Devletluların, neşesi yerinde ‘sivil toplum’u

Toplumun devletten bağımsız, özerk ve gerektiğinde devletin karşısında da bir varlığa sahip olduğunu örnekleyen yapılardır sivil toplum kuruluşları. Bu bakımdan belediyelerden başlayarak, sendikalar, dernekler, meslek odaları, barolar, gönüllü kuruluş ve örgütlenmeler, hatta spor kulüpleri “sivil toplum”un bileşenleri olarak karşımıza çıkarlar. Bir ülkede devletin/bürokrasinin gücü karşısında bireylerden-yurttaşlardan yana “dengeleyici” unsurlar olarak…

Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhindeki söylemin ardından TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu başkanlığında, TESK Başkanı Bendevi Palandöken, TİSK Başkan Vekili Celal Koloğlu, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın ve Türk Harb-İş Sendikası Genel Başkanı Alaattin Soydan'dan oluşan sivil toplum kuruluşu temsilcileri, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve TSK komuta kademesine destek ziyaretinde bulundu. ( Arif Akdoğan - Anadolu Ajansı )

Devletin “topu-tüfeği” vardır ki işte MSB ve TSK tam da bu top-tüfeğin istinadıdırlar; ayrıca devletin savcısı-hâkimi vardır. O yüzden TOBB’un, TESK’in, TİSK’in desteğine hiç ihtiyacı yoktur devletin… Tam aksi istikamette TOBB, TİSK, TESK, Hak-İş, Türk-İş ve diğerlerinin, “idealde”, bir birey-yurttaş olarak, her ne yanlışlık yaptığına/yapmadığına bakılmaksızın, hak ihlali riski altında devletin hışmına uğramaması için Ali Mahir Başarır’ın üstüne titremeleri gerekmektedir

CHP Milletvekili Ali Mahir Başarır’ın Tank Palet Fabrikası’nın Katar’a satılmasına ilişkin bir televizyon programında sarf ettiği, “devletin ordusu Katar’a satılmış” sözlerinin kopardığı fırtına geçtiğimiz haftaya damga vurdu. İktidar zaten CHP’yi de HDP gibi “cadılaştırma” arzusuyla yanıp tutuştuğu için epeydir aradığı malzemeyi burada buldu ve hemen iştahla bunu işlemeye koyuldu. Bu arada durumdan vazife çıkaran bir kısım zevat da Millî Savunma Bakanlığı (MSB) ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) yolunu tuttular. Buna dair haber önümüze bazı STK (Sivil Toplum Kuruluşları) temsilcilerinin Başarır’ın “Ordu” ile ilgili sözlerinden dolayı rahatsız olmuş Milli Savunma Bakanı ve TSK komuta kademesine destek (“talimat bekliyoruz/göreve hazırız”) ziyareti olarak kondu.   

Kimler mi bu ziyareti gerçekleştiren “sivil toplum” kuruluş ve temsilcileri?.. Haberin standart sunuluş formatı içinde sıralayalım: TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu başkanlığında, TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kooperatifi) Başkanı Bendevi Palandöken, TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Başkan Vekili Celal Koloğlu, Hak-İş (Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Genel Başkanı Mahmut Arslan, Türk-İş (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Genel Başkanı Ergün Atalay, Türkiye Kamu-Sen (Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu) Genel Başkanı Önder Kahveci, Memur-Sen (Memur Sendikaları Konfederasyonu) Genel Başkanı Ali Yalçın ve Türk-Harb-İş (Türkiye Harb Sanayi ve Yardımcı İşkolları İşçileri Sendikası) Genel Başkanı Alaattin Soydan…

“Sivil toplum kuruluşları” başlığı altında buna benzer pratik ve tezahürlerin daha önce de bu topraklarda bol bol karşımıza çıkmışlığı var. Lâkin bu pratik ve tezahürlerle şekillenen tablo bize bir ülkede “sivil toplum”un ne olduğu üzerine değil, ancak ve ancak ne olmadığı, daha doğrusu ne olmaması gerektiği üzerine bir gösterge olarak kayda geçirilebilir.

Ne demek istiyoruz, tartışmaya açalım!..

Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhindeki söylemin ardından TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu başkanlığında, TESK Başkanı Bendevi Palandöken, TİSK Başkan Vekili Celal Koloğlu, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın ve Türk Harb-İş Sendikası Genel Başkanı Alaattin Soydan'dan oluşan sivil toplum kuruluşu temsilcileri, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve TSK komuta kademesine destek ziyaretinde bulundu. ( Arif Akdoğan - Anadolu Ajansı )

Sivil toplum devletin değil bireyin yanındadır

“Sivil toplum”, kapitalist ekonomi-politiğin bağrından çıkan bir fenomen; Marx, onu, “kapitalizmin sahneye konulduğu yer” olarak tanımlar. Dolayısıyla kapitalist sistem üzerine eleştirel-sorgulayıcı perspektiften bakıldığında sivil toplumun öyle abartılacak, bulunmaz Hint kumaşı sayılacak bir mahiyeti yoktur.

Bununla birlikte eğriye eğri doğruya doğru demek ve sivil toplumun kapitalizmin bağrından çıkan ama devletin karşısında “birey-yurttaş” safında onun haklarının savunucusu-koruyucusu bir gerçeklik olduğunu da; toplumun, devletin etkisi dışında kendi kendisini özerk olarak yönlendirmesini işaret ettiğini de kaydetmek gerekir.

Tarihsel akış bu yönde olmuştur.

Belediyeler de sivil toplumdur

Onsekizinci yüzyılda, Aydınlanma’nın, daha doğrusu “İskoç Aydınlanması”nın öncü isimlerinden Adam Ferguson tarafından popülerleştirilmiş “sivil toplum” tabiri, Batı’da feodalite-aristokrasi sonrası doğuş bulmuş burjuva-demokratik (kapitalist) “modern” toplumu, Doğu’nun “despotik-patrimonyal” yapılarından ayırt etme yolunda bir “anahtar” olarak işlerliğe sokulur. Kavramın temel vurgusu, aile ile devlet, diğer deyişle “özel alan” ile “resmi alan” arasında kalan boşluğu, yani “kamusal alan”ı, birey hak ve özgürlüklerini, bireylerin mesleki veya kimliksel ortak çıkarlarını devlet karşısında gözetme ve “sakınma”ya yönelik doldurma üzerindedir.

Kapitalizm bağlamında, toplumun devletten bağımsız, özerk ve gerektiğinde devletin karşısında (devlete “karşıt” değil) bir varlığa sahip olduğunu örnekleyen yapılardır sivil toplum kuruluşları. Bu bakımdan belediyelerden başlayarak, sendikalar, dernekler, meslek odaları, barolar, gönüllü kuruluş ve örgütlenmeler, hatta spor kulüpleri sivil toplumun bileşenleri olarak karşımıza çıkarlar. Bir ülkede devletin (bürokrasinin) gücü karşısında bireylerden (yurttaşlardan) yana “dengeleyici” unsurlar olarak…

Devletin topu olur, TOBB’u olmaz!

Şimdi dönelim konumuza: Devletin “topu-tüfeği” vardır ki işte MSB ve TSK tam da bu top-tüfeğin istinadıdırlar; ayrıca devletin savcısı-hâkimi vardır. O yüzden TOBB’un, TESK’in, TİSK’in desteğine hiç ihtiyacı yoktur devletin…

Tam aksi istikamette TOBB, TİSK, TESK, Hak-İş, Türk-İş ve diğerlerinin, “idealde”, bir birey-yurttaş olarak, her ne yanlışlık yaptığına/yapmadığına bakılmaksızın, hak ihlali riski altında devletin hışmına uğramaması için Ali Mahir Başarır’ın üstüne titremeleri gerekir.

Ama işte tırnak içinde yazabiliyoruz ancak, “idealde” böyledir de pratikte bu söz konusu oluşumlar sivil toplumun bir parçası olarak değil “politik toplum”un, “bürokratik toplum”un bir aparatı gibi hareket etmektedirler.

Dolayısıyla da sivil toplumun cılkının çıkmasına vesile olmaktadırlar.

Sivil toplum yoksa totaliter devlet var

Bu söylenenlerden hareketle Türkiye’de gerçek anlamda STK örnekleri hiç yoktur denilebilir mi?.. Hayır, bu da haksızlık olur. Bu memlekette idealde olduğu kadar pratikte de sivil toplum kuruluşları yok değildir ama halleri, daha doğrusu hali pürmelalleri de ortadadır: TTB (Türk Tabipleri Birliği) mesela, kayda değer bir sivil toplum kurumudur bu memleketin ama başına gelenler şu son dönemde biliyorsunuz pişmiş tavuğun başına gelmedi!.. Barolar da öyledir, TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) de öyledir, DİSK de öyledir. 

Peki TTB karşısında TOBB, TMMOB karşısında TESK, DİSK karşısında TİSK, Hak-İş, Türk-İş ve diğer devlet sevdalısı-destekçisi olanlar…

Onlar olsalar olsalar sivil topluma değil, “sivil toplumun devlette erimesi”ne örnek teşkil edecek oluşumlardır.

Konuya ilişkin literatür, kapitalist aşamada sivil toplumun bu şekilde “devlette erime” örneklerinin ancak totaliter rejimlerde ortaya çıktığını kaydediyor. Totaliteryanizm, sivil toplumu ya tamamen bastırıp yok ediyor ya da işte karşımızdaki taptaze ziyaret örneğinde olduğu gibi, kendisine tabi, hemhal, meftun kılıyor.

Sivil toplum yokluğunun sebebi: Patrimonyalizm

Fakat elbette söz konusu hadiseyi aktüel olmaktan öte tarihsel derinlikte ele almazsak eksik ve yetersiz bir değerlendirme yapmış oluruz. Prof. Şerif Mardin’in Din ve İdeoloji adlı çalışması da bu eksikliği giderme yolunda başvurulabilecek uygun bir kaynak olarak karşımızda durmaktadır.

Alt-başlığı, Türkiye’de Halk Katındaki Dinsel İnançların Siyasal Eylemi Etkilendirmesine İlişkin Bir Kavramlaştırma Modeli olan bu çalışmasının, “Osmanlı İmparatorluğunda Yapı ve Kültür” başlıklı 4’üncü bölümünde Prof. Mardin bize Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte devralınan sorunlu sürekliliklerin en önemlilerinden birinin de sivil toplum eksikliği olduğunun altını çizer (kitabın yayımlandığı 1969 yılında Şerif Hoca sivil toplum yerine “medeni toplum” tabirini kullanmaktadır).

Batı Avrupa’da 11’inci yüzyılda gerçekleşmiş Ticaret Devrimi’nin ardından feodal sistem içerisinde canlılık kazanan şehirlerde “şehirlerin efendisi” olarak yükselen tüccarın asli yapıcı unsuru olduğu sivil toplum, bir memleketin, üzerinde yaşayan insanlar da dâhil sultanın malvarlığı sayıldığı “patrimonyal” Osmanlı sisteminde gelişme imkânı bulmamıştır. Gerek 16’ncı yüzyılda var olan zengin tüccarlar zümresi, Batı’da 12’nci yüzyıldan itibaren olduğu gibi şehirlerin özerk siyasi-hukuki yaşamının öznesi olmuş tüccar oligarşileri meydana getiremedikleri için; gerekse belli bir dereceye kadar özerklik sahibi görünen esnaf loncaları da devlet tarafından tüzel kuruluşlar olarak tanınmadıkları için, Osmanlı’da (patrimonyal bürokratik kontrolden uzak Avrupa’daki bazı şehirler ve bazı Arap şehirleri hariç) sivil toplum işaretleri bulmak mümkün değildir.

Mardin, sivil toplum eksikliğinin en önemli sonucunun tüm toplumsal zümrelerin hiçbir özerklik sahibi olmamaları nedeniyle var olabilmek için devlete bağımlı hale geldiklerinin altını çizer. Ama şu noktayı da kaydeder: Devletin malî sorunlarını çözemez hale geldiği dönemlerden itibaren âyana dayanmak suretiyle, daha sonra da mahalli ıslahat kuruluşlarında ve Osmanlı meclisinde bir tür kurumlaşmış “ikincil gruplar”ın, yani sivil toplum nüvelerinin varlığını kabul etmek zorunda kaldığı söylenebilir. Bununla birlikte patrimonyalizmin sürmekte olan etkisi ve yarattığı-kanıksattığı alışkanlıklar, bu gelişmelerin devinimini durdurmuş ve özgürlükçülüğün yeniden denetimciliğe dönüşmesine neden olmuştur. Ne I. Meşrutiyet’in önderleri ne de II. Meşrutiyet’in İttihat ve Terakki Kabinesi bu çerçevenin dışına çıkabilmiş, hepsinde Osmanlı patrimonyalizmi yalnızca el değiştirmiştir.

Sivil toplum, “Kral çıplak” demek için var!

Şerif Hoca’nın enine boyuna, derinlemesine detayına anlatarak işaret ettiği Osmanlı’da sivil toplum yokluğuna sebep patrimonyal yönetim anlayışı Cumhuriyet döneminde de etkisini gösterir. Devletin kuruluştan itibaren milletin “hâmisi” olmasında, modernleşme hedefi doğrultusunda kapitalizmi de endüstrileşmeyi de burjuvaziyi de onun var etmeye koyulmasında bu anlayışın izleri sürülebilirdir.

Bu doğrultuda birey ile devlet arasında tampon görevi gören, özerk hak ve yetkileri olan bir sivil toplum ve onu temsil eden kuruluşlar, bu patrimonyal iklimde yeşerme, büyüme, serpilip gelişme imkânı bulamamıştır. Ya da ortaya çıkan örnekler, ayakları üzerinde durmaktan aciz, devlete mahbûb, ilişik-yanaşık vaziyet ve mahiyette oldular. Gerçekten STK sayılabilecekler, yeri geldiğinde “Kral çıplak” demekten kaçınmayanlar ise yukarıda da kaydettiğimiz üzere, devletlular tarafından ayrık otu muamelesine tâbi tutuldular.  

Bugün bir siyasi parti milletvekilinin, elbette tartışmaya da eleştiriye de hukuki işlemlere de açık olan ama sonuçta bir fikir beyanından ibaret özgür-demokratik edimi karşısında “kraldan çok kralcı” olma edasıyla devletten yana saf tutmuş, “Resmiyet”e ilişmiş sözde STK temsilcilerinin durumunu bu tarihsel altyapı ve arka plan doğrultusunda “okumak” ve anlamak uygun olur.

“Benim sivil toplumum işini bilir!..”

Ne diyor Prof. Mardin 18’inci yüzyılda sivil toplum belirtisi yolunda bir saman alevi gibi parlayıp sönen eşraf-âyan zümreleri üzerine, son bir kez daha bakalım:

“Mahalli eşraftan biri bir gün şehrinin çıkarlarını devlete karşı savunan kimse olarak, ertesi gün de devletin siyasetini uygulayan memur olarak görünebiliyor, kısa süre içinde ise azledilebiliyor idiyse, sonuçları tahmin etmek zor değildi; (…) devlet, var olan toplumsal zümrelerin farklılaşıp toplumsal özerklik elde etmelerini önlemekle, bu yapıları ayakta durmak için kendine bağımlı kıldı.”

Bazen nasıl da düşünmek mümkün, az gittik uz gittik bir de baktık gide gide bir arpa boyu yol gitmemişiz diye!.. Bugün de karşımızda benzer bir durum yok mu?.. “STK” diye ortalıkta dolaşanlar, ayakta durmak için devlete bağımlı haldeler ve o yüzden ne devlete el-pençe olmakta kusur ediyorlar, ne (teşbihte hata olmaz) “Padişahım çok yaşa” demekten geri kalıyorlar, ne de bireye karşı devletten yana mevzilenmekte mahzur görüyorlar!..

E, o zaman da işleri tıkırında gidiyor, keyiflerinden yanlarına varılmıyor tabii ki… Yanlış mı, hatırlayın korona krizinin başladığı mart ayında Çankaya Köşkü’nde Koronavirüsle Mücadele Eşgüdüm Toplantısı sonrası devletin tepe noktasındaki şahsiyetin “Ekonomik İstikrar Kalkanı” adı altında alınan kararları açıklarken bu kararların elbette en çok onu keyiflendireceği aşikâr olan TOBB Başkanı’na bakıp bakıp, yukarıdan aşağıya, ne dediğini:

“Neşen yerinde!..”

(KAYNAKLAR: Murat Belge, “Sivil Toplum ve Türkiye”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 4, İletişim, 1983 // Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1969; “Sivil Toplum”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 4, İletişim, 1983 // Tayfun Atay, “Şerif Mardin, Din ve Türkiye’de ‘Galile’ Olmak”, Din Hayattan Çıkar içinde, İletişim, 2004-2019.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi