Doktorlar ve aşçılar

Siyaset meydanında ortalık aşçıdan geçilmiyor. İktidarından muhalefetine, “millet”inden “cumhur”una, “ikili”sinden “altılı”sına hepsi ballı börek açıyor mutfakta. Hepsinin kendi lokantası var ama mönüler aynı. Hepsinin yağlı ballı yemekleri çok lezzetli ama yıllardır yiye yiye kolesterol, şeker, damar tıkanıklığı had safhaya geldi.

Geçen haftalarda Sofistlerle ilgili yazmıştım. Hani şu retorik ustaları… Ama insanları hakikate değil de kendi menfaatlerine olana ikna eden, inandıran retorik ustaları… Onlar yalanı insanların duymaktan hoşlanacağı sözlerle öylesine süsleyip püslerler, hikâyeleriyle öyle sisli bir hava yaratırlar ki esas niyetlerini anlayamazsınız. O sisin ardına gizledikleri hakikate ulaşamazsınız. Bazen o sis dağılır ama artık “atı alan Üsküdar’ı geçmiş”tir.

AKILLILAR, AKILSIZLAR VE YARIM AKILLILAR

O sisin yarattığı görünmezlik zırhını etkisiz kılan tek şey var, ona da akıl diyoruz. Aklını kullananlar göremeseler bile o sisin ardındaki hakikati bilirler. Çünkü onlar tarih okumayı bilir, daha önce gördüklerini hatırlar, kendi bireysel yaşanmışlıklarından ders çıkartabilirler. Eğer akılları kadar ahlâkları da varsa, o sisin ardında olduğunu bildikleri şeyi her koşulda dile getirirler. Onları komplo teorisi yapmakla suçlayan sis yapıcılar çıkacaktır ama gerçekten akıllı ve ahlâklı olanlar o sisten de etkilenmezler. Bildiklerini söylemeye ve yapmaya devam ederler.

Aklını kullanmayanlara söyleyecek çok şey var ama nafile. Onlara söyleyeceğiniz her söz sis bulutunun içinde kaybolacaktır. Çünkü onlar sisli dünyalarından çok memnundurlar. Orada rahattırlar. Tembeldirler, düşünmeye üşenirler. “Biz senin yerine düşünüyoruz” diyenlere inanmayı tercih ederler. Hakikate ulaşmak gibi bir dertleri de yoktur, çünkü hakikat onların konfor alanını bozar. Yani aslında “Platon’un Mağarası”nda gölgelere bakan kölelerdir onlar. Onları aydınlatmak isterseniz sizi aşağılarlar, bu konuda ısrar ederseniz sırf bu konforlu dünyaları yıkılmasın diye size zarar bile verebilirler.

Bir de yarım akıllılar vardır ki esas tehlike onlardır. Akıllı geçinirler, sisin ardındakini görebildiklerini iddia ederler, kendilerince açıklamaları, argümanları da vardır. Ama akılları yarım olduğu için argümanları da yarımdır, sorunludur. Akıllarıyla inançları arasında gidip gelirler, hangisini nerede, ne zaman kullanacaklarını bilemezler. Sisli havada gemi kullanmayı bilmedikleri için denize düşer sonra da yılana sarılırlar. Sisin ardındaki hakikati de yarım yamalak gördüklerinden “yetmez ama evet” deyiverirler. Yarım akıllı olduklarından aklını kullanmayanlar için akıllılara göre daha itibarlıdırlar. Hatta bu nedenle bazıları toplumda kanaat önderi olup çıkarlar.

SOFİSTLERE GERİ DÖNERSEK…

Platon akılsızların ve yarım akıllıların nasıl bir tehlike içinde olduklarını Sokrates’in ağzından şu satırlarla dile getirir: “Çocuklardan kurulu bir mahkemede aşçının suçladığı hekim gibi yargılanırım. Bu durumda biri çıkıp da o hekimi ‘Çocuklar, bu adam size çok kötülük etti: Neşterleyip dağlayarak, aç bırakarak, nefesinizi tıkayarak, ne yaptığını bilmez duruma getirerek hepinizi, hele en ufaklarınızı öldürmek istiyor; size acı ilaçlar veriyor, sizi aç, susuz bırakıyor. Oysa benim sunduğum yemekler, tatlılar buna benzer mi?’ diye suçlasa, adam ne diyebilir? Böyle bir bela ile karşılaşan hekimin ne diyeceğini sanırsın? Doğruyu anlatmak için, ‘Bütün bu fena şeyleri çocuklarım, ben sizin iyiliğiniz için yaptım’ dese, yargıçlar kurulunda bir gürültüdür kopmaz mı? Nasıl da bağırırlar kim bilir?... Hekim de ne diyeceğini bilemez duruma düşmez mi?... İşte ben de mahkemeye verilirsem, o duruma düşeceğimi iyi biliyorum. Çünkü halka, onlara iyi, yararlı görünen zevkleri verdiğimi söylemeyeceğim gibi, bu zevkleri hazırlayanlara, halkın hoşuna gidenlerin yerinde de olmak istemem. Biri çıkar da akıllarını karıştırarak gençleri bozduğumu, yaşlıları da gerek yalnızken gerek kalabalık içinde acı sözlerle kötülediğimi söylese, benim saklamadan ‘Bütün bunları doğruluk kaygısıyla, sizin yararınız için yaptım yargıçlar, başka bir şey değil’ diye cevap vermem de boşunadır. İşte bunun için başıma gelmeyen kalmaz.” (Platon Diyaloglar, Gorgias, 521c – 522c)

Bu pasaj Platon’un yazdığı diyalogda Sokrates’in Kallikles’e verdiği cevaptır. Aslında Kallikles sana söylüyorum, Gorgias sen anla diyerek bütün Sofistlere verdiği bir cevaptır. Retoriği kendi çıkarları için kullananların ne kadar etkili olduğunu çok net bir biçimde dile getiriyor. Güzel yemeklerle, tatlılarla ortalığa bir sis bombası atan aşçının, hakikati dile getiren, insanların yararına iş yapmaya çalışan doktoru nasıl engellediğini anlatıyor. Aklını kullanmayanların kendi yararına olana değil, zevklerine yöneldiğini, konfor alanını bozmak istemediğini söylüyor.

DEMAGOJİYLE KARIN DOYURMAK!

İşte bu sis bombası demagojinin ta kendisidir. Devleti yönettiğini söyleyen ya da bunun için aday olan aşçıların aslında tek yaptıkları ballı börekler, pastalar, çörekler. Halk eğer aklını kullanmayı reddediyorsa hepsini yalayıp yutar. Doktorun verdiği ve aslında kendisi için esas yararlı olan acı ilacı ise elinin tersiyle iter. İşte o “yetmez ama evet”çi yarım akıllılar da aşçının yaptığı lezzetli yemeklere soğan doğrar, tuz-biber eker, onların mutfağına şeker-bal taşırlar. Ne aşçı ne de doktor olamadıklarından doktorun asistanı da değil ama aşçının yamağı olabilirler.

Siyaset meydanında ortalık aşçıdan geçilmiyor. İktidarından muhalefetine, “millet”inden “cumhur”una, “ikili”sinden “altılı”sına hepsi ballı börek açıyor mutfakta. Hepsinin kendi lokantası var ama mönüleri aynı. Hepsinin yağlı ballı yemekleri çok lezzetli, ama yıllardır yiye yiye halkın kolesterolü, şekeri, damar tıkanıklığı had safhaya geldi.

Peki aşçının verdiği zararı hiç olmazsa azaltacak doktor nerede? Vallahi memlekette doktor ara ki bulasın. Ya zindandalar ya da itibarları yerle bir edilmiş, kimse onların sözüne inanmıyor. Gerçek doktorlar Sokrates gibi düşünüyor. Ne diyordu Sokrates? “…benim saklamadan ‘Bütün bunları doğruluk kaygısıyla, sizin yararınız için yaptım yargıçlar, başka bir şey değil’ diye cevap vermem de boşunadır. İşte bunun için başıma gelmeyen kalmaz.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi