Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

“Bunlar giderse, kravatsızları gelir…!”

‘Avrupa’ kavramı, modern anlamda, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanır.
Tarih bir yana, bugünkü gerçeklikten de, bu anlayışa—haklı olarak—bir çok eleştiri getirilebilir. Ama bu kavramların hayata geçirilmesi için oluşturulan Avrupa ‘kurumları’, o kurumlara hayat ve ruh veren 800—evet, sekiz yüz—yıllık ‘kurallar’ ve ‘demokratik kültür’ birikimi yadsınamaz.
Şimdi biraz geriye gidelim: yıl 2003, Ocak ayı…
AKP ‘demokratik reform’ vaadiyle iktidara gelmiş. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Peter Schieder, Başbakan Gül’ü bir konuşma yapmak üzere Strazburg’a davet ediyor.
Gül—yanında Danışmanı Ahmet Davutoğlu—Strazburg’da temaslarda bulunuyor, davetlere katılıyor; tarihi konuşmasında ‘demokrasi’, ‘insan hakları’ ve ‘hukukun üstünlüğüne’ vurgu yapıyor. Tam Avrupa’nın (!) duymak istediği şeyleri söylüyor. Strazburg’da ‘sevinçli bir telaş’ var.! O kadar ki Avrupa Konseyi Posta İdaresi, Gül’ün ziyareti anısına ‘Özel Zarf’ çıkartıyor.
Ama, Konsey Genel Sekreteri Walter Schwimmer bir ara, Avrupa Konseyi Nezdinde Türkiye Daimi Temsilcisi Büyükelçi Numan Hazar’ı kenara çekiyor ve şu açıklamayı yapıyor:
“Bak Numan, bu ziyarete niçin bu kadar önem verdiğimiz, yakınlık gösterdiğimiz konusunda zihinlerde bazı düşünceler oluşabilir. Sanmayın ki biz bunların kim olduklarını bilmiyoruz. Ama bunlarla iş yapmak durumundayız. Aksi takdirde, bunların yerine kravatsızları gelecektir”.
O yıl sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin—bal gibi (!) bağlayan—sembol ‘Loizidou’ kararı gereği 1.120.000 Avro’luk tazminat çeki Konsey İnsan Hakları Direktörü’ne elden teslim edildi. Arkasından ‘idam cezasını’ reddeden AİHS 13. Protokolü’ne katılım belgesi imzalandı. Avrupa Konseyi de 2004 yılında, Türkiye’nin 1996’dan süregelen izleme sürecini sona erdirdi.
Ancak, nikah tazeleme ‘balayı’ uzun sürmedi. Köprünün altından akan suyun debisi giderek arttı ve birden AİHM—ve T.C. Anayasa Mahkemesi—kararları “Bizi bağlamaz” modası çıktı.!
Konsey Türkiye’yi 2017’de ‘demokratik kurumların işleyişindeki bozulma’ nedeniyle tekrar izlemeye aldı. O gün bu gündür, Türkiye ‘özgür olmayan’ ülke, hukukun üstünlüğünde 128 ülke arasında 107’nci ve artık demokrasi değil ‘konsolide olmuş otokrasi’ olarak kabul edilmektedir.
Şimdi yıl 2021, yine Ocak ayı…
Ortalıkta, Kasım ayından—ABD başkanlık seçimlerinden—beri, yeni bir ‘ekonomi ve hukuk reformu’ lafı dolaşıyor. Söyleme yine ‘insan hakları’, ‘hukuk’, ‘demokrasi’ hakim. Bu arada gök gürlüyor ama henüz yağmur yok; reformları “Günü geldiğinde” milletimizle paylaşacaklarmış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ankara’daki AB büyükelçilerini topluyor, onlara bir konuşma yapıyor. Türkiye-AB ilişkilerindeki çoğu sorunun ‘suni’ olarak yaratıldığını söylüyor VE “Millet olarak geleceğimizi Avrupa’yla birlikte tasavvur ediyoruz” diyor. Orada kalsa iyi; bir de “Son on sekiz senede sözümüze sadık kalarak vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini genişletme noktasında tarihi adımlar attık, [ülkemizi] ileri demokrasi rayına oturttuk” diyor. [Aynen böyle]
Şaka gibi, ama değil.!
Yakında AB’de kritik toplantılar—ve Biden’ın ilk kez katılacağı—NATO Zirvesi var. Şimdi ‘baskın’ seçime giderken, bir miktar kaynak bulmak ve ‘Bakın Avrupa ve ABD hala arkamızda’ diyebilmek için yeni bir sayfa açma sevdasındalar.
(Unutmadan; bir de Biden’ın masasındaki—Trump’tan kalma—bazı (!) dosyalar var.)
Pekiyi Avrupa bunları (bu fındıkları) yer mi?
Yemez…!
Daha iki ay önce çıkan İlerleme Raporu’nda ‘Demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel haklar ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı’ alanlarındaki kötüleşmeye dikkat çekmişlerdi. Korktukları ‘kravatsızların’ bunlar olduğunu, “AİHM’nin kararları bizi bağlamaz” nakaratlarını dinleyerek, şehir eşkiyalarını ‘dava arkadaşı’ bilenlerle ‘idam’ korolarını izleyerek, yaşayarak öğrendiler.
Yine de bunlarla ‘çalışmaya’ devam ederler mi?
Ederler, ama bunun ‘bedeli’ olur.
Yirmi yıl önceki balayının (!) ilk kurbanı ‘Kıbrıs’ olmuştu—sorunu çözerek (!) çözümsüzlüğe mahkum ettiler. Sonra ‘Açılım’ geldi. Bunları PKK ile ‘siyasi müzakereye’ bile oturttular.!
Bugünkü ‘nikah tazelemenin’ bedeli; kalıcı olarak bölünmüş Suriye, Fırat’ın doğusundaki PYD devleti, Fıratın batısındaki ‘Suudi Arabistanlar’, milyonlarca mülteci ve Türkiye’nin sırtına yüklenen devasa problemler salkımıdır.
Yani, bedelini ne ‘onlar’, ne ‘bunlar’, yine bizler ödeyeceğiz.
Elbette, evdeki hesapları çarşıya uyarsa.!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi