Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

DEVRİM YERİNE DEPRESYON

Yeni kültürel iklim içinde mutluluğun, olumluluğun ve kendi kendisinin girişimcisi olmak için motivasyonun özgür seçimler olduğu yanılgısı, bireyler üzerinde psikolojik baskı yaratıyor. Kendi öyküsünü yaratmak zorunda hisseden insan, farkında olmadan kendi isteğiyle sömürülüyor. Benliğin salt kendini geliştirmeye yönelik algısı pozitif psikoloji söylemleriyle desteklenirken, toplumsal, siyasal ve ekonomik bağlamda hak savunuculuğun yerini depresyon alıyor.

Kamusal olan özelleştirilerek, kişisel olana dönüştürülmüş ve oradan psikolojini alanına aktarılmıştır. Artık, düzeltilmesi gereken toplumsal sorunlar değil, kişisel sorunlardır.
Tarihsel süreçler, farklı koşullarda çeşitli normlar üretir. Dönemin normatif idealleri öz varlığın şekillenmesinde etki eder. Günümüzün ekonomi temelli gelişen ideolojisi, benliği tüketim, dijital ün ve içi boşaltılmış öz varlık tanımı üzerinden biçimlendirir durumda. Kapitalizmin yoğunlaşmış ve genişletilmiş haliyle neoliberalizm, geçmiş dönemlerden farklı olarak özneyi denetlemeden öte, özneyi inşa etmeyi talep ediyor. Öznenin dışarıdan müdahaleyle inşa edilmesi, bireyin otantikliğinin kayboluşuna ve benliğin bağlamından koparılmasına işaret.

Neoliberal özne tasarımı, özneyi belirli zorunlu hallerin içine iterken, benliğe yönelik üç söylem yaratıyor: normal benlik, gelişen benlik ve üreten benlik. [1] Benlik önce bağlamından koparılıyor, ardından yeni bağlamda, insanların kendi kendilerinin girişimcisi olması ve kendilerine birer şirket muamelesi yapmaları isteniyor. Kişi, iktisadi olmayan tüm niteliklerini geride bırakması talep edilen; kendini gerçekleştirmesi, beceri ve donanım kazanması gereken bir yatırım nesnesine dönüşüyor. Yatırım nesnesi neoliberal benlik, sınırsız sunulmuş olanaklar içinde kendini geliştirmeli, pazarlanabilir hale getirmeli ve risk alma becerileri, değişime açıklık, güvensizlikle başa çıkma yolları gibi öz yönetim stratejileri edinmelidir. Benlik neoliberal imkanları doğru biçimde kullanmak için hazırlanmalı ve kâr edebilmek için daimî olarak kendini eğitmelidir. 

Yatırım nesnesi: Özne

 Yatırım nesnesine dönüşen özneden potansiyel geliri olan girişimlerde bulunması beklenir. Kurulacak her ilişkinin muhtemel getirisi olmalıdır. Bu da demek oluyor ki benliğe etki eden ötekinin varlığı kâr-zarar hesaplarına evrilmiştir. İlişkilerin hızlı tüketimi ve sathileştirilmesi normalleşirken, kişisel fayda sağlamayan tüm temaslar kenara atılır. Duyguların ön planda olması beklenen romantik ilişkiler dahi içimizdeki insan kaynakları ofisi tarafından değerlendirilir. Duygusal yakınlık kuracağımız kişi, kişisel şirketimiz için gelir potansiyeli taşıyorsa kabul edilir. Bireyselliğin yüceleştirildiği sektörde arkadaşlık münasebetleriyse yalnızca ‘network’ oluşturmaya dönüşür. Diğer bir yandan, başarılı olmak için gerekirse çevremizdekiler çiğnenebilir, rekabet koşulları içinde agresif ve benmerkeziyetçi duruş sergilenebilir bir duruş ortaya çıkıyor. Bireysel başarı için her eylemin mübah olduğu örtük biçimde zihinlere işlenirken, insanın hayatta kalmasının koşulu birlik olma, dayanışma, iş birliği gibi değerler köreltiliyor.

Öznenin mutluluğu da kendi sorumluluğu

Neoliberalizm, benliğin kendi kendisinin girişimcisi olması gerekliliğiyle özneye müdahale ederken, öznenin itaatiyle doymuyor; onun ruhuna sızarak, öznenin kendine bakışını değiştiriyor. Benliğe kendini oluşturma yetkisini yerine sorumluluk veriyor. Benliğin neye dönüşmesini gerektiğini belirleyip, özneye bu saptanmış sınırlara ulaşması tembih ediyor. Bir projeye dönüşen öznenin, yaratıcı, vizyon sahibi, yenilikçi ve üretken olması gerektiğini; tüm bu yaratıcılık ve hayal gücünü de potansiyel gelire yönelik kullanmasını söylüyor. Ancak, kişi yaratıcı, üretken veya iyi bir kişisel girişimci olamadığında ne yapacağından bahsetmiyor. Ne olup ne olamayacağımıza karar veren sistem, başarısız (!) olunduğunda mutsuzluğun failini yine birey ilan ediyor. Zira, kişi başarısız olmuşsa, kendine sunulan fırsatları doğru değerlendirememiş, kaynakları kullanamamış ve yeterince mükemmel olamamıştır.

Pozitifliğin tiranlığı

Neoliberalizmin dönüştürdüğü kültürel iklimde özerklik ön plana çıkartıldıkça, mutluluk da bireyin kendi kendinin girişimcisi olarak elde etmesi gereken bir duyguya dönüşüyor. Kişi çökkün hissediyorsa, yaşamı ve olayları olumlu tarafından göremiyordur; zira bireyin mutsuzluğunun önünde kendi dışında pek bir etken yoktur yaklaşımı mutluluğu tamamen bireyin alanına sokuyor. Neticede bireyin üzerinde pozitifliğin tiranlığı başlıyor: mutlu olmalısın, pozitif olmalısın, gülümsemelisin, olumluyu görmelisin, şikâyet etmemelisin, kendini motive etmelisin, hiçbir baskı altında kalmadan kendini gerçekleştirmelisin!

Neoliberal mutluluk algısı, toplumsal ilişkilere, sorunluların ekonomik, sosyal ve politik boyutlarına eleştirel yaklaşmak yerine kimsenin baskısı altında kalmadan (!) insanın sadece ve sadece kendi ruhsal durumuyla ilgilenmesini sağlar. Böylece günlük yaşantıdaki eşitsizlikler görülür hale gelmez.[2] Vizyon sahibi ve başarılı olmak uğruna tüm değerlerin çiğnenebileceği gösterilen bir modelin içinde mevcut iktidarla ilgilenilmesi ya da toplumsal sorgulamalar yapılması beklenmez. Zira, mesuliyeti kamusal olan özelleştirilerek, kişisel olana dönüştürülmüş ve oradan psikolojini alanına aktarılmıştır. Artık, düzeltilmesi gereken toplumsal sorunlar değil, kişisel sorunlardır.

Devrimci yerine motivasyon koçu

Devrimin mayasında acının yattığından bahseden Byung-Chul Han, kendi ruhumuzun tedavisiyle meşgulken sosyal çarpıklıklara yol açan toplumsal ilişkileri gözden kaçırdığımızı ve devrimin yerini depresyonunun aldığını vurgular.[3] Yaşadığımız korku ve güvensizliğin sorumlusu iktidar ya da toplum değil kendimizizdir. Değişimi müjdeleyen devrimciler yerine yaşam koçları, kişisel gelişim uzmanları, motivasyon antrenörleri sahnededir; çünkü öfke, hoşnutsuzluk, can sıkıntısı gibi değişimi tetikleyen tüm olumsuz duyguların ortaya çıkmasına engel olurlar. Yaşanan her olumsuzluğu kucaklayın, onları fırsata çevirin ve kendinizi geliştirin mottosuyla sosyo-politik ve sosyo-ekonomik engellerin göz ardı edilmesine katkıda bulunurlar.

Yeni kültürel iklim içinde mutluluğun, olumluluğun ve kendi kendisinin girişimcisi olmak için motivasyonun özgür seçimler olduğu yanılgısı, bireyler üzerinde psikolojik baskı yaratıyor. Kendi öyküsünü yaratmak zorunda hisseden insan, farkında olmadan kendi isteğiyle sömürülüyor. Benliğin salt kendini geliştirmeye yönelik algısı pozitif psikoloji söylemleriyle desteklenirken, toplumsal, siyasal ve ekonomik bağlamda hak savunuculuğun yerini depresyon alıyor. Bireyselleşme yüceldikçe, dayanışma köreliyor ve insanı doğaya yaşama karşı yavuz kılan birlik duygusu örtük baskı altında kayboluyor.


[1] LaMarre, A., Smoliak, O., Cool, C., Kinavey, H., & Hardt, L. (2019). The normal, improving, and productive self: Unpacking neoliberal governmentality in therapeutic interactions. Journal of Constructivist Psychology, 32(3), 236-253

[2] Calder-Dawe, O. & Gavey, N. (2019). Feminism, Foucault, and Freire: A dynamic approach to sociocultural research. Qualitative Psychology, 6(3), 216-231.

[3]Byung-Chul Han (2020), Palliativgesellschaft. Schmerz heute. Matthes & Seitz Berlin, Berlin 2020

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi