Orhan Sarıbal: Yeni kanun teklifi, doğayı değil, ticareti önceliyor
(TBMM) - CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, Milli Parklar Kanunu'nda değişiklik öneren kanun teklifi hakkında şu ifadeleri kullandı: "Bu yasa teklifinde yer alan düzenlemeler doğa koruma ilkelerini zayıflatmakta, kamu yararı kavramını esnetmekte, özel mülkiyet ve ticari kullanım yoluyla koruma alanlarının niteliğini değiştirme tehlikesini taşımaktadır. Yani, bu kamu yararı ilkesini değil, ticareti ve ticaretten geliri elde etmeye dönük bir yasa teklifidir; politiktir, siyasidir, iktidarın bir tercihidir"
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu, AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Vahit Kirişci başkanlığında, Milli Parklar Kanunu ve bazılarında değişiklik öneren 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede değişiklik yapılmasını içeren yasa teklifini ele almak üzere toplandı.
CHP'li Orhan Sarıbal, bu yasa teklifinin doğa koruma alanlarını gözetmekten ziyade ekonomik çıkarları öncelediğini belirtip, kanun önerisi hakkında şunları söyledi:
Turizm teşvikine yönelik olarak, "Yeni alanlar açarak bu bölgeleri milli parklar kapsamına alacağız ve Milli Park Kanunu'na göre burayı Milli Parklar Genel Müdürlüğü'ne bağlayacağız" demekteler. Bir alanı 49 yıllığına veriyor iseniz, o yer artık özel mülkiyete geçiyor. Bu düzenlemeler, koruma anlayışını değil, kullanımı ve ekonomik kazancı ön plana çıkarıyor. Daha önce milli parklar içindeki sosyal tesisler bakanlık tarafından yönetiliyordu, ancak bu kanun ile bu yapıların özel sektöre aktarılması mümkün hale geliyor. Gerekirse yeni yapılar, dışarıdaki imar ve proje ofisleri tarafından yapılabilecek. Bir anlamda kamu otoritesi tasfiye ediliyor. Beş bakanlık devre dışı bırakılıyor, yetkileri başka bir kuruma aktarılıyor ve bu kuruma yeni yetkiler tanınıyor. Keşke sadece 175 sayılı Cumhurbaşkanı Kararnamesi resmi kanunlaşmış olsaydı. İtiraz olmayacaktı ve gecikmelerle ilgili çözüm getirilmesi gerekiyordu. Ancak şimdi av yasaması af kanununa dönüşüyor; daha önce belgesi olan fakat yasak avcılık yapan bir kişi, iki yıl süre verilip tekrar belge almasına izin verilirken, önceki belgeleri iptal ediliyor. Bu, ekonomik bir işlem gerektiren af ve değişim biçimidir.
"Bir tarafta gelir ve para, Bir tarafta millî parkı, Doğa varlıkları Koruma anlayışı"
Teklifte av ve doğa koruma memurlarının görev tanımında geçen "diğer faaliyetleri yürütmek" ifadesinin kapsamı nedir? Bu sorular yanıtlanmalıdır. "Diğer faaliyetler" ne anlama geliyor? Ayrıca, bu ifadeler milli parklarda av turizmi gibi ticari faaliyetlerin önünü açma ihtimali taşımakta mı? Avcılık gelirlerinin kurum döner sermayesine aktarılması dikkate alındığında, doğa koruma kuruluşlarının gelir artırma motivasyonu ile koruma amacının çelişmesi riski göz önünde bulundurulmuş mudur? Yani bir yanda ekonomik kazanç, diğer yanda milli parkı ve doğa varlıklarını koruma anlayışı var.
Bu yasa teklifi, doğa koruma ilkelerini zayıflatmakta, kamu yararı anlayışını gevşetmekte ve özel mülkiyet ile ticari kullanımla koruma alanlarının niteliğini değiştirme tehlikesi taşımaktadır. Dolayısıyla, bu kamu yararını değil, ticareti ve ticari kazancı gözeten bir yasa önerisidir; tamamen politik bir tercihtir. "
Demir: ÇED raporu istememek Doğa kıyımına göz yummak demektir
DEM Parti Ağrı Milletvekili Nejla Demir de teklifte koruma statüsündeki adımlarda atılacak her türlü inşaat, altyapı ve enerji yatırımı için ÇED raporu zorunluluğunun olmamasına tepki göstererek şöyle konuştu:
" Sivil toplum kuruluşları, çevre örgütleri ve ekoloji alanında uzman bilim insanlarının görüşlerinin alınması gerekmekteydi. Biz de düşüncelerinden faydalanabilirdik. Bu teklif, AKP'nin 20 yılı aşkın süredir sürdürdüğü neoliberal kalkınma anlayışının bir devamı niteliğindedir. Doğa, rant üretiminin bir nesnesine dönüştürülmektedir. Hukuksal çerçeve, tam anlamıyla talanın aracına dönüşmektedir. Bu öneri, 2872 sayılı Çevre Kanunu, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ve 4915 Sayılı Kara Avcılığı Kanunu'nun koruma anlayışından uzaklaştırarak, bir işletme mevzuatına dönüşmesine neden olmaktadır. Bu dönüşüm, doğanın kamusal bir değer olmaktan çıkarılarak ekonomik bir araç haline getirilmesinin hukuki temelini oluşturuyor.
Teklifin gerekçesinde doğa turizmi, ziyaretçi yönetimi ve altyapı geliştirme gibi kavramlar öne çıkarılıyor. Bu ifadeler ilk bakışta olumlu görünse de gerçekte farklı anlama gelmektedir. Doğa koruma alanlarının ekonomik faaliyetlerle kuşatılmasına meşruiyet kazandırıyor. Koruma anlayışı terk edilirken, işletme anlayışı hâkim olmaktadır. Bu öneri, doğa koruma alanlarını turizm, enerji, iletişim, petrol, doğal gaz ve termal su gibi yatırım alanlarına açmakta. Bu, doğrudan doğa tahribatını yasal hale getirmektedir. Korunan alanlar artık sadece turistik yapılarla değil, enerji iletim hatları, su ve kanalizasyon altyapısı, yollar ve petrol tesisleri ile doldurulabilecektir. Bu tavır doğa koruma değil, doğanın işletme düzenidir. Bu teklifin en dikkat çekici unsurlardan biri, koruma statüsündeki alanlarda gerçekleştirilecek tüm inşaat, altyapı ve enerji yatırımları için ÇED raporu zorunluluğunun getirilmemesidir. Oysaki milli parklar, tabiat parkları ve yaban hayatı geliştirme sahalarında gerçekleştirecek en ufak bir müdahale bile ekosistem bütünlüğünü geri döndürülemez şekilde etkiler. Elektrik iletim hatları, su ve kanalizasyon altyapısından turistik tesisler ve termal su projelerine kadar tüm bu faaliyetler için ÇED zorunlu olmalıdır. ÇED raporu istememek, doğa kıyımını göz ardı etmek anlamına gelir.
ÇED süreçlerini, yatırımların önündeki engeller olarak gören bu yaklaşım, doğayı korumak değil, tahrip etmektir. Doğayı sermaye birikiminin aracı haline getiren bu anlayış, yalnızca doğayı değil, toplumun yaşam hakkını da göz ardı etmektedir. Bugün ÇED muafiyeti, fiilen denetimsiz bir talan düzeninin işaretidir. Gerçek koruma, yatırım kolaylığıyla değil; hukuki denetim, bilimsel ölçütler ve toplumsal katılım ilkeleriyle gerçekleştirilmelidir. Bu teklif, aynı anlayışın devamı niteliğindedir. Doğa koruma alanlarını etkin yönetim, altyapı ihtiyacı ve kamu yararı gibi söylemlerle sermaye birikiminin nesnesi haline getirmektedir. Bu düzenlemeler, koruma anlayışını tahrip edip doğayı piyasalara açmakta, milli parkları, tabiat alanlarını ve yaban hayatı sahalarını özel sektörün kullanımına sunmaktadır. Böylece, doğayı koruma iddiasıyla hazırlanan bu teklif, doğayı idari ve ticari olarak yönetilebilir bir gelir alanına dönüştüren rant modelini kalıcı hale getirmektedir. Koruma alanlarını turizm, ekoturizm ve rekreasyon faaliyetleri ile kullanılabilir alanlar haline getirmek, en kritik boyutlardan birisidir. Ancak bilimsel araştırmalar, milli parkları turizme açmanın koruma sağlamadığını, bunun yerine bu alanlarda insan baskısını artırdığını göstermektedir.
Kaynak:ANKA