip”

Neydi o zamanki hayalleriniz?

O zamanki tek hayalim tiyatrocu olmaktı. O yıllarda da tiyatro yapıyordum. Oyuncu olmak için hayalimin peşinden Bursa Devlet Tiyatrosu’nda da kurslara gidiyordum. Devlet Tiyatrosu’nda oynuyordum. Bir sürü oyunda oynadım, büyük rollerde de oynadım. Onun dışında da izcilik yapıyordum ve izciliğe âşıktım, hâlâ da öyle. İzcilik benim hayatımda önemli bir yere sahip. Çünkü izcilik sayesinde disiplinli olmayı, düzenli olmayı, vicdanlı olmayı, doğaya ve insanlara saygılı olmayı, insanlara yardım etmeyi, iyilik yapmayı hep izcilik öğretti bana. İzciler fularları boşuna takmazlar. İzci fularlarının anlamı şudur; bugün mesela bir iyilik yaptığını düşünelim örneğin yaşlı bir kadının fidelerini taşıdın, onu evine kadar götürdün, fideleri yerleştirdin bu bir iyiliktir ve bu iyiliği yaptığın için fularının ucuna bir düğüm atarsın.

“Mustafa Kemal'in söyledikleri, yazdıkları, çizdikleri, düşünceleri izciliğin tam ortasına oturur”

Aaaa ne güzelmiş anlamı!

Yani tamamıyla vicdanla alakalı bir şey bu ve bana bunları izcilik sağladı. Radarınızın hep açık olması, telsizin açık olması, insanın hep uyanık olması, her zaman hazır olmak, her zaman düzenli olmak, tertipli, düşüncesi tertemiz olmak hep bunlar izcilik. Tabii bu Mustafa Kemal'in izinde giden bir izcilik. Mustafa Kemal'in temel inkılapları, Mustafa Kemal'in söyledikleri, yazdıkları, çizdikleri, düşünceleri izciliğin tam ortasına oturur. Yani onun dışında bir şey yapmayız, yapamayız. Ben zıpır bir çocuktum, durduğum yerde durmuyordum. Çok hiperaktif ve çok hızlı yaşadım. İzciliği yaparken de o arada da köyüm hemen İznik Gölü’nün güneyinde Sölöz Köyü’nün üzerinde, derenin içinde Bayırköy yaz tatillerinde de köyde hayvan güderdim, çobanlık yapardım. Doğada olmayı severdim hâlâ seviyorum. Yalnız başımıza ya da iki üç arkadaş cumadan gidip pazar akşamına kadar dağda bir yerde kamp kurardık. Kafa kampı deriz biz ona, severim kafa kamplarını.

“Tiyatroyla 15 yaşında tanışmış oldum”

Köy hayatında geçen bir çocukluk var… O dönem oyuncu olmak nasıl aklınıza geldi, insan köyde bu durumu fark edemez diye düşünüyorum ki o yıllar oyunculuk popüler değil hatta meslek bile değil. Oyunculuk nasıl düştü sizin aklınıza, hayatınıza?

Aklıma, hayatıma düşmesi ağabeylerim sayesinde oldu. Bizim mahallede üniversite okuyan ağabeylerim, eski eğitim enstitüsü talebeleri ağabeylerim bendeki bu durumu keşfettiler. Ve beni Devlet Tiyatrosu’na ''Sen oraya bir git bakalım, bir yazıl, dilekçe yaz, resim çektir'' dediler.  Onların sayesinde biz dilekçe verdik ve tiyatroyla 15 yaşında tanışmış oldum.

Hayatınız değişmiş.

Ve hayalimizi kurmaya başladık böylece. Hayat buraya kadar geldi işte.

“O ağabeylerimiz sayesinde kendimizi geliştirdik”

Ne güzel öyle ağabeylerin olması yoksa köyde bambaşka bir hayatın içinde de kalabilirdiniz.

Benim şansım benim mahallemdeki ünivesite okuyan ağabeylerim oldu. Bizim mahalle Bursa'nın dışı bir mahalleydi, kompakt yaşıyorduk orada. O ağabeylerimiz sayesinde kendimizi geliştirdik.  Kitaplar verirlerdi okumak için, “Sonra gelip soracağız” derlerdi. Böyle bir sokak okulu gibi. Mesela bizim kulübümüzde kaldığımızda öyle okey mokey, kağıt oyunları oynanmaz, oynanır ama briç, satranç, pinpon, bilardo oynardı ağabeylerimiz. Klasik müzik dinlenirdi. Şefik Ağabey’in çok güzel bir seti vardı. Biz o zaman seti ilk defa orada mahallede gördük. Güzel vakitler geçirdik, güzel arkadaşlıklar kurduk. Ve o arkadaşlarımla hâlâ ilişkilerim devam eder.  Hiçbir arkadaşımla bağlantıyı koparmadım.

Sizde çok sevdiğim bir şey bu. Ve bence insan geçmişinden ve çocukluğundan getirdikleriyle hayattan besleniyor diye düşünüyorum.

Kesinlikle!

“Hep iyi bir insan olmaya çalışıyorum”

Bazı insanlar var kariyerinde belirli bir aşamaya geldiği zaman geçmişini siliyor. Ya da eski bağları kopartıyor ve bambaşka bir hayat kuruyor. Oyunculuk çok bıçak sırtı bir meslek ünlü ve popüler olduğunuz zaman bambaşka bir hayat da kurabilirsiniz. Ama siz geçmişle bağlarınızı hiç kopartmadınız, halkla da kopartmadınız yani...

Kopartamayız ki! Geçmişimiz kopartamayız. Hem şahsi hem ülke olarak da geçmişe bakıp geçmişteki hatalarıma bakıp o hataları önümdeki hayat içerisinde yapmamaya çalışıyorum. Hep iyi bir insan olmaya çalışıyorum. Bu da izciliğin ve babamın bana öğrettiği bir durum.  

Mahalledeki ağabeylerim, babam, izcilik, efendime söyleyeyim daha sonra Bursa'da yaptığımız kültürel işler… Ben hep kültürel işlerin içinde oldum. Folklor Derneği, işte 40 senedir de 74'ten beri Bursa Turizm Folklor Derneği'ndeyiz. Ali Sürmeli, ben, Zafer Algöz ile oradaki folklor oyunlarının hikayelerini yaptık.

“Hepimiz direniyoruz”

Eskiden kültürel ortamlar, kültürel atmosfer her şeyi sanki daha dolu doluymuş şimdi içi boşlatılmış ve yok edilmiş gibi sanki ne dersiniz?

Kesinlikle! Aynen öyle erozyon işte tabii bu. Asimilasyon, erozyon bu, devam ediyor. Ama ben ve jenerasyonum benim arkadaşlarım herkes buna direniyor tabii ki. Hepimiz direniyoruz. Kültür ve sanatla uğraşan sanat işçileri olarak herkes elinden geleni yapıyor, yapmaya çalışıyor. Tiyatro dediğin bir derdi anlatır, bir sorunu işaret eder. Çare bulur mu, bulmaz mı o kişiye kalan bir değişimdir. Bulamaz çünkü sanat, sinema bir şeyi gösterir “Abi bak der, başınızı çevirin burada bir problem var, öyle bir konuyu işliyoruz ne dersiniz?” Herkesin vicdanlarına seslenir sanat. Gerisi bizim yapabileceğimiz bir şey değildir. O işte seyirciye bir nebze, küçücük bir şey verebildiysek bizim için mutluluk çok büyük olur. Tabii bunun karşılığı alkış.

“Bir izci hiçbir zaman için enseyi karartmaz”

Hiç umudunuzu kaybettiğiniz oluyor mu?

Asla! Bir izci hiçbir zaman için enseyi karartmaz. Her kötü durumda, kötü şartlarda bile izci bir çıkış yolu bulur, moralini bozmaz ve o problemin üzerine gider. En azından kendi içinde hiç moralini bozmaz. Her zaman bir ışık, bir yol vardır ve onu arar bulur.

“İyi bir oyuncu olmayı hep düşündüm, hayal ettim”

Kariyer yolculuğunuza baktığımız zaman, herkes tarafından çok sevilen, tırnak içinde ünlü, bilinen biri olarak bu kadarını hayal etmiş miydiniz? Yani bu tabi ki hani “Ben tiyatro yapmak, tiyatrocu olmak istiyorum'' diye yola çıktınız ama artık tanınan, herkesin sevdiği biri haline dönüşmek, bu ülkede mesleğinizi yapabilmek nasıl bir duygu diye?

Ben hep oyun olarak baktım. Tabii ki iyi bir oyuncu olmayı hep düşündüm, hep hayal ettim, en iyisi nasıl olabilirim diye elimden geldiği kadar. Devlet Tiyatrosu’nda başladı tiyatro maceramız; orayı bitirdik, iki kere bitirdik hatta. Ben Sanat Okulu 2’den terkim. Benim de hayalim o zamanlar konservatuara girmekti ama liseyi bitiremedim. Ali Sürmeli gitti Mimar Sinan'da okudu. Zafer Algöz Ankara'yı kazandı. Ben hep devamsızlıklardan kaldım. Okulda yapılan boykotlar yüzünden hep devamsızlık yaptım. Sanat Okulu Metal Bölümü’nde okuyordum akşamları da Devlet Tiyatrosu’nda yedi oyun oynuyordum. Oyun 20.30 da başlıyor, okul akşam başlıyor. Ne yapayım, pencereden atlayıp oyuna gidiyordum. Gitmezsen olmaz. İşte devamsızlıktan kalmalara bu durum da eklendi. Ama ben hep bunun peşinde koştum. Babamla biraz çatıştık falan. Babam da baktı ki olmuyor, karışmadı. Çok sert bir adam olmasına rağmen beni hep özgür bıraktı. “Baba kampa gideceğim” derdim, “Hadi git” derdi. İşte para varsa verirdi yoksa giderdim bir ay sonra gelirdim.

“Olmuyor bu şekilde, ben gemici olacağım” dedim

Sonra ne oldu?

Sonra ben 82’de askere gittim. 84 Haziranı’nda askerden geldim. Ondan sonra bir sene Bursa'da Bursa Meydan Sahnesi’ni kurduk, çocuk oyunları oynadık. Köylere, kasabalara, yan şehirlere turnelere gittik çocuk oyunlarıyla. Sonra “Olmuyor bu şekilde, ben gemici olacağım” dedim. Gemici kağıtlarımı her şeyi hazırlattım ve gitmeye hazırlandım. Her şey hazırken gemici olacakken Ertan Akman Bursa Belediye Tiyatrosu’nun hocalarından çok entelektüel bir arkadaşım. Belediye Konservatuarı eğitimine ortaokuldan sonra aldıklarını öğrenmiş ve beni yönlendirdi. Hayalini kurduğum tiyatro eğitimini alma ihtimalim böylece çıkmış oldu.

“Ben hayatımın ikinci planını yapmıştım zaten”

Ve hayatınız değişti.

Gittik müracaat ettik ama bu sefer de “Yaşın çok büyük” dediler. 27 yaşında askerden geldim 5 sene de geç gittim ben. Yine hayallerim yıkıldı gibi oldu. Dedim gemiye gideceğiz nasıl olsa, ben hayatımın ikinci planını yapmıştım zaten, herşey hazır. Panama bandıralı bir gemi ile gideceğim.

Film gibi…

Bitti artık oyunculuk olmayacak dediğim anda yaş engelini atlamak için üstün yetenek sınavı olduğunu öğrendik. Benim bütün parçalarım hazır… Hamlet’ten daha birçok yazarın oyunlarını çalışmışım, biliyorum. Seviye sınavı için bir sahne istiyorlar yani iki kişilik. Tirad değil de sahne. Ertan'la hemen gittik. O zaman Rosenbergler Ölmemeli'yi yaptık, iki kişiye indirdik. Beş dakikalık bir güzel sahneler çıkardık, onları ezberledik. Seviye sınavına, seviye atlama sınavına, üstün yetenek sınavına girdim.

Jüride hangi hocalar vardı?

Yıldız Kenter, Haldun Dormen, Suat Özturna, Müjdat Gezen, Mehmet Birkiye şimdi hatırlayamadığım hocalar… 

“Bu sınavı da kazanırsam buradayım, kazanamazsam gemiyle gidiyorum” dedim

Kadro da süpermiş!

Girdim, iki parçamı da yarıda kesti Yıldız Hoca. ''Sen ne yapıyorsun yahu?'' ''Niye tiyatro?'' dedi.  Ben Bursa maceramı anlattım. Askere gidip geldim çünkü askerlik problem olunca hiçbir yere almıyorlar. “Bu sınavı da kazanırsam buradayım, kazanamazsam gemiyle gidiyorum” dedim. 15 gün, bir ay içinde gideceğim. Yıldız Hoca baktı ''Tamam o zaman yavrum çıkabilirsin'' dedi. Beni üçüncü sınıftan aldı Yıldız Hoca.

Vay be...

Sonra yanına çağırdı ''Seni üçten aldık, karar verdik'' dedi.

Hayatınızı değiştirmiş Yıldız Hoca

Teşekkür ederim Hocam dedim. Ama dedim müsaade ederseniz ben birden okumaya başlayabilir miyim? Ve ben birden başladım. Ben okulda olmak istiyordum. Hayatımın en güzel yılları konservatuar yıllarıydı. Bir de işte gençlik, çocukluk yılları, tiyatroda olduğum yıllar. 

“Belki de oralarda bir yerlerde ölecektim”

Çevrenizdeki arkadaşlar, insanlar iyiymiş. Gemiyle gitme sınav var diye arkadaşınızın haber vermesi, birlikte hazırlanmanız, mahalledeki ağabeyleriniz, herkes hayatınızı değiştirmiş. Yoksa gemici olup gidecektiniz belki de biz sizi hiç tanıyamayacaktık.

Belki de oralarda bir yerlerde ölecektim. Bir serseri de ruhum var şimdi. Onu hep denetliyorum ara ara.

O serseri ruh gitmiyor değil mi? Ama o heyecan ve hayatta tutan da insanı o ruh diye düşünüyorum.

Tabii tabii o var, başka türlü olmuyor. Başka türlü ölürsün. O işler bitince içinde, ruhunda ölüyorsun zaten. Ölmek demek öyle bir şey yani. Çok örnek var. Ya bak emekli olup evini alıp  kızını evlendirip her şey tam ve rahat edeceği zamanda ölen. Öyle oluyor.

Maalesef herkes öyle.

İnsan kendi kendini öldürüyor aslında. Ben öyle hissediyorum.

Bu hayatı anlamlı ve zevkli kılan şey insanın heyecanının bitmemesi ve ruhunun hep ayakta durması da buna bağlı bence. Çünkü öteki türlü düşündüğün zaman çok sıkıcı olur hayat.  

Hep yapacak bir iş olması lazım.

Aynen hep bir merak olması gerekiyor.

Kafada proje ve plan olması lazım.

Mahallecilikten bahsettiniz, gemiden bahsettiniz. Hayatınızı ve kariyeriniz değiştiren her iki projeniz de bunlarla ilgili “Mahallenin Muhtarları ve Gemide.”

Ben mahalle çocuğuyum tam bir mahalle çocuğu.

En mutlu yıllarım param olmadığı, en mutlu yıllarımız okul yıllarımız. Aldığımız parayı ortaya koyuyoruz, paralarımız ortaktı, kimin ihtiyacı varsa dağıtırdık parayı. Para bitti mi bitiyor. Kazandık mı parayı ortada. Öyle yaşadık yıllarca hâlâ da öyle. Sonra “Mahallenin Muhtarları” teklifi geldi. O zamanlar yine tiyatro yapıyorum Kandemir Ağabey’e dedim ki benim oyunum var küçük bir rol ver ama zamanla o rol büyüdü. Kandemir Konduk benim karakterin üzerine yazmaya başladı hikayeyi. Tiyatrodan ayrılmak durumunda kaldım. 12 -13 sene Mahallenin Muhtarları’nda Temel karakterini oynadık. Sinemayı ve kamerayı öğrenmek açısından çok büyük bir okuldu dizi. Ben orada o işleri çözdüm kafamda. Sonra Gemide filmi geldi. O film ile başlamak çok iyi oldu ve o arada Temel karakterini kırdık yeni bir projeyle diyebilirim. Ters köşe bir rol oldu. Sinemaya iyi bir başlangıçtı. Kült bir film oldu. 

Kendinizi izler misiniz, eleştirir misiniz?

İzliyorum ve eleştiriyorum tabii. Eleştiriyorum ama tamam diyorum o devirde bunu yapmışım. Bu tamam oldu ve bitti diyerek kendi basamaklarımı görüyorum.

Erkan Bey baktığınız zaman oyunculuğun alanlarında, türlerinde ne varsa hepsinin içinde oluşturduğunuz bir yolculuk var. Bu çok değerli bir şey. Yani tiyatro, tiyatroda bile dram, çocuk oyunu, televizyon, sinema her alanda üretimde bulunup böyle zengin bir lunapark gibi bir şey oluşturmanız çok güzel bir şey. Oyunculuk aşkı bu bence ve herkeste yok bu.

İşte çok hızlıydık. Şimdi o zamana bakıyorum zaman mı çoktu acaba diyorum. Bir sürü işi o zamana sığdırmışım. Bazen nasıl yaptım ben bunları diyorum. Şimdi zaman daha mı hızlı akıyor, yaş ilerledikçe öyle mi geliyor; psikolojik zaman şimdi kısaldı mesela.

Ama şöyle bir şey sizin zamanınızda belki zaman güzel bir zamandı. Sizin ölçütünüz para değildi, hayallerdi. Şimdikilerde sanki ölçüt para gibi.

Mecburen öyle oldu.

“Hiç çok parayla işimiz yok, keyfimiz bozulmasın”

Anladım yer değiştirdi yani.

Gene hayallerim var, gene ölçüm para değil. Ama yaşamak için de standardımızı, hayatı idame etmek için de bir para gerekiyor. Az olsun benim olsun. Ötmesin ama ibikli olsun diyorum. Az olsun helalinden olsun. Yani hiç çok parayla işimiz yok. Keyfimiz bozulmasın.

“İstediğim hayatı yaşayabileyim o bana yetsin parası” istediğiniz...

Benim hayatım minimal zaten. Ben öyle uçtu kaçtı çok lüks müks o işlerim yok benim, yok çünkü aldığım eğitimden, kültürden, dünya görüşünden, hayat bakışından öyleyim.

“Hazmede ede buraya geldik”

Lüks ve şımarık hayatınız yok değil mi?

E şımaramam. Şımarsam olmaz. Çünkü ego yaptığın zaman, o zamanlar bile Devlet Tiyatrosu’nda oyuncusun insanın bir koltukları kabarıyor, bir şey oluyor falan. Mahalleye gidiyorsun senin egonu sıfır ediyorlar. Biz egoya kısa tasma bağlamayı çocukken öğrendik. Öyle ego yok, hazmede ede buraya geldik.

“Ego pitbull köpeği gibidir, çok tehlikelidir”

“Dünkü bizim Erkan'a ne oldu derler” değil mi?

Tabii. Özeleştirini ver der ağabeylerim. Oturur verirsin. O söyler, sana böyle böyle böyle… Bak ne oluyor, nereye gidiyor bu iş, otur bakalım anlat derler. Hem de çok güzel yaparlar, sert değil. Tabii yani biz egomuzu o zamanlardan çocukken ego diye bir şeyi kaybettik. E herkesin egosu var benim de var. Ama ben bunun hep farkındayım. Ego pitbull köpeği gibidir, çok tehlikelidir. Kısa tasmada hep tutacaksın onu. Çok salıvermeyeceksin, birini ısırır. Biz çocukken öğretti ağabeylerimiz bize Devlet Tiyatrolarında oyuncu hocalarımız, okullarda okuduğumuz hocalar öğrettiler, biz de onları dinledik. Eeee tabi ki şimdi gençler var işte görüyorum. Onlara da bir şey diyemiyorum onlar zaman içerisinde öğrenecek, insan öğreniyor ya...

“Hayat üniversitesi bitmedi, hâlâ devam ediyor”

Siz zaten halktan sokaktan çok besleniyorsunuz. Biraz da hayat okulunda aynı anda devam ettiriyorsunuz yolculuğu gibi…

Okul devam ediyor. Hayat üniversitesi bitmedi, hâlâ devam ediyor. Yüksek sınıftan bir sürü dersler verdik geçmişte. İşte bu derslerin bedellerini ödeye ödeye, alt sınıftan bırakmışız. Hâlâ bıraktığımız dersler var. Hâlâ önümüze çıktıkça bakıyoruz, yapıyoruz, geçiyoruz. Başarı “Aa tamam yırttık” diye öyle bir duygularım da olmadı. Ketum dururum, çok sevindim de mi başıma bir şey gelir benim. Fazla da sevinmem. Onların örneklerini yaşadım geçmişte.

Kendi içinizde her şey sanki ve biraz kendinize saklıyorsunuz anladığım kadarıyla.

Tabi hep saklarım.

“Meslekte 50. yıla geleceğiz az kaldı”

Kaç yıl oldu ve hangi dönemini yaşıyor Erkan Can?

1973- 74 sezonunda yürüdüm 47- 48 yıl oluyor. 50. yıla geleceğiz az kaldı. Yaşım 64'e girdi. Ve hayat devam ediyor. Böyle gideceğiz işte ama tabii coşkularımı çok öyle büyük yaşamam. Beklerim. O yani bir handikap bile olur. Yani hep temkinliyimdir. Çokta fazla öyle üzülürüm ama çok üzüldüğüm şeyler de yok. Hep istediğim gibi gitti sanki, büyük ihtimalle. Gitmediği yerlerde var… Eee düştüğümüz yerler de var. Para olarak mesela bir iki kere sıfır oldum. Dedim “Erkan Can dükkan sende çalış yap'' çalıştım, yaptım. Yani hiç enseyi kolay kolay karartmam.

“Hayat ne getirdiyse onu ben saygıyla karşıladım ve yürüdüm”

Hırslarınız var mı ? Ay şu projede de oynayayım Cannes’da da kırmızı halıda yürüyeyim, şunu yapayım, şu yönetmenle çalışayım, şu oyuncuyla...

Hayır, hayır, hayır. Şu rolü oynayayım hiç öyle bir derdim yok. Hayat ne getirdiyse onu ben saygıyla karşıladım ve yürüdüm.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi