Ekonomide Sular Durulmuyor

Geçen haftadan beri ekonomi gündemini Merkez Bankası’nın faiz kararı ve fahiş fiyatlara yönelik etiket kontrolüyle gıda enflasyonunu düşürme uygulaması meşgul ediyor. Aslında bu iki politika birbiri ile uyum göstermiyor.

Bilindiği üzere siyasi otorite, yüksek faiz oranının enflasyonun temel sebebi ve küresel sermayeye boyun eğme nedeni olduğu görüşünde. Özellikle yüksek faizin, borçlu şirketlerin finansman ve borçlanma maliyetini artırarak yatırımcının yatırım kararını olumsuz etkilediği savunulmakta. Geçmişte yüksek faizle borçlanmış şirketlerin, borçlarını düşük faizle yapılandırabileceği, daha fazla borçlanabileceği ve bu borçları yatırıma dönüştürebileceği düşüncesi hâkim. Öyle ki bu hâkim görüş MB Başkanları’nın sık sık değiştirilmesine kadar vardı. MB Başkanlarının sık değişimi hiç şüphe yok ki para politikasını yönetilebilir olmaktan uzaklaştırmakla kalmayıp, daha sonraki dönemler için faiz düşüşüne de gölge düşürdü. İşte bu olumsuz havayı ortadan kaldırabilmek için Kavcıoğlu göreve gelir gelmez takvimde bir revizyon ve politika değişikliği olmayacağını, enflasyonla mücadelenin birinci öncelik olduğunu açıkladı. Fakat göreve geldiğinden beri faiz artışlarını pas geçmesi ve faiz oranını yüzde 19 seviyesinde sabit tutması para politikasındaki belirsizlik ve güvensizliği de beraberinde getirdi. Ağustos ayına ilişkin enflasyon rakamının politika faizinin üzerinde gerçekleşmesi ile bu defa dikkatler eylül ayındaki faiz kararına yöneltmişti. Aslında MB Başkanı’nın enflasyonda kalıcı düşüşe işaret eden güçlü göstergeler oluşana kadar politika faizinin enflasyonunun üzerinde olacağını belirtmiş olmasına rağmen yakın zamanda Cumhurbaşkanı’nın faiz indirimi açıklamasından sonra MB Başkanı söyleminde önemli değişikliğe gitmişti. Başkan’ın yaptığı açıklamada “enflasyonda geçici oynaklık görülebilir” şeklindeki ifadesi, bankanın enflasyondaki bu yükselişi geçici olarak görüp faiz kararını bu doğrultuda verebileceği endişesini de artırmıştı. Bir de buna Alman-Türk Ticaret Sanayi Odası tarafından düzenlenen toplantıda MB’nın yaptığı açıklamada (mevsimsellik özelliği gösteren ve hava koşullarına bağlı olan gıda grubu ürünleri enflasyonu ile enerji enflasyonunun dışarda tutulduğu) çekirdek enflasyonun önemini vurgulayan sözleri eklenince faizde bir indirim olacağı yönündeki görüşler güçlenmişti. Nitekim 23 eylülde 100 baz puanlık faiz indirimi kararı hem mevcut program ve hedeflerin inandırıcılığını kaybetmesine hem de MB’nın beklenti oluşturma ve yönetme fonksiyonundaki var olan aşınmanın güçlenmesine neden oldu.

Hal böyle iken diğer yanda fren tutmayan manşet enflasyonu azaltmaya yönelik ekonomiyi soğutma yükünü hane halkına mal eden bireysel kredilere ilişkin makro ihtiyati tedbirlere başvurulmasını takiben gıda fiyatlarındaki fahiş artışı ve marketlerdeki fiyat artışlarının önüne geçmek için de etiket denetimleri yapılmaya başlanması ile enflasyonu önlemede hem üreticiye hem de tüketiciye ciddi anlamda sorumluluk yüklendi. Oysaki MB politikalarının belirsizlik içermesi ve öngörü sağlayamaması, faiz indirimi yönündeki politika hatası ile daha da yükselen kur artışı nedeniyle kurlarda istikrar sağlanamaması, siyasi otoritenin talimatları ile yapılmakta olan market fiyat kontrolleri ile gıda enflasyonunun önlenemeyeceği bir gerçek. Çünkü sorunun kökenine inildiğinde ülkemizdeki manşet enflasyonda önemli bir ağırlığı oluşturan gıda enflasyonunda kurlardaki artış, emtia fiyatlarının yüksekliği ve devlet kaynaklı maliyet artışları nedeniyle yapılan fiyat ayarlamalarının maliyetler üzerinde kalıcı bir etki yarattığı görülmekte.

Bu bağlamda her ne kadar Başkan Kavcıoğlu geçtiğimiz gün Finansın Geleceği Zirvesi’nde yaptığı açıklamada faiz indirim kararı ile salgının ekonomik etkilerini gidermek için aksiyon alındığını ve bu karar ile reel sektöre kesintisiz kredi akışının temin edildiğini ifade etmiş olsa da 100 baz puanlık faiz indirim kararı ile tetiklenen kur artışına müdahale edecek yeterli rezervimizin olmadığı düşünüldüğünde bu karar sonrasında ekonomide yaşanılacak tehlikeleri tahmin etmek zor değil. Tüm bu olumsuz tabloya ilave olarak Kavcıoğlu’nun Türkiye’nin risk priminin (CDS) 400 olmasına çok anlam veremediği şeklindeki sözlerini de talihsiz bir açıklama olarak değerlendiriyorum. Zira risk priminin yükselişine neden olan unsurlar dışsal olabileceği gibi temel makro göstergeler olan enflasyon, dış borç, büyüme dışında doğal ve sosyal faktörler gibi içsel unsurlarla da ilişkilidir. Bir ülkenin risk priminin 300’ ün üzerinde olması ekonominin aşırı kırılgan olduğunu gösterir ki bu da yatırımcının yatırım kararında önemli bir belirleyicidir. Çünkü risk primi ne kadar yüksek olursa yatırımcının maliyeti de o oranda yükselecektir. Bu nedenle döviz rezervi sıkıntısı yaşayan bir ülke olarak risk primimizin bu denli yüksek olması ciddiye alınması gereken önemli bir konudur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi