Ekonomi politikasında yeni açılım olur mu?

Uzun bir süredir gündemde olan seçim maratonu sonlandı. Hiç kuşku yok ki olağanüstü bir seçim döneminin bitmesi belirsizliğin de bitmesini sağladı. Şimdi ise gündemi kabine de hangi isimlerin yer alacağı ve ekonomi yönetiminin kime teslim edileceği meşgul ediyor. Ekonomi yönetiminde kapsamlı bir değişiklik olursa yeni bir döneme girilir mi en çok merak edilen konu başlığını oluşturuyor.

Elbette ki pek çok makro ekonomik sorunun bir arada yaşandığı ve seçim öncesi verilen vaatlerin yerine getirilmesi dikkate alındığında ekonomi yönetimini üstlenecek kişiyi önemli zorlukların beklediği bilinen bir gerçeklik. Bundan sonraki süreçte önümüzdeki dönemde ekonomide bekleyen sorunların nasıl aşılacağı ve bunun için neler yapılması gerektiği çok konuşulacak.

Basına yansıdığı kadarıyla Sayın Erdoğan’ın Sayın Mehmet Şimşek için Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı görevini düşündüğü ancak Şimşek’in “icranın doğrudan başında olmayı” tercih ettiği için Hazine ve Maliye Bakanı olabileceği belirtiliyor. Yani Mehmet Şimşek’in ekonomi yönetimini üstlenmeyi tercih ettiği konuşuluyor. Şimşek’in bu göreve getirilip getirilmeyeceği olasılığını bir yana bırakırsak kısmen de olsa bu profilde bir ismin geleceği tahmin ediliyor. Aslında tam da bu noktada ekonomiyi kimin yöneteceğinden öte yönetime gelecek kişinin vereceği mesajlar ve aldığı kararları siyasi otoritenin destekleyip desteklemeyeceği büyük önem taşıyor. Yani gelecek kişiden öte, kişinin yetkisini kullanabilme düzeyi ve siyasi irade tarafından yetkin kılınmasının etkisi çok büyük. Çünkü bu eğilim, piyasaları şaşırtacak bir hamlenin gelme olasılığında da belirleyici bir fonksiyona sahip. Mevcut ekonomi modelinin sürdürülebilmesinin mümkün olmadığı birçok akademisyen ve ekonomist tarafından uzun bir süredir dillendiriliyor. Fakat Şimşek’in ekonomi yönetimine gelmesi, politik anlamda majör bir değişime yol açma ihtimali göz önüne alındığında hem çok zor hem de oldukça tehlikeli. Çünkü 10 ay sonra yapılacak yerel seçimler dikkate alındığında genişletici para politikasından geri adım atılması kolay olmayacak. Ayrıca piyasaları şaşırtacak hamlelerden de uzak durulması gerekiyor. Bunun için yumuşak bir geçiş sağlanmalı. Özellikle yeni ekonomi modelinin temel çatısını oluşturan düşük faiz ve düşük kur politikasından azar azar faiz artışı ve kur artışı ile geçirilecek bir sürece ihtiyaç var. Tabi ki buna eşlik edecek dış kaynak akışını sağlayacak ve döviz giderlerini kısacak bir program da oluşturulmalı. Çünkü ülkemizin döviz pozisyon açığı çok yüksek. Bu durum göz önüne alındığında kurlarda oluşacak yukarı yönlü baskı hem enflasyon maliyetini hem de KKM’nin maliyetini daha da artıracak. Her ne kadar Şimşek dış kaynak getirme açısından önemli bir isim olsa da CDS primi 700’leri aştığı ülkemiz için Körfez ülkeleri dışındaki ülkelerden kaynak bulmak da kolay olmayacak.

Bu bağlamda politikada eğer bir yön değişimi yapılacak ise bu politikanın mantığını belirli bir yere konumlandırmak ve buna güven duyulmasını sağlamak büyük önem taşıyor. Nitekim izlenen kur politikası ve faiz politikasında her ikisi de düşürülmeye çalışılırken ekonomi çoklu kur ve çoklu faiz ortamına taşındı. Ayrıca enflasyon pahasına cari fazla ve büyüme dillendirilirken cari açık, dış açık ve bütçe açığı yeni zirvelere ulaştı. Özellikle birkaç aydır enflasyonda baz etkisine bağlı olarak aşağı yönlü ivmelenmenin gerçekleşmesi politika başarısı olarak görülse de bunun hayat pahalılığını engelleyemediği gayet açık.

Nitekim TÜRK-İŞ’in en son açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı da bunu doğruluyor. TÜRK- İŞ mayıs ayı verilerine göre, dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcamalarını kapsayan açlık sınırı 10 bin 362 TL'ye yükselirken; kira, fatura, eğitim, giyim, ulaşım gibi tüm giderlerini kapsayan yoksulluk sınırının ise 33 bin 752 TL'ye ulaştığı belirtildi. Mutfak enflasyonunun da aylık yüzde 2,23, yıllık ise yüzde 72,18 oranında arttığı açıklandı. Enflasyonun yılın ilk altı ayı için düşük çıkmasını sağlamak adına enflasyon içerisinde önemli bir yere sahip olan doğal gazın hesaplama dışında bırakılacak olmasının etkin bir yöntem olmayacağını da önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Öte yandan dün açıklanan yılın ilk çeyreğine ilişkin dönemsel gayri safi milli hasılada yıllık yüzde 4 olarak belirtilen büyüme rakamında özel tüketimin temel itici unsur olması, mal ve hizmet ithalatının 2023 yılının birinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre zincirlenmiş hacim endeksi olarak yüzde 14,4 artarken ihracatın yüzde 0,3 azalması, yılın ilk çeyreğinde sanayi üretiminin yüzde 0,7 daralması ve sektörel performanslar bağlamında tarımda yılın ilk çeyreğinde görülen yüzde 3,8'lik daralma Türkiye’de yakın gelecekte yaşanılacak zorlukları gözler önüne serdiği gibi büyümenin masum bir büyüme olmadığını da ortaya koyuyor. Bir de buna Sayın Cumhurbaşkanı’nın yapmış olduğu “Fiyat artışlarının yol açtığı refah kayıplarını telafi edecek adımların atılmasında kararlı olunduğu” şeklindeki açıklamalar bazında yapılacak ücret artışları da eklenince tüketime dayalı büyümenin süreceği ve gelir adaletsizliğini daha da yükseltecek enflasyon artışı görülecek. Hal böyle iken seçim öncesi yaratılan enkaz ve 1,5 trilyon TL’ye ulaştığı dillendirilen seçim ekonomisinin olduğu ülkemizde Sayın Şimşek’in ekonomi politikasında yapacağı yön değişimi ile yeni bir döneme adım atılsa dahi bu adımlar için en temel koşulu ekonomi yönetiminin başındaki kişinin kararlarında özgür olması ve piyasada güveni sağlaması oluşturuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi