“3+1” Osmanlıcılığı

Fatih-Yavuz-Kanuni ve bir de Abdülhamid… Osmanlıcılıkları bundan ibaret! Demek ki Osmanlı’yı kayıtsız-şartsız, günahıyla-sevabıyla sevmiyor-benimsemiyorlar. Nimette Osmanlıcılar, külfette değil. Zaferde Osmanlıcılar, kayıp-yenilgi-yıkımda değil. Taassupta-istibdatta Osmanlıcılar; yenileşme modernleşme Batılılaşmada değil. Ne diyelim, sizi gidi dinbaz “tatlısu Osmanlıcıları” sizi!..

Tayyip Erdoğan birkaç yıl önce 10 Kasım münasebetiyle yaptığı bir konuşmada bu memlekette en büyük ticaretin “Atatürk ve Cumhuriyet ticareti” olduğunu söylemişti. Eklemeyi unutmuştur. Aynı ölçüde büyük ve devri iktidarlarında çok yaygınlaşmış bol bulamaç bir ticaret de “din ve Osmanlı ticareti”dir.

AKP dönemi, bu topraklarda dinin ve Osmanlı’nın ticarete dökülüp metalaştırılmasında altın çağ olmuştur. Son 10-15 yılda din ve Osmanlı ticareti yanında Atatürk ve Cumhuriyet ticareti solda sıfır kalır.

Hangi Osmanlı?

Tabii hemen belirtilmesi gereken nokta, Osmanlı’ya yönelik dinbaz iktidar ilgisinin ve muhabbetinin son derece seçici, dolayısıyla sorunlu ve sakat olmasıdır.

Bu “3+1 Osmanlıcılık”dır.

Yani, “Fatih Yavuz Kanuni”, artı, “Cennetmekân Abdülhamid-i Sani”…

Lafa gelince, “Söğüt’te dikilen Osmanlı çınarı 600 yıl boyunca 3 kıta 7 iklimde şanla, şerefle, adaletle, başarıyla yaşamıştır” demektedirler.

Peki neden koskoca 600 yıllık Osmanlı algısı esas itibarıyla Fatih’ten, Yavuz’dan, Kanuni’den ve Abdülhamid’den (hadi isterseniz “Diriliş” Ertuğrul ile “Kuruluş” Osman’ı da ekleyelim!) ibarettir?

Yani, Sultan Fatih Osmanlıdır da Sultan I. (Deli) İbrahim değil midir?

Kanuni Osmanlı da onun torununun torunu I. (Deli) Mustafa, Osmanlı değil mi?

Panislamist Abdülhamid Osmanlı da onun “Modernist” ve o yüzden kimilerince "Gâvur Padişah" denilen dedesi II. Mahmud Osmanlı değil mi?

Bir zafer olan “Mohaç” Osmanlı da korkunç bir bozgun-yıkım-hüsran olan “93 Harbi” değil mi?

Timur karşısında sırtı yere gelmiş Yıldırım Bayezid Osmanlı değil mi?

Lale Devri’yle tâ Mustafa Kemal’e kadar uzanan yolda Batılılaşmanın önünü açmış III. Ahmed Osmanlı değil mi?

Şair Nedim Osmanlı değil mi?

Tevfik Fikret Osmanlı değil mi?..

Tatlısu Osmanlıcılığı

Fatih-Yavuz-Kanuni ve bir de Abdülhamidi o kadar…

Böyle Osmanlıcılık mı olur?!..

Demek ki Osmanlı’yı kayıtsız-şartsız, günahıyla-sevabıyla sevmiyor-benimsemiyorlar aslında…

Nimette Osmanlıcı bunlar, külfette değil.

Zaferde Osmanlıcılar, kayıp-yenilgi-yıkımda değil.

Taassupta-istibdatta Osmanlıcılar; yenileşme modernleşme Batılılaşmada değil.

Ne diyelim, sizi gidi dinbaz “tatlısu Osmanlıcıları” siziii!..

Mevzubahis Şantiye, Osmanlı teferruat!

Bugün de İstanbul’da sözüm-ona Osmanlıcılık kisvesi altında şantiye kapitalizmlerinin bir yeni atılımını gerçekleştirecek, Atatürk Hava Limanı’nı tarumar ederek hayata geçirme yolunda “görkemli” bir gösteri sergileyecekler. Üstelik çevreyi-ormanı-doğayı önemseme yalanı eşliğinde…

Ama esasen toprağa tonlarca beton dökerek… 

Adına da “Millet Bahçesi” diyerek…

Böylece yoksulu-yoksulluğu yönetmeye devam ederek…

Zenginin ise zenginliğine zenginlik katarak…

Bütün bunları, “İstanbul’un Fethi”nin yıldönümünü vesile ederek, yani Osmanlı’yı yine bir ticari araçsallaştırmaya uğratarak yapacaklar elbette.

O halde yukarıda sıraladığımız sorulara bu bağlamda da devam edelim: “Fetih” Osmanlıdır da “Fetret” değil midir?..

Ve gelin, “Fetih”i meze yaptıkları iktidar sarhoşluklarından onları ayıltma yolunda daha önce de bu sayfalarda gündeme getirdiğimiz “Fetret” gerçeğini bir kez daha hatırlatalım!..

“Fetih”i parlatıp “Fetret”i karartarak Osmanlıcılık olmaz notunu da düşerek…

Osmanlı’ya Timur freni

Osmanlı’da “Fetret” yahut “Fâsıla-i Saltanat” devrine neyin yol açtığı malum, ama bizim tatlısu Osmanlıcısı dinbaz iktidar sahipleri bu konuda suspustur.

“Fetret”, Türk-Moğol melezi Timurleng (Aksak Timur) karşısında Sultan I. (Yıldırım) Bayezid’in Ankara Çubukova’da 1402’de uğradığı bozgunun sonucu.

Timur, 1402’den 1403’e 10 ay kadar Anadolu’yu yaktı-yıktı ve elbette yaklaşık 100 yıllık Osmanlı’yı da yerle yeksan etti. Karşısındaki zayıf ve çürük Bizans duvarını zorlaya-yıprata ha bire “ganimetlenmiş” bir beylik/devlet olan Osmanlı’nın Balkan fütuhatından devşirdiği kaynakların göz kamaştırıcı etkisiyle Anadolu’ya ordusunu akıtan bu dehşetengiz adamın yaptığı, tam anlamıyla “El mi yaman bey mi yaman” deyişine karşılık gelir.

Yıldırım Bayezid

Elbette Osmanlı, Timur’un varlığı ile yıkıma uğrasa da onun yokluğuna da çok şey borçludur.

Alacağını aldıktan, yakacağını yaktıktan, yıkacağını yıktıktan sonra 1403’te Anadolu’dan payitahtı Semerkand’a çekip giden ve 1405’te bu defa Çin’e ölüm kusmak üzere hazırlıklar içindeyken kendisi ölümle buluşan Timur’un ardından, onun oğulları ve torunları arasında kendini gösteren paylaşım savaşı en çok Osmanlı’nın işine yaramıştır.

Bayezid’i yenerek esir alıp, Anadolu’daki diğer beylikleri de kendisine bağlılık temelinde canlandırmış Timur’un ölümüyle bu beylikler dayanak noktalarını kaybetti ve Birinci (Çelebi) Mehmet de bundan fazlasıyla yararlandı.

Demek ki Osmanlı mevzubahis olduğunda “İyi ki öldün Timur” demek de icap eder!

“Fetret”ten “Fetih”e çıkan yol

Timur bozgunu sonrasında Yıldırım Bayezid’in üç oğlu arasında bölünmüş bir “Üç Osmanlı” ortaya çıkmıştır: Edirne’de “cülus etmiş” Süleyman’ın Osmanlı’sı; Amasya’da idareye hâkim Mehmet’in Osmanlı’sı; ve Bursa-Balıkesir’de taht iddiasındaki İsa’nın Osmanlı’sı…

Dördüncü oğul Musa ise bu süreçte babası ile birlikte Timur’a esirdir. Bayezid ölünce Timur, Musa’yı babasının cenazesini Kütahya üzerinden Bursa’ya götürmek üzere azat eder. Sonrasında Musa’nın, kardeşi Mehmet’le birlikte Bursa’daki diğer kardeşi İsa’ya karşı ittifak ettiği, ardından aynı şekilde Edirne’deki Süleyman’a karşı da ittifak ettiği kaydedilmekte. Detaylarına giremiyoruz, ancak Musa-Mehmet ittifakı ile önce İsa, sonra da Süleyman, kardeşleri tarafından kelleleri alınarak tasfiye edilmişlerdir.

Ardından biri Rumeli’de (Musa) diğeri Anadolu’da (Mehmet) kafa kafaya kalan iki kardeşten de Mehmet, Musa’nın kafasını gövdesinden ayırarak tahta oturdu ve kendisiyle aynı adı taşıyacak torunu II. Mehmet’in önüne, Fetret’ten Fetih’e yolu açan isim oldu.

Fatih Sultan Mehmet, bir dereceye kadar kucağında kardeşlerinin kesik başlarını biriktirmiş dedesi I. Mehmet’in “düzleştirdiği” arazide Bizans surlarına doğru, “Fetret’ten Fetih’e” yol tutmuştur denilebilir. Elbette arazinin “pürüzsüzlüğü”nde yukarıda vurguladığımız üzere Timur gailesinin son bulması kadar, Avrupa’nın en batısında Fransa ve İngiltere arasında sürmekte olan Yüz Yıl Savaşları’nın katkısı da vardır. Esas itibarıyla Batı, yeni bir hayatın doğum sancıları içindedir ve kimsenin Bizans’ı görecek-düşünecek hali yoktur.

Osmanlı Bezirgânlığı: “Fetih de Fetih!”

Sonuç olarak, “Fetret”i anlamadan ve acı acı anmadan “Fetih” ne anlaşılabilir ne de tatlı tatlı anılabilirdir.

Gel gelelim memleketi yıllardır “Cumhuriyet-Osmanlı”, “Batı-Doğu”, “modernlik-muhafazakârlık”, “laiklik-dindarlık”, “Atatürk-Abdülhamid” kutuplaşması içinde mahvetmiş dinbaz iktidar, aşağı-yukarı bir yüz yıllık, yani 15’nci yüzyılın ikinci yarısından 16’ncı yüzyılın ikinci yarısına kadar sürmüş bir Osmanlıcılıkla ve bu dönemi allayıp pullayan bir belagatle karşımızda, “Fetih de Fetih” demekte, başka bir şey dememektedir.

600 yıllık imparatorluğun bu yüz yılına endeksli halde ve onun şahikasını oluşturan İstanbul’un Fethi’ni parlatarak bir “Osmanlı bezirgânlığı” yapıp duruyorlar.

Yere göğe koyamadıkları koskoca Osmanlı’nın nasıl aynı zamanda yüzyıllar boyunca “kofkoca” bir yapıya dönüştüğünü bilmezden-okumazdan-söylemezden geliyorlar.

“Fetih”i abartılı-hastalıklı bir siyasi performansla gözümüze sokuyorlar, ama işte Fetret’i gözlerden uzak tutuyorlar.

Biz ise diyoruz ki Fetih ne kadar Osmanlı ise Fetret de o kadar Osmanlı’dır.

Osmanlı zaferleri kadar yıkımlarıyla da Osmanlı’dır.

Ve Osmanlı, dinbazlığın betonarme gövde gösterisinde değil, şairliğin-edipliğin bedii dilinde, bihakkın Osmanlı’dır:

“osmanlı ki bir tarihin okyanusu
fütühat kaftanı her dem belirgin
oysa kımıltısız bir devletin tarihle tenakuzu
çatlamış bir zamanın solgun nakşında tedirgin"

(murathan mungan, Osmanlı’ya dair Hikâyat)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi